İzmir’in Meşhur Bu Neydi ki Kebabı!

Bir millet nasıl kendine ülkesine vatanına ait değerleri bu hale getirebilir, bir devlet toprağı vatan yapan değerleri nasıl bu kadar hafife alabilir aklım almıyor

 

HİCRAN AYDOĞDU

Arada bir de olsa büyük şehir özlediğimde en yakın il olan, bence dünyanın en güzel, en mağrur şehirlerinden İzmir’e gidiyorum. Alsancak’ta kalabalıklara karışıp, Kemeraltında Kızlar Ağası Hanı’nın muhteşem atmosferinde bir kahve içmeye bayılıyorum. Bu hafta gittiğimde karnım acıkınca panoda muhteşem görünen cağ kebap fotoğrafına aldanıp bir restorana girdik. Gelen şey ne cağ kebaba ne dönere benzemeyen, acayip bir tadı olan tuhaf bir et yemeğinden başka bir şey değildi. Sonra Türkiye’ye turistik gezi için gelen bir turist olduğumu hayal ettim. Cag kebap diye önüme bu gelse bir daha yemez, kimseye de tavsiye etmezdim sanırım. Sonra, ülkede bizi biz yapan her şeyin ‘çakma’sının yapıldığını düşündüm. Bizi biz yapan değerlerin bir standardı yoktu, hiç de olmamıştı sanırım. Ne yemeklerimizin, ne binalarımızın, ne geçmişimizin ne de geleceğimizin bir standardı yok.

Fransa ve İtalya gibi şarap üreten ülkelerin apelasyon kuralları var mesela. 1935 yılında Fransa’da başlatılan, şaraplık üzüm üretimi standartlarını belirleyen kurallar bütününe apelasyon sistemi deniyor, “Appelation d’Origine Controlee” yani “Kontrollü Köken Adlandırması” anlamına gelen ibare birçok Fransız şarabının etiketine yazılıyor. Mesela üretilen bir köpüklü şarap üzümü, Fransa’nın Champagne (Şampanya) bölgesinde, oranın toprağında yetişmiyor ve orada belirlenen kurallara göre üretilmiyor ise adına şampanya denemiyor, etiketinde şampanya yazamıyor. Oysa bizim Van’ın otlu peyniri İstanbul’da merdiven altında yapılıyor ve bir güzel otlu peynir diye satılıyor. 19. yüzyılın son çeyreğinde Alman İmparatorluk soyundan bir peynir ustasının Kars’a yerleştikten sonra yaptığı eşsiz Kars gravyerinin,(sırf etiketinde öyle yazıyor diye, marketten aldım üstelik) tadından nefret ettiğim delikli peynirimsi şeyle alakası olabilir mi? Bir millet nasıl kendine ülkesine vatanına ait değerleri bu hale getirebilir, bir devlet toprağı vatan yapan değerleri nasıl bu kadar hafife alabilir aklım almıyor.

Bizde de coğrafi işaret diye bir uygulama var mesela. Coğrafi işaret, Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından Türkiye’deki yöresel ürünlerin geleneksellik ve kalite bakımından değerlendirilmesi sonucu bu ürünlere verilen tescil işareti diye adlandırılıyor. Mevzuata göre tescili yapılan özvarlıklarımız coğrafi işaret sistemine göre iç ve dış denetimden geçmeli ama maalesef üretim zinciri üzerinde, yani ürünün üretimi, piyasaya arzı veya dağıtımı aşamalarında özel sertifikasyon kurumlarınca gerçekleştirilmesi gereken hiç bir denetim yapılmıyor. Bu kuruluşlar normal olarak AB standartlara göre akredite olmuş, donanımlı, bağımsız ve tarafsız kuruluşlar olmalı. Denetimin hangi sıklıkla ve üreticilerin ne kadarı üzerinde yapılacağı, yaptırımların ne olacağı denetleyen kuruluşla, tescil sahibi arasında imzalanan denetim planında yer almalı oysa ülkemizde 25 yıldır dış denetimler konusunda hiçbir gelişme kaydedilememiş, bu denetimleri gerçekleştirecek kuruluşlar bir türlü yaşama geçirilememiş. Yani benim aslında Erzurum’da yıllar önce yediğim ve asla damağından gitmeyen tadı ile o cağ kebabı ülkemin coğrafi işaretli bir yemeği ve bu işaretleri koyanlar demişler ki bu yemeğin benzersiz bir tadı var ve pişirirken belli standartları olmalı. Buraya kadar iyi güzel de peki benim yediğim o lezzetsiz çirkin şeyin satıldığı dükkana cag kebap yapma iznini kim veriyor o zaman? Türkiye’nin ağız tatlarının, yemeğinin var olan değerini düşürmeye kimin ne hakkı var? Devlet ve belediyeler bu çakma restoranlara merdiven altı üreticilerine hiçbir yaptırım uygulamaz iken bu güzel vatanın değerlerini korumaya, yaşatmaya çalışanların önüne de bin bir engel çıkarıp her adımda para ödenmesi gereken bir sistemle bezdirip vazgeçirene kadar uğraşıyorlar. Sahip olduğumuz bu değerleri korumak hepimizin birincil görevi olmalı. Çünkü geçip gitmekte olan yemek kültürümüzün, üzerine lunapark yapılan tabiat parkımızın, soyu tükenmekte olan Van kedimizin, Ankara keçimizin, kesile kesile bahçesi kalmayan Bodrum mandalinamızın sonu geliyor. Çocuklarımız Sivas kebabının, Amasya elmasının, Çanakkale Ezine peynirinin, Ankara Ayaş domatesinin yani vatanımızın lezzetlerinin gerçek tatlarını asla bilemeden büyüyecekler. Elindeki değerin farkında olmayan hiç kimse onu korumak adına canını tehlikeye atmaz. Biz çocuklarımıza kedisi, ağacı, meyvesi ile , Pamukkale’nin travertenleri, Nevşehir’in peri bacaları ile bu vatanı karış karış sevmesini öğretmeliyiz. Ögretmeliyiz ki her lezzetini her varlığını, her zanaatini bir sonraki kuşaklara aktarabilelim. Kültürel varlıklarının aktarımını doğru bir şekilde bir sonraki nesile aktaramayan milletler yozlaşmaya mahkumdur.

Ve biz bu güzel ülkede bu sona doğru hızla ilerliyoruz.

PAYLAŞMANIZ İÇİN