İnsanla yengecin dalgalarda sınanan direnci

Denizi, denizciyi en güzel anlatan, Nâzım’ın kendi sesini erken bulduğu şiirlerden biridir Bahri Hazer. Bu ünlü şiir Nâzım’ın 1928’de Bakü’de yayımlanan Güneşi İçenlerin Türküsü kitabında yer almıştır. Yumuşacık, yaşamın içinden, her an her insanın bir biçimde yaşadığı olaylardaki öyküleri bulup çıkaran Necati Cumalı ise denize başka türlü bakan bir sanatçıdır.

HİDAYET KARAKUŞ

          BAHRİ HAZER

            Ufuklardan ufuklara

            ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu

            Hazer rüzgârların dilini konuşuyordu balam,

            konuşup coşuyordu!

            Kim demiş “çört vazmi!”

                                          Hazer ölü bir göle benzer!

            Uçsuz bucaksız başı boş bir tuzlu sudur Hazer!

            Hazer’de dost gezer, e…y!

                                          düşman gezer!

 

            Dalga bir dağdır

                              kayık bir geyik!

            Dalga bir kuyu

                              kayık bir kova!

            Çıkıyor kayık

                              iniyor kayık,

            devrilen

                     bir atın

                          sırtından inip

            şahlanan

                         bir ata

                                 biniyor kayık!

 

            ve Türkmen kayıkçı

            dümenin yanında bağdaş kurup oturmuş.

            Başında kocaman bir papağı;

            bu papak değil:

            tüylü bir koyunu karnından yarıp

                                                    geçirmiş başına!

            Koyunun tüyleri düşmüş kaşına!

      

            Çıkıyor kayık

                             iniyor kayık

 

            Ve kayıkçı

            “Türkmenistanlı bir Buda heykeli” gibi

            dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,

            fakat sanma ki Hazer’in karşısında el pençe divan durmuş!

            O bir Buda heykelinin

            taştan sükunu gibi kendinden emin

            dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş. 

 

            Bakmıyor

                       kayığa

                             sarılan

                                     sulara!

           Bakmıyor

                     çatlayıp

                         yarılan

                             sulara!

           Çıkıyor kayık

                        iniyor kayık,

           devrilen

                        bir atın

                              sırtından inip

            şahlanan

                         bir ata

                                biniyor kayık!

 

             – Yaman esiyor be karayel yaman!

             Sakın özünü Hazer’in hilesinden aman!

             Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!

 

             – Aldırma anam ne çıkar?

               ne çıkar

                       kudurtsun

                                karayel

                                       suları,

             Hazer’de doğanın

                               Hazer’dir mezarı!

 

             Çıkıyor kayık

                          iniyor kayık

            Çıkıyor ka…

                         iniyor ka…

            Çık…

                    in…

                        çık…

 

            (Nâzım Hikmet)

türkçe’nin sessel bir dil olduğunu gösteren en güzel şiirlerden biri  

Nâzım Hikmet’in Bahri Hazer şiiri denizi, denizciyi en güzel anlatan şiirlerdendir. Bu ünlü şiir Nâzım’ın 1928’de Bakü’de yayımlanan Güneşi İçenlerin Türküsü kitabında yayımlanmıştır. Nâzım’ın kendi sesini erken bulduğu şiirlerden biridir bu.

Nâzım’ın bu ünlü şiirinde mor dalgaların bir ata benzetilişi eşsizdir.

İnsanın doğayla savaşımını anlattığı Bahri Hazer, çevreye özgü seslerle, devinimlerle gözümüzün önüne seriliyor. Hazar Denizi’nde bir kayığa binmeden de, Türkmen kayıkçıyı tanıyor, bilgeliğiyle düşünceli yüzü gözümüzde canlanıyor.

Şiirde tırnak içinde geçen “çört vazmi” sözü Rusça’da “Allah kahretsin” anlamında bir sözdür Asım Bezirci’nin araştırmasına göre.

Nâzım’ın yerel söyleyişleri şiirlerine yedirdiğini okuyanlar iyi bilirler.

Nâzım’ın bu ünlü şiiri bize denizin müziğini de getiriyor. Mor dalgaların bir ata benzetilişi de eşsizdir. Türkçe’nin sessel bir dil olduğunu gösteren en güzel şiirlerden biridir Bahri Hazer. 

yaşamın içindeki öyküleri bulup çıkaran bir sanatçı

Bugün daha önceki söyleşilerimizde Karabatak şiirini okuduğumuz Necati Cumalı’nın bu kez Değişik Gözle Öykü kitabından bir öyküyü, Denize Bakıyorum öyküsünü konuşacağız.

Necati Cumalı’nın Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkıları, Aç Güneş, Güzel Aydınlık, Ceylan Ağıdı… gibi şiir kitapları; Zeliş, Tütün Zamanı, Viran DağlarYağmurlar ve Topraklar, Aşk da Gezer… gibi romanları; Yalnız Kadın, Değişik Gözle, Ay Büyürken Uyuyamam, Susuz Yaz… gibi öyküleri; Tehlikeli Güvercin, Nalınlar, Mine gibi oyunları; Senin İçin Ey Demokrasi, Etiler Mektupları, Niçin Aşk, Niçin Af gibi denemeleri olduğunu biliyoruz.

Çok çalışkan, verimli bir yazar olarak yazdıklarında, konularını çoğunlukla memleketi Urla yöresinden alıyordu. Yapıtlarıyla Cumhuriyet Dönemi edebiyatımız içinde çok önemli bir yeri vardır Necati Cumalı’nın.

Denize Bakıyorum öyküsünde üniversiteli bir gençtir denize bakan. Hukukta okumakta, bir ceviz ağacının gölgesinde Borçlar Hukuku’na çalışmaktadır ama bir türlü okuduklarını anlamaz. Bıkmıştır onun bunun alacağından vereceğinden… “Bağlamlardan, üstlenmelerden, üçüncü kişilerden…”

Annesi babası ona iş yaptırmazlar. “Sen çalış, derslerini bitir” derler. Onun okulunu bitirmesini dört gözle beklerler.

Yazara göre aile çevresi onun avukat ya da yargıç olacağını düşünmektedirler. Oysa onun böyle bir isteği yoktur. Bunu onlara anlatamayacağının, onların umutlarını yerle bir etmenin haksızlık olacağının bilincindedir.

Gençtir. Sevdiği bir kız vardır. Büyük istekleri yoktur. Karnı şöyle ya da böyle doymaktadır. Üste başa da önem vermez. Bütün mevsimleri sevmektedir o. Şiirler, şarkılar, parklarda güneşlenmek, yağmurlu havalarda sinemaya gitmek ister.  Küçük mutluluklarla sarhoş olur o.

Bağımıza bir saat uzakta deniz vardı. Bağımız tepede kalırdı. Kitabımdan başımı kaldırdım mı, bağımızla deniz arasında kalan kasabanın damları üzerinden, mavi, masmavi bir kanat hafifliğiyle sürünüp geçer, uçar gibi denizi görüyordum” der.

Bütün okuyan çocukların anneleri babaları gibi onun da annesi babası, okulun bitmesini, bir an önce ekmeğini kazanmasını beklerler. 

küçük bir yengecin dalgalara direnen bilinci

Ertesi sabah, harçlığını alıp deniz kıyısına gider kahramanımız. Arkadaşlarıyla oturup söyleştiği kahveye uğrar. Arkadaşlarını sorar; kahveci Osman Efendi, “Az önce buradalardı, denize gittiler” der. Osman Efendi’nin de canı sıkılmaktadır. Ona kahve pişirmeyi önerirse de o istemez. Aslında Osman Efendi, çoğu zaman gençlere yaptırır kendi kahvesini bile. O, hukuk öğrencisiyle biraz söyleşmek, yalnızlığını dağıtmak istemektedir.

Necati Cumalı. Cumhuriyet Dönemi edebiyatımız içinde çok önemli bir yeri vardır.

Sonunda arkadaşlarını bulur. Onlar denizdedirler. O da hemen soyunur.

“Rüzgârsız bir sabahtı. Deniz bıçakla kes dedikleri cinsten; hiç mi hiç kıpırdamıyor. Doya doya yüzdük. Çıkıp kıyıda güneşlendik. Sigara içtik. Kıyıda atlama tahtasının üstünden hevesimizi alana kadar çıktık çıktık atladık. Geçen kayıklara asıldık. Tâ denizin tenhalaştığını, neredeyse bizlerden başka kimse kalmadığını görüp şaşırıncaya kadar…

Rüzgâr çıkmış, deniz kırışmaya, dalgalar git gide büyümeye başlamıştı.”

Teyzesiyle eniştesinin yanına gittiğinde karnını doyururlar.  Onların dingin yaşamında da ona yönelik küçük umutlarla dolu bir sevgi vardır.  Kendi ektikleriyle, biçtikleriyle yaşamlarını kimseye muhtaç olmadan sürdürmenin iç erinciyle doludur yürekleri.

Onlardan ayrıldıktan sonra limanın dalgakıranına değin gider. Fenerin gölgesinde yüzünü denize doğru oturur. Rüzgâr sertleşmiş, dalgalar iyice azıtmıştır.

O, önündeki iki kaya arasındaki yengece diker gözlerini. Her gelen dalgayla yerinden oynayan yengeç inatla eski yerine döner dalga çekildikten sonra. Dalgalar dalgaları sırtlayarak gelir kıyıya üst üste. Yengeç direnir. Yazar sevgiyle izler yengeci. 

“Çoğu kayaların az ilerisinde yeniden doğrulan dalga bütün hızıyla kayaların üstüne, benim küçük yengecime, dört yanından saldırıyordu. Dalganın serpintileri ayaklarımın dibine düşüyor, rüzgâra karışan küçük damlacıkları yüzüme, üstüme başıma vuruyordu. Gözlerimi korkusuz yengecimden ayıramıyordum. Daha kayaların tepesinden dalganın son suları dökülürken onun eski yerini aldığını görmek, beni coşturuyor, onu içimden sessiz sedasız, uzun uzun alkışlıyordum.”

Derken bir yelkenli ilişir gözüne. Bu denizde çılgınlıktır bu ama çılgınlardır dikkate değer olanlar.

O sırada tepesinde bir gölge belirir. Arkadaşı Ali’dir.

Kahveye gitmeyi, oyun oynamayı, karpuz peynir ekmek alıp yemeyi önerir. İstemez.

“Ee peki ne bekliyorsun burada?”

“Hiç. Denize bakıyorum.”

Ali, ayağının ucuyla öteye gitmesini ister arkadaşından. Oturup o da denize bakmaya başlar.

“Onun için severdim keratayı. Ne desem anlardı” diye bitirir öyküsünü Cumalı.

Yumuşacık, yaşamın içinden, her an her insanın bir biçimde yaşadığı olaylardaki öyküleri bulup çıkaran bir sanatçıdır Necati Cumalı. Onu sevgiyle anıyorum sevgili okurlar.

Sağlıcakla kalın, şiirle, öyküyle, denizle kalın.

BİTTİ

PAYLAŞMAK İSTERSENİZ