Kabızıh!

Bir yardım çığlığıydı, ‘Başımızı taşa çaldık, derdimizi kime ilettiysek çare olmadılar, zordayız, dardayız, yardım edin’ deniyordu.

MACİT GÜRBÜZ

90’lı yıllar.

Büromda günlük işlerle uğraşıyorken telefon çaldı,

Arayan haber ajansımızın genel müdürüydü.

‘Faksın başına geç, sana bir belge göndereceğim’ dedi.

Yan odadaki belgegeçerin başında beklemeye başladım.

Faks çaldı, sinyal verdi ve ağır ağır bir belge geldi.

Aldım ve okumaya başladım.

Bir dilekçeydi ve ‘Milliyet Gazetesi İstanbul’ diye başlıyordu.

Okudukça gözlerim fal taşı gibi açılıyordu.

Bir köy halkı adına kaleme alınmıştı, muhtar mühürlemiş ve tüm ihtiyar heyeti de tek tek altına imza atmıştı.

Bir yardım çığlığıydı, ‘Başımızı taşa çaldık, derdimizi kime ilettiysek çare olmadılar, zordayız, dardayız, yardım edin’ deniyordu.

İyi de neye?

Okumaya devam ediyordum.

Öyle ya, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmazdı, okuyup anlamak gerek.

Ben de öyle yapıyordum.

İkinci paragrafa geldiğimde mesele anlaşıldı.

Muhtar ve ihtiyar heyeti, tüm köyün kabız olduğunu, günlerdir dışkılayamadıklarını, vali, kaymakam ve sağlık müdürlüğüne bu katı sorunu ilettiklerini ancak karşılık bulamadıklarından yakınıyor ve patlamak üzere olduklarını belirtiyordu.

Önce şaka sandım, önüme haritayı alıp baktım, evet o ilde böyle bir köy vardı. Valilikten aldığım muhtar listesine baktım, evet dilekçedeki isimle muhtarın adı da aynıydı.

İhtiyar heyeti de birebir uyuyordu.

İyi de bir köy cümleten nasıl kabız olurdu?

Hadi oldu, valiliğe, kaymakamlığa ve sağlık müdürlüğüne kadar iletildiğine göre durum vahimdi.

Yazık, bu soruna çare olmak lazımdı, ama nasıl?

Genel müdürümüzü aradım, karşılıklı gülüştük, dilekçe bir şakadan ibaret diye iyice kendimi inandırmıştım.

‘Şaka değil mi abi?’ demiştim ki, ‘Oğlum bir araştırma yaptın mı?’ diye sorunca, ‘abi böyle bir köy var evet, muhtar ve ihtiyar heyetinin adları da birebir uyuyor’ diye yanıtladım.

‘Sen yine de bak bu işe, adamlar kabız, ta buraya kadar mesele geldiğine göre zordalar belli, yazık yardımcı olalım. Kabızlık zordur. Allah kimseye vermesin’ dedi ve kahkahalar atarak telefonu kapattı.

Bu kabız mesele üzerime kalmıştı.

Valiliğin verdiği listeden muhtarın telefonunu buldum ve aradım,

Gayet ciddiydim.

Telefonu muhtar açtı, olayı anlatmaya başladım, muhtar sözümü kesti, sinirlenmişti, ‘Bir dakka ola, sen bennen dalga mı geçirsen? Sen ne gonişirsan?’.

Senin adın … değil mi? dedim. ‘Ele ya!’ diye karşıdan tepki geldi.

İmzasını kendimce tarif ettim, ‘yukardan aşağıya dik bir çizgi, çizginin altından sağa bir uzantı, üç adet helezon’ demiştim ki, muhtar sözümü kesti, ‘He, evet ele, ne olacah?’.

Oysa ben olayı teyit etmeye çalışıyordum.

Adam her şeyi doğruluyordu,

İsim tamamdı, imza doğruydu, ancak kabız meseleden bahsetmeme ve meselenin oraya gelmesine izin vermiyordu.

‘Bir dakika muhtar, size yardımcı olmaya çalışıyorum, ne ters ters tepki veriyorsun? Adın doğru, imzan doğru, ihtiyar heyeti doğru, dilekçede nal gibi görünen senin mühürde … köyü muhtarlığı yazısı gayet net’ demiştim ki, adeta gürledi, ‘ola ne var ne diyirsen?

Bu kez ben gürledim, ‘Şunu diyorum, gazeteme dilekçe göndermişsiniz, tüm köy kabızız, vali, kaymakam, sağlık müdürlüğü bizimle ilgilenmedi, yardım edin yazmışsınız. Ben de yardım etmeye çalışıyorum, tüm köy kabız mısınız?’ dedim.

Adamla düğümlenmiştik adeta.

Muhtar bu kez yarı gevrek yarı sinirli yanıt verdi, ‘Yoo gayet rahat sıçirıh!’.

Sinirlenmiştim, ‘uğraştığımız işe bak yahu! İşi gücü bıraktık, kabız bir köyü dışkılatmaya çalışıyoruz’ diye iç sesimle konuşurken, muhtara son kez sordum, ‘Yahu bu dilekçe ne? Kim çekti bu faksı peki?’.

Karşıdan gevrek bir yanıt daha geldi, ‘Ne bilim ula, gazeteci değil misen, onu da sen bul!’.

Apışıp kalmıştım, kabız katılığındaydım adeta.

‘Bir kez daha soruyorum muhtar, bak köy halkı gerçekten böyle bir sorun yaşıyorsa ve söylemeye utanıyorsanız, haber yapmam, sağlık müdürünü arar, size yardımcı olurum’ dedim bu kez.

Muhtar da son sözünü söyledi ve telefonu yüzüme kapattı, ‘Ola sen annamir misan, gayet rahat sıçirıh dedıh ya! Kapat ola manyah’.

Derin derin nefes alıyordum katılığımdan kurtulmak için.

Uzun bir süre karşı duvara baktım ve derin derin nefes aldım.

Gazetecilik yaşamımda birçok boktan işle uğraşmıştım ama bu başkaydı, katı mı katı bir meseleydi.

Üstelik sonuç da alamamıştım.

Meseleyi anlayamamıştım.

Ya biri bu köye pis bir şaka yapmıştı, ya da meseleyi sessiz sedasız halledeyim derken ben araya girmiş, dertlerini aşikâr etmiştim,

Bu da gururlarına dokunmuştu.

Genel müdürümü aradım ve olan biteni anlattım, ben anlattıkça o kahkahalar atıyordu.

Sinirden o dilekçeyi yırtıp atmıştım, keşke arşivleseydim.

Bir ibret vesikası olarak bugün burada yayımlardık.

Kınamayın beni lütfen!

Siz olsanız ne yapardınız?

Ha! Bu köy, hangi ilin hangi ilçesine bağlı onu yazmamış dediğinizi duyar gibiyim.

E o da bende kalsın.

Muhtarı rencide etmeyelim, değil mi?

Gerilmenin anlamı yok, katılık iyi bir şey değil.