İzmir Körfezi’nde tanık gezen yıldızlar

Yıldızlı bir gece ay ışığıyla yıkanan körfeze bakarken bir yandan şarap içer, bir yandan bir iç hesaplaşmaya dalar Giritli Şevki. Üstüne aldığı işin önemini, tehlikelerini gözden geçirir birer birer. Bir elinde şarap şişesi varsa öteki eli, tabancasına yapışmış gibidir.

 

HİDAYET KARAKUŞ

 

 

                   Akdeniz’e dönüyorum, güz kuşlarının

               Kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak

               Akdeniz’e dönüyorum, dumanlı bir kentin

               İrin püsküren bacalarını yüreğimden kazıyarak.

 

               Yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım

               Her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle

               Bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım

               Uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.

               ……

 

               Yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan

               Ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm

               Yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan

               Böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.

 

               Denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek

               Köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde

               Şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek

               Her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.

……

 

               Geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde

               Kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı

               Yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine

               Her yakamozun parladığı yerde bir denizkızı oynardı             

 

               Böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?

               İnsan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?

               Yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?

               Dönmek istiyorum ben; dupduru bir su el değmemiş

               bir toprağım  şimdi.

 

               Akdeniz’e dönüyorum! Akdeniz’e dönüyorum

               Anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi!

               (Ahmet ERHAN)              

Edebiyatımızın en özgün şairlerinden Ahmet Erhan’ın Milattan Önceki Şiirler’inden bir bölümle başladık Deniz Dünyası’nın edebiyat köşesine. 1958 doğumlu şairimizin Akdeniz Lirikleri, Alacakaranlıktaki Ülke, Yaşamın Ufuk Çizgisi, Kuş Kanadı Kalem Olsa, Ölüm Nedeni Bilinmiyor, Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi… gibi şiir kitaplarıyla çağımız Türk şiirinin önemli temsilcilerinden biridir.              

Deniz Dünyası’nda bugün yine bir Ahmet’ten Ahmet Yurdakul’un unutulmaz öyküsünden, Körfez Üstü Yıldız Gezer’den söz edeceğim.

İZMİR SUİKASTI             

Körfez Üstü Yıldız Gezer, Giritli Şevki’nin öyküsüdür ama bir tarihsel olayın kahramanlarının ruhsal gerilimlerini barındırır içinde. Olay bellidir; hani 1926’da Ziya Hurşit’le Sarı Edip’in Mustafa Kemal’e düzenledikleri İzmir Suikastı. Giritli Şevki’nin bilincinden öğreniriz olayın boyutlarını.             

Yıldızlı bir gece ay ışığıyla yıkanan körfeze bakarken bir yandan şarap içer, bir yandan bir iç hesaplaşmaya dalar Giritli Şevki. Üstüne aldığı işin önemini, tehlikelerini gözden geçirir birer birer. Bir elinde şarap şişesi varsa öteki eli, tabancasına yapışmış gibidir.

Hafiften dumanlanmış kafası her sesten ürker, her gölgeden kuşkulanır. Kendisine bel bağlayanları düşünür, kendisini düşünür.             

“Seneler var ki yani bildim bileli, hep aynı şey” diye söylenir Şevki “Kollamak ve kollanmak… Ömrümüz bu! Kötümser bir çıban gibi hep aynı kuşkuyu besliyoruz içimizde, senelerdir…”                             

Aklı Gazi’ye kayar:               

“Nerelerde kaldı? Gelemez oldu bir türlü. Daha bugünün gazeteleri yazdı: ‘Gazi Paşa Hazretleri, Balıkesir yoluyla İzmir’e hareket etti’ diye. Ettiyse nerede hani? Bazı şeyler mi gitti kulağına? Bir şeylerden mi şüphelendi? İşi haber aldı mı yoksa? Ama nasıl olsun? Açıkça sorduğumda bu gece, nasıldı Ziya Hurşit’in suratı? Kırk yıl görmesem unutmam. Kendisinden yüzde yüz emin. Dudaklarında o değişmez küstah tebessüm: ‘Olmaz öyle şey!’ demesiyle öyle bir kesip attı… Duymamla inandım.”              

Yine de kuşkular yoklar yüreğini Şevki’nin. Girit’teki günlerini düşünür. Görmüş geçirmiş, bilge Emi Hala, düşer aklına. “Adam olanın aklı gözünden uzak olmaya çocuk, yoksa kör gözüne gözlük bağlamışsın ne fayda” der Emi Hala.                 

Emi Hala ölmüştür çoktan. Yoksa “işi bitirince atlayıp gittikleri Sakız’a diğerlerini kor, ‘Benden buraya kadar… Kavlimiz bu kadar…’ Sonra Emi Halanın avlusuna…”               

HERKESİN TUTKUSU, BEKLENTİSİ BAŞKA…

Giritli Şevki’nin motoruna kaçakçılık yaptığından el konulmuştur. O günün parasıyla 600 lira gerekir motoru kurtarmak için. Bunun artık önemi yoktur onun için.            

“Neyse ki iş bitiyor artık. Motor da onların olsun, her şey de. Yeter ki bitsin şu iş. Yarın olsun. Yarın mutlaka gelir. Gelmeli” diye geçer içinden.              

“Hey gidi İzmir hey!.. Bir zamanlar seni kurtarmak için neler çektik… Şimdi de seni kurtaranı yok etmek için şu çektiklerimize bir bak!.. Öbür günün gazeteleri neler yazacaklar acaba? 1926 yılının Haziran ayı. Daha dört yıl olmamış bile.”              

Ya iş bittikten sonra ensesine bir kurşun sıkarlarsa?             

Giritli Şevki’ye göre bu işin içinde “aynı istasyonda inen iki kişi yoktur.” Herkesin başka tutkuları, başka beklentileri vardır.              

Ziya Hurşit, işi bitirdikten sonra kapağı Sakız’a atmak ister. “Peşinde Gürcü denen Laz İsmail. Sonra Sisam. Sonra beklemek… O sırada buralarda neler olup bittiğini izleyecekler. Şükrü Bey, Kara Kemal, Baytar Miralay işler yoluna girince karşıdan bir el sallamayla… hadi dön geri.”               

Ziya Hurşit, “Osmanlı gitti, nice vebali varsa bizim başımıza kaldı. İşgalden sonra ilk kımıldayan, direniş gösteren hep bizim eski İttihatçı kadrolarken şimdi hepsi bir köşede öksüzler gibi unutulmaya terk edildi. Unutturmaya çalışıyorlar bizi, silip yok etmeye! Buna kimse rıza gösteremez…” demektedir.               

Gazi’ye suikastın planını Ziya Hurşit yapar. Her şey dakik olacak, hiçbir şey aksamayacaktır.               

Şevki, içtiği şaraptan esrimiş, böylesi şarabın adalarda olamayacağını düşünmektedir. Körfezi yıldız basmıştır adeta. Kaçış yolları bellidir. Kargaşalıktan yararlanıp kıyı yoluyla önce Karşıyaka… Motorda Şevki bekleyecektir. Onlar toparlanmadan limandan çıkmak gerek…              

Sarı Edip Ağa İstanbul’a gitmiştir. Bu iş olurken uzaklarda olmayı seçmiştir.  Kim bilir belki birisi ötüverir. Ne de olsa eski komitacı. İşler kötüye giderse oradan sıvışması kolaydır elbet.              

İNSANIN İÇİNİ OKUR ÖYKÜCÜ DEDİĞİN

Giritli Şevki, bir elinde şarap şişesiyle olayın içindeki herkesin yerine düşünür. Onların yüzlerini, olay karşısında takınacakları tutumları birer birer gözünün önüne getirir.              

“Olacakları hangimiz bilir? O da bilmez. Nereden bilsin? Düşünse bile her yer gelir de aklına, burası gelmez. Sen daha dört yıl önce düşmanı salkım salkım denize attığın yerin dört adım berisine gel de dört adam işini bitirsin!”

              

Şevki’nin aklına hep işi bitirip de bizim karasularını geçtikten sonra onu Ege’nin dibi kara sularına yollayacakları olasılığı gelmektedir. Yüreği bulanmaktadır.               

Üzerinde yıldızların fingirdediği bu ıssız karamsar gecenin denizinden alamaz gözlerini Şevki. “Körfez, bütün yakamozlarına rağmen suskun ve sitemkâr güzellikte uzanır.” Bu güzellik, onda adlandıramadığı duygular uyandırır. Bu geceyi hep anımsayacağını bilir.              

Şarap uyuşturacağına iyice uyandırmıştır Şevki’yi . Sonra Emi Hala’sıyla düşsel bir karşılaşmayı yaşar.               

“Sorma Emi Hala, kötü şeyler oldu. Kaçağım ben.  … Birini vurdum. Vurduk.                

“Bu ne haldir çocuk?”               

“Kötü bir iştir oldu. Sarı Paşa’yı vurduk.”                

“Neler yaptı ki sana çocuk?”               

“O bir şey yapmadı Emi Hala… Başkaları ona… Kötüsü de bu zaten. Eski bir hesap…”               

“Niye öyleyse çocuk? Aklın gönlünden uzaklara mı düştü yoksa?”               

“Düştü Emi Hala… Üstelik fena düştü!”               

“Neden geldin öyleyse çocuk?”               

Gözlerindeki bütün ağırlığa karşın artık uyumak istemez Şevki.             

Bir şeyler yapmalı, birilerine ulaşmalıdır.[1]               

“Ben gidiyorum Emi Hala. Hâlâ bir iki eski dost vardır sağda solda. Olmalı. Eski milli mücadele arkadaşlarından bir Mehmet Ali vardı. Ona gitmeli. O bir şeyler yapar… Ne de olsa siyasi kısım amiri…”               

İşte böyle dostlar, insanın içini okur öykücü dediğin.                

Körfezin üstündeki yıldızlar tanıktır tarihte yaşananlara. Ahmet Yurdakul, öykülerinde de romanlarında da yakın tarihin olaylarını öyküleştirir. Yorgun Çanlar, Kahramanlar Ölmeli, Korsanın Seyir Defteri gibi romanları bizi içinde yaşadığımız ya da yüzeysel bildiğimiz olayların derinlerine çeker götürür. Etkili diliyle bizi düşündüre düşündüre yürütür öyküsünü.


[1] İzmir Suikastı, 14 Haziran 1926’da Atatürk’e İzmir’de yapılması planlanan suikast girişimidir. Aralarında eski bakanlar, milletvekilleri ile valilerin de bulunduğu bir grup eski İttihatçı tarafından planlanan suikast, öyküde iç hesaplaşması anlatılan Giritli Şevki’nin İzmir Valiliğine mektup yazarak haber vermesi üzerine gerçekleşmeden engellenmiştir. (Eskimiyen’in notu).

PAYLAŞMAK İÇİN