İttihat ve Terakki bir günde nasıl popüler oldu?

İttihat ve Terakki Cemiyeti, lideri olmayan bir örgüttü ve içinde birçok kanat barındırmaktaydı. Öyle ki çok uyumlu görünseler de Talat, Enver ve Cemal bile her biri bir kanadın başıydı. Saman alevi gibiydi. Hızlı parladı, hızlı yaktı, hızlı söndü.

KÖKSAL ÇİFTÇİ

Ufak tefek yanlışlar içermesine aldırmadan, İttihat ve Terakki’ye ait söylence düzeyindeki bilgileri ilk dinlediğim masalsı halleriyle aktarmaya çalışacağım sizlere. İnanıyorum ki okuyunca böylesinin gerçeğinden daha lezzetli olduğunu görecek, niye bu yolu seçtiğimi anlayacak, bana hak vereceksiniz.

Üniversite yıllarında Tatbiki Güzel Sanatlar’da okurken Esat adlı bir okul arkadaşımdan dinlemiştim bu halini. Güle eğlene anlatış tarzı hâlâ gözümün önündedir.

12 Eylül’de Evren “ülkeyi huzur ve güven ortamına kavuşturduktan” sonra biz sosyalist öğrenciler evlerimizden olduk ve her birimiz bir yere savrulduk. Benim gibi evsiz kalmış birkaç arkadaş ne yapacağımızı bilemez halde ortalıkta dolaşırken Esat, “Babamlar yazlıkta, ev geniş, herkese yatak var, onlar dönene kadar gelin, bizim evde kalın.” dedi. Mırın kırın olur mu, üstüne atladık, arkasına takıldık, Levent’teki evlerine gittik.

İlk kez geliyorduk, içeri girince evin 200 metrekareden geniş oluşu hepimizi şaşırttı. Bizi şaşırtan bir başka unsur da evdeki duvarların neredeyse tamamına yakınının kütüphaneden oluşmasıydı. Birinci sınıf lüks koltuklar, davlumbazlı genişçe mutfak ve oturma odası büyüklüğünde, hiçbir eksiği olmayan, gömme küvetli lüks bir banyo.

Beşiktaş, Akaretler’deki Tatbiki Güzel Sanatlar ve o yıllarda sıkça başvurulan, okul avlusunda gerçekleştirilen öğrenci eylemlerinden biri.

“Neler oluyor Esat?” diye sorduk. Merak dolu bu sorumuzu “Bilmiyor muydunuz oolum, babam eski Demokrat Parti milletvekillerindendir benim.” diye yanıtladı. Beş yıldır aynı paltoyu giyişine bakarak onun da bizim gibi bir emekçi çocuğu olduğunu sanırdık, meğer aydın, entelektüel bir ailenin çocuğuymuş Esat. Anlattığına göre, babasını ziyarete gelen, evlerinde ağırlanıp sabahlara kadar tartışan ve sohbet eden sağlı sollu ülkemizin en baba entelektüellerini dinleyerek büyümüş.

Biz arkadaşları, Esat’ı fazla kitap okumayan biri olarak da bilirdik.

Esat’ın anlattığı İttihat Terakki

Gözümüzde Esat, okul kantininde sigara eşliğinde sürekli çay içen, sağa sola sataşan, önüne gelenle incitmeden dalga geçen, günlük hayata ilişkin havadan sudan sohbete bayılan, kitaplardan özenle uzak duran gamsız bir öğrenciydi. Fakat öğrenci kantininde yapılan forumlarda birden başka bir insan olurdu bu Esat. Benimle aynı fraksiyondandı ve söz aldığında öyle derin içerikli konuşurdu ki tüm diğer fraksiyon sözcüsü öğrenciler ne yapacaklarını şaşırırlardı. Sadece karşıt fikirli öğrenciler mi, bu engin bilgi karşısında biz de neredeyse küçük dilimizi yutardık. Esat gibi olabilmek için sabahlara kadar kitap okurduk. Ama ne yapsak, ne etsek asla seviyemizi onun düzeyine çıkaramazdık.

Kalender adamdı da, her soruyu alçakgönüllülükle ve içten yanıtlardı.

Okulun son yıllarıydı, Marksist klasiklerden bunalmış, yakın tarihimize merak sarmıştım. Öğrenci harçlığımı aştığı için o kitapları satın alamamıştım ve Şevket Süreyya Aydemir dışında da güvenilir kaynak bilmiyordum. Bilgilerimin çoğu kulaktan dolmaydı. Bu bilgiler içinde en çok takıldığım ve içinden çıkamadığım konu, İttihat ve Terakki Cemiyeti konusuydu. Görüyordum, sonuçta onların kurduğu da bir dernekti. Nasıl olmuştu da Talat, Enver ve Cemal paşalar bir dernek sayesinde kitleselleşip devlet yönetimini ele geçirmişlerdi?

Bunu bilse bilse Esat bilir diye düşündüm ve uygun bir zamanda sordum. O da “Ha, o mu? Çok matrak! Enver’in eniştesini kurşunlatmak istemesi sayesinde olmuş!” diye yanıtladı ve ballandıra ballandıra anlatmaya başladı.

Aynı lezzeti koruyabilecek miyim bilemiyorum ama aşağıdaki öykülemeyi aklımda kaldığı kadarıyla -bazı maddi hataları kaynaklara başvurup düzelterek- Esat’ın ifadelerine sadık kalma gayretiyle yazıya dökmeye çalışacağım.

Bunu neden bu kadar önemsiyorum?

Çünkü edindiğim izlenime ve ulaştığım sonuca göre, öyküyü bu şekliyle anlatan gerçekte Esat değildir, tersine onun çocukken dinlediği eski İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin bizzat kendileri ya da ikinci kuşaktan oğullarıdır:

İTHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ

Bir grup Tıbbiyeli ve Harbiyeli yeni mezun muhalif subay, bazı sivilleri de yanlarına alarak okul sıralarında olgunlaştırdıkları fikirler doğrultusunda İstanbul’da gizli dernek kurmuşlar. Biraz palazlandıklarında da bu derneğin merkezini Selanik’e taşımışlar. Talat da Enver de derneğin diğer sekiz on kişilik yönetici ekibi de henüz 25-30 yaşlarında insanlar. İstibdatın en ağır dönemi. II. Abdulhamit, hafiyeleri ve casusları aracılığıyla göz açtırmıyor kimseye. Bu yüzden aşırı gizlilik kuralı uyguluyorlar dernekte. Amaçları Mithat Paşa’nın ilan ettirdiği ama padişahın geçici diyerek temelli feshettiği Tanzimat’ı, parlamenter sistemi geri getirmek, Meclis-i Mebusan’ı yeniden açtırmak. Gözü karatmışlar. Örgütte Enver gibi askerler de var, Talat gibi siviller de. Kendilerine fedai diyorlar. Şakaları yok, silahlanmışlar; hainleri, işbirlikçileri, jurnalcileri acımaksızın infaz edecekler. Çünkü biliyorlar ki eğer deşifre olurlarsa Yıldız, yani padişah, kendilerini gözünü kırpmadan ipe çeker.

Solda Mithat Paşa, ortada canı pahasına açtırdığı Meclis-i Mebusan, sağda meclisi kapatıp Mithat Paşa’yı Taif’e süren II. Abdülhamit.

Üyelik işleri kaplumbağa hızında, yavaş ilerliyor. Nedeni de dikkatsiz davranırlarsa içlerine sarayın casuslarının sızabilecek olması. Buldukları yöntem şu: Üye yapılmasında sakınca olmadığına emin oldukları örgütlenmiş adayı, güvenilir iki eski üye gece karanlığında gözleri bağlı olarak önce sokaklarda dolaştıracak, yön duygusunu kaybettiğinden emin olduktan sonra bir arkadaşlarının evinin odasına getirecek. Yemin törenini yönetenler yüzlerine maske taktıktan sonra adayın gözlerindeki bağ kaldırılacak. Odada bir masa, masanın üstünde bir tabanca ve adayın dini inancına uygun bir de kutsal kitap bulunuyor. El bastırılmadan önce merkezin talimat ve kararlarına harfiyen uymanın zorunlu olduğu, teşkilata zarar verici davranışlarda bulunursa infaz edileceği bilgisi verilecek. Adayın onayı alındıktan sonra işlem gerçekleştirilecek ve kişiye üyelik numarası verilecek.

Selanik’teler. Bir müddet işler yolunda gidiyor. Birer ikişer çoğalıyorlar.

Fakat belli bir süre sonra sorun başlıyor. Çünkü yönetici kadro ne zaman toplantı yapsa, karar alsa, sabah kalktıklarında odada konuşulanları olduğu gibi gazetelere basılmış görüyorlar. Belli ki bir sızıntı var. Haini tespit etmek için toplantıya katılanları gün gün eksiltiyorlar, sonuç değişmiyor, sızıntı hız kesmeden devam ediyor.

Abdülhamit’in sadık adamı, hafiye enişte

Toplananların sayısı üçe indiği halde durum değişmiyor.

Sonra Talat ve arkadaşları bir duyumla anlıyorlar ki sızıntının kaynağı Enver’in kız kardeşi Hasene Hanım’ın kocası olan Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey. Bilginin doğruluğundan iyice emin olmadan Enver’le paylaşmama kararı alıyorlar. Araştırmayı derinleştirince görüyorlar ki duyum doğru, adam Yıldız’ın sadık bir hafiyesi. Eniştesi olması bir yana, adamla Enver aynı evde birlikte yaşıyorlar. Enver gencecik, toy bir kurmay yüzbaşı, eniştesine güveni tam. Tahminleri o ki tilki kadar kurnaz enişte Nazım Bey, akşam sofrada yemek yerken alttan girip üsten çıkarak bu deneyimsiz oğlanın ağzından laf alıyor, duyduklarını da bir rapor haline getirip telgrafla Yıldız’a iletiyor.

Düşünüyor, taşınıyorlar, konuyu Enver’e açmaya karar veriyorlar.

Kendisinin de son dönemlerde enişteden şüphelendiğini aktaran Enver, arkadaşlarına teşkilatın kurallarının uygulanmasının hayati önem taşıdığını, duygusal davranılmamasının, eniştesinin bedeninin ortadan kaldırılmasının gerekli olduğu yanıtını veriyor.

İyi de bu ilk infaz, adam öldürmek kolay mı, tetiği kim çekecek?

Enver, “Fedailerimiz yok mu?” diye soruyor ve “Mesela eniştemi temizlemeyi Mustafa Necip üstlenebilir.” diye fikrini açıklıyor, yol gösteriyor.

Enver’in önerisi herkese rahat bir nefes aldırıyor.

Suikast planı basitçe şöyle: Enver’den; iki katlı bir evde oturan Nazım Bey’in üst katı yemek yemek, oturmak ve yatmak, alt katı ise çalışmak ve konuk kabul etmek için kullandığını, konuk ağırlarken açık duran pencerenin yanında durma alışkanlığı olduğunu öğreniyorlar. Buna göre genç subaylardan İsmail Canbolat, terfi sorununu sormak için kapıyı çalacak, Nazım Bey’in aşağı inip cam kenarında yerini almasını sağlayacak, karşı apartmanda saklanmış olan Mustafa Necip de nişan alıp tabancasını ateşleyerek planı gerçekleştirecek.

Plan tıkır tıkır işliyor. İsmail Canbolat kararlaştırılan saatte kapıyı çalıyor, emir eri misafir geldiğini haber veriyor, Enver üst katta kalıyor, enişte aşağı iniyor ve cam kenarındaki yerini alıyor, karşı evden, saklandığı yerden Mustafa Necip de birkaç kez önceden yapılan provaya uygun olarak tabancasını ateşliyor.

Bu saatten sonra işler ters gidiyor. Mustafa Necip acemiliğinden midir, yoksa heyecanlandığından mıdır nedir, enişte Nazım Bey yerine yem olarak kullandıkları arkadaşları İsmail Canbolat’ı ciddi bir şekilde yaralıyor. Nazım Bey de bacağından aldığı önemsiz yarayla kurtuluyor, sonra da apar topar İstanbul’a gidiyor.

Suikast başarısız olsa da tüm Osmanlı topraklarında bu girişimin yankısı büyük oluyor.

Erkekliğe halel getirmeseler de Cemiyet’in tepesindekiler büyük korku yaşıyorlar. Çünkü Yıldız hemen olaya el koyarak soruşturma başlatıyor. Soruşturma derinleştikçe işin ucu Enver’e doğru gitmeye başlıyor. İstanbul, “Gel, bir de senden dinleyelim olayı!” deyince panikleyen Enver de soluğu Makedonya dağlarında, Resneli Niyazi’nin yanında alıyor.

Solda Enver Bey’in eniştesi Nazım Bey, ortada o dönem Selanik’inin görüntüsü, sağda eniştesinin infazına onay veren Enver Bey.

Öte yandan İnsanlar kahvehanelerde, gazinolarda, sokaklarda, evlerde, cami avlularında hep bu suikastı konuşuyorlar. Gün gün Cemiyet efsaneleşiyor. Nihayet Balkanlar’dan Anadolu’ya hemen herkes İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmak için harekete geçiyor.  

Büyük bir dip dalga, adeta bir tsunami!

İttihatçılar beklenmedik bu yüksek ilgiden mutlular ama üye alma töreni nedeniyle de açmazdalar. Çünkü üye alımını o güne dek büyük gizlilik içinde yemin ettirerek yalnızca Enver, Talat ve Cemal gibi çekirdek konumundaki yöneticiler gerçekleştirmişler. Bu, kendiliğinden gelişse de Cemiyet’in değişmez kuralı.

Peki şimdi ne olacak?

Sorunu, Anadolu’da Bursalı Celal Bey’i, Makedonya’da da Resneli Niyazi Bey’i tam yetkili kılarak aşıyorlar. Köy köy, kasaba kasaba, kent kent insanlar İttihatçı olup yemin ederek kendi yerleşimlerinin cemiyetini kuruyorlar.

Tadını almışlar bir kere bırakırlar mı; devamını getiriyor, işi pekiştiriyorlar.

Birincinin üstünden bir yıl geçmeden ikinci suikast geliyor; bu kez başarılılar.

Cemiyet’in Makedonya kolu bu kez Manastır Müftüsü’nü hedef gösteriyor ve raporuna “Çok tehlikelidir, derhal ortadan kaldırılması gerekir!” uyarısını ekliyor. Araştırınca, gerçekten de adı geçen müftünün sarayın en gayretli ajanlarından biri olduğunu öğreniyorlar. Bu kez infazı fedailerden Abdülkadir Efendi üstleniyor ve İstanbul trenine binme hazırlığındayken Selanik Kolombo Oteli’nin merdivenlerinde Müftü’nün işini tek kurşunla bitiriyor.

Daha bu ikinci suikastın yankıları durulmamışken bir üçüncüsü geliyor.

Yıldız’da oturan II. Abdülhamit hem bu yükselişi durdurması hem dağdaki Resneli Niyazi’yi imha etmesi hem de bölgede açılmış olan İttihat ve Terakki Cemiyeti şubelerini dağıtması için elinin altındaki en güçlü paşasını, Şemsi Paşa’yı Makedonya’ya gönderiyor. Alaylı bir asker olmasına karşın bu paşa gerçekten çok becerikli ve eğer gerekli önlem alınmazsa İttihat ve Terakki’nin kökünü kazıyacak Osmanlı’daki tek kişi.

Şemsi Paşa’nın infazını bu kez fedailerden Atıf Bey üstleniyor.

Paşa, korumalarıyla Manastır Postanesi’ne giriyor, Saraya telgraf aracılığıyla raporunu geçiyor, dışarı çıkıp arabasına binmek için yöneliyor. Kalabalığın içine karışmış Atıf Bey yaklaşıp yakından göğsüne tabancasındaki kurşunları boşaltıyor.

Sonrası çorap söküğü, İttihat ve Terakki alıp başını gidiyor!

Kitap alacak paramın olmadığı öğrencilik dönemimde sevgili arkadaşımın bu kıyağı ilaç gibi gelmişti bana. Şimdi bakıyorum, görüyorum, pek de eksiği yokmuş Esat’ın öykülemesinin.

En dirayetli lider Talat Paşa

Son birkaç söz

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Tarık Zafer Tunaya, Şevket Süreyya Aydemir, Sina Akşin ve benzeri pek çok yazar ve bilim insanının İttihat ve Terakki Cemiyeti üzerine oluşturdukları metinleri okuyunca genel olarak Talat, Cemal, özel olarak da Enver Paşa konusunda satır aralarında şu yorumu yaptıkları sonucuna vardım:

İttihat ve Terakki Cemiyeti, lideri olmayan bir örgüttü ve içinde birçok kanat barındırmaktaydı. Öyle ki çok uyumlu görünseler de Talat, Enver ve Cemal bile her biri bir kanadın başıydı. Cemal Paşa için kimse fazla yorum yapmıyor. Ama en dirayetli ve lider karekterli yöneticinin Talat Paşa olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.

Soldan, Makedonya’dan teşkilata rapor gönderen Resneli Niyazi Bey, infazı istenen Şemsi Paşa, infazı gerçekleştiren Atıf Bey ve İttihat ve Terakki’nin beyni Talat Paşa.

Enver Paşa ise üçlü içinde çok özel öneme sahip.

Trablusgarp’a, Balkan Savaşı’na, Edirne’nin kurtarılışına hep alt rütbeli subay olarak katılmış ve hiçbirinde inisiyatif alıp ordu yönetmemiş. Trablusgarp görevi ve başarısı nedeniyle Kaymakam (yarbay), Balkan Bozgunu sonrasında gösterdiği üstün çaba sayesinde de Albay olmuş. 31 Mart Vakası sonrası devlet yönetimdeki ağırlıkları artınca İttihatçılar onu Mirliva’lığa (tuğgeneral) yükseltmişler. Kısa süre sonra da kendini Harbiye Nazırı koltuğunda bulmuş. Abdülmecit’in torunu Naciye Sultan’la evlenince en tepeye tırmanmış. Son ulaştığı makam -padişah Başkomutan olduğu için- Başkomutan vekilliği.

Kısacası Enver, Albaylıktan Başkomutanlık’a birkaç yıl içinde yükselmiştir.

Toparlarsam, görünen odur ki Enver’in Makedonya’daki sayısız çete savaşı başarıları dışında inisiyatif kullanan komutan olarak kazandığı başarı, neredeyse yok gibi. Makedonya başarıları ile kahraman olmayı fazlasıyla hak etmiş, bu inkar edilemez bir gerçek. Ama deneyimden ve liyakattan yoksun bu hızlı yükseliş onun egosunun şişmesine neden olmuş, bu da son dönemlerindeki çöküşünü hazırlamış.

Kendi kendilerini sürgün eden İttihat ve Terakki liderleri içinde en üzücü son Enver Paşa’nınkidir bana göre. Sarıkamış hezimetinden sonra en iyi bildiği işe, çete, gerilla savaşına geri dönerek sıfırdan başlamak gayretine düşmüş görünmektedir. Bu kez çıkacağı dağlar Makedonya dağları değil, Orta Asya dağlarıdır. En iyi bildiği işi yapacak, Türk birliğini kuracak, yeniden kitlelerin kahramanı olacaktır.

Bir farkla ki Makedonya’da kavim, din ayrımı yapmadan ilerici, devrimci, antiemperyalist güçleri örgütlemiş, onların lideri olmuş, kazanmıştı. Burada Orta Asya’da tam tersi yol izleyerek Pantürkizm ve Panislamizm batağına saplanıp kalmış, Turan ütopyasının cazibesine kapılıp 1921’de, kendilerini “İslam’ın askerleri” diye tanımlayan karşı devrimci Basmacı (Özbeklerin demesiyle Koçbaşı) kalkışmacılarının elebaşılığına soyunmuş ve eşyanın doğası gereği acıklı bir sonla her şeyini kaybetmiştir.

Derler ki yirmi gerillasıyla birlikte, ya da tek başına kılıç çekip Tacikistan bozkırında Sovyet ordusuna karşı at sürdü ve 1922’de 41 yaşında öldü.

İttihat ve Terakki saman alevi gibiydi, hızlı parladı, hızlı yaktı, hızlı söndü.

PAYLAŞMAK İÇİN