Bilimsel düşünce sistematiğine sahip olmayınca ve tarih bilmeyince de bugün olduğu gibi Ayasofya’da Fetih duası yaparak tatmin olursunuz. İçinde bulunduğunuz yapı olan Ayasofya’nın ne zaman, kim tarafından yapıldığına bakmaksızın ve neden ‘Ayasofya’ olduğunu görmeksizin içi boş ve sadece kitlenize gaz veren şovlarla yetinmek zorunda kalırsınız.
Ali TAŞ
alitas1970@gmail.com
Bugün İstanbul’da “fetih” kutlamaları vardı. Kutlamalarda coşkunun doruğa çıktığı yer de Ayasofya’da Fetih duasının okunması oldu. Fetih duasının okunması ve bu temaşanın aslında iktidarın kültürel kodlarının ne kadar da boş ve çürük olduğu konusuna birazdan gireceğiz. Ama önce İstanbul’un fethine diyalektik materyalist bir bakış açısı ile ihtiyaç var.
“Çağ kapatıp çağ açan” bir olay anılan İstanbul’un fethi, insanlığın büyük yürüyüşü içerisinde önemli duraklardan birisidir. Tıpkı Orta Avrupa’da barbar akınları, tıpkı İslamiyet’in tarihteki etkisi gibi bir etkiye sahiptir. Zira İstanbul’un fethi sadece Müslümanların Hristiyanlara galebe çalması değildir. Köhne ve çürümüş bir uygarlık kalıntısının insanlığın yolundan kaldırılmasıdır İstanbul’un fethi. Devrimci düşün ve eylem insanı Doktor Hikmet Kıvılcımlı da İstanbul’un fethini şöyle tanımlar: “İstanbul’un Fethi, tarih yolu üstüne kâbus gibi çökmüş bir cesedin (Bizans engelinin) kaldırılması, Bizans çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının, -yalnız Müslümanlara, yalnız Türklere değil–tekmil insanlığa yeniden açılmasıdır.” Kıvılcımlı bu tanımı yaparken, Bizans’ın toprak düzenin artık yerel halkı bezdirdiğini, bu nedenle de Osmanlı’nın İstanbul’u yerel halkın da desteği ile aldığı vurgusunu yapar. “Nasıl oldu da, Bizans itici kuvvetinden kaçanlara, Osmanlılık cazibe teşkil etti?’ sorusunun ardından bunu bir maddi, bir de manevi, iki cepheden açıklıyor: “Osmanlılığın, Hıristiyan halk yığınlarına hoş gelmesi, her şeyden evvel Bizans’ta kördüğüm olmuş toprak münasebetlerini kesip atıvermesinden ileri gelir. Osmanlılar, Bizans ilişkilerini yıkmakla kalmazlar. Onun yerine temiz göçebe ruhunu kaybetmemiş yepyeni bir toprak düzeni de kurarlar. Bu yenilik Dirlik Düzeni’dir.” derken, aslında kendi tezi olan “Tarih Tezi”ne gönderme yaparak Osmanlı’nın temiz göçebe ruhunu merkeze koyar. Bu nedenle de İstanbul’un alınmasını tarihsel devrim olarak selamlar. Bu noktada şunu belirtmek özellikle gereklidir. Küçük bir kara parçası olan İstanbul’un Osmanlı tarafından alınması nasıl oluyor da Avrupa’da bu denli, köklü ve geri dönülmez değişikliklere yol açıyor? Avrupa’nın o dönem içinde olduğu feodalizmin beşiğidir Bizans. Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünüp de Batı Roma İmparatorluğu’nun barbar istilalarına direnemeyip yıkılmasından sonra uygarlık terazisi Batı Roma İmparatorluğu’na kaymıştır. Barbar istilaları ile biten köleci toplum sonrasında da feodalizm ilk oluşma ve olgunlaşma alanı olarak Batı Roma İmparatorluğu’nu, Bizans’ı bulmuştur. Barbar istilaları ile ekilen feodalizm tohumu, kendisine en uygun toprak olarak Bizansı seçmiştir. Çünkü Bizans, diğer çağdaşlarından farklı olarak yerleşik ve köklü bir devlet geleneğine sahiptir ve bu gelenek, yeni aşı olan feodalizmi alıp kurumsallaştırma becerisine sahiptir. Ardından da Avrupa’da feodalizm başlamıştır. İşte İstanbul’un fethi, tarihsel dönemini tamamlayan ve kalkmak için bahane arayan feodalizmin, doğduğu yerde, Bizans’ta son bularak bunun Avrupa’ya yayılmasını sağlamıştır. Kıvılcımlı’nın dediği gibi, insanlığın büyük yürüyüşünün önündeki cenaze kaldırılmış, tıkanıklık giderilmiştir. Osmanlı’nın getirdiği yeni toprak düzenin feodal sütunları yıkıp, dirlik sistemi ile daha ileri bir aşamaya taşınması, Osmanlı’nın da bir imparatorluk haline gelmesinin temel taşlarından birisi olmuştur. Denilebilir ki; Osmanlı Devleti 1299 tarihinde Söğüt’te kurulmuştur ama Osmanlı İmparatorluğu 1453 yılında İstanbul’da doğmuş ve tarih sahnesine çıkmıştır. O güne kadar, her ne kadar Balkan’larda büyük bir genişleme sağlamasına rağmen lokal bir devlet olan Osmanlı, bu tarihten sonra dönemin, bugünkü terminoloji ile ‘emperyal’ gücü olmuştur.
Bu nedenle İstanbul’un fethi Haçlı Seferleri gibi bir Müslüman – Hristiyan mücadelesi değil, onun çok daha ötesinde ve derinde, insanlığın büyük yürüyüşünün önemli dönemeçlerinden birisidir.
Gelelim iktidarın bugünkü kutlamalarına. Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Bu kutlamalar hamasetten başka bir şey değildir ve İstanbul’un fethi anmaları için sadece içi boş, tribüne oynamaktır. Meseleyi bir Müslüman – Hristiyan çatışmasına indirgemek ve Hz. Muhammed’in cümlesine yaslanarak sadece ve sadece bu boyutundan bakmak, en hafif deyimi ile tarih bilmezlik, bilim bilmezliktir.
Bilimsel düşünce sistematiğine sahip olmayınca ve tarih bilmeyince de bugün olduğu gibi Ayasofya’da Fetih duası yaparak tatmin olursunuz. İçinde bulunduğunuz yapı olan Ayasofya’nın ne zaman, kim tarafından yapıldığına bakmaksızın ve neden ‘Ayasofya’ olduğunu görmeksizin içi boş ve sadece kitlenize gaz veren şovlarla yetinmek zorunda kalırsınız. Tarihte var olmayan ‘Ulubatlı Hasan’ gibi hayali bir karaktere de bütün İslami değerleri yüklersiniz.
İktidarın bu bakış açısı, aynı zamanda sürekli referans gösterdikleri Osmanlı’ya da saygısızlıktır. Torunu olmakla övündükleri Fatih Sultan Mehmet’i, ki gerçekten bütün insanlık tarihinin en önemli isimlerindendir kendisi, anlamadıklarının göstergesidir. Çünkü Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u neden alması gerektiğini ve sonrasında da neden Roma’ya yönelmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle Roma onun için ‘kızıl elma’ydı. Şayet İstanbul’dan sonra Roma’yı da alırsa, o gün Avrupa’nın başına bela olan Papalık etkisinden insanları kurtararak yeni bir dünya başlatacağının farkındaydı. Yani Fatih için İstanbul, Roma yürüyüşündeki ara duraktı, birinci darbeydi. Fatih’in yapmak istediği şeyi Avrupa yaklaşık 300 süren ve çok kanlı savaşlarla beslenen bir süreçten sonra laikliği yaşama getirerek üretebildi.
Sonuç olarak, bugün İstanbul’un fethini neden kutladıklarını bilmeden kuru bir Fetih duası ile olayı geçiştirip, içi boş, kafasını kuma gömen bir anlayışta olduklarını gösterdiler. Tıpkı Bizans gibi…