İnsan ve deniz, hırslarına gem vurulamayan kardeşler

19 yaşında şiirden vazgeçsin diye bir gemiyle Hint Okyanusu’na gönderilen, kimi şiirleri döneminde ahlâka aykırı bulunarak yasaklanan Baudelaire Fransız şiirine yeni bir hava getirmiştir. Bugün “Kırlangıç Balıkları”ndan söz edeceğimiz Füruzan’ın öykülerinde ise her satırında okuyanın boğazına tıkanan bir yumruk vardır.

 

HİDAYET KARAKUŞ

Charles Baudelaire. Türk şiirini etkileyen ozanlardan biri olarak bilinir.

                  İNSAN VE DENİZ

                Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;

                Deniz aynandır senin, kendini seyredersin

                Bakarken alıp giden dalgaların ardından.

                Sen de o kadar acı bir girdâba benzersin.

 

                Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;

                Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin

                Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman.

                O azgın, o vahşi çırpınışında denizin.

 

                Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.

                Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;

                Sırlarınız daima, daima içinizde;

                Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin.

 

                Ama işte gene de binlerce yıldan beri                

                Cenkleşir durursun, duymadan acı, keder;

                Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,

                Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler!

 

                Charles Baudelaire

                (Türkçesi: Orhan Veli KANIK)

 

KIRLANGIÇ BALIKLARI

Ünlü Fransız şairi Baudelaire’in “İnsan ve Deniz” şiiriyle başladık bugün sevgili okurlar.

Baudelaire’i şiirseverler iyi bilirler. Türk şiirini etkileyen ozanlardan biri olarak bilinir. Özellikle Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerinde Baudelaire etkisi bulanlar vardır. 19. yüzyılda yaşamış bu Fransız ozanı 1821’de doğmuş, 19 yaşında şiirden vazgeçsin diye bir gemiyle Hint Okyanusu’na gönderilmiştir. Baudelaire’in, okyanustan döndükten sonra serserilik günleri başlar. Edgar Allen Poe’nin şiirlerini Fransızca’ya çevirir. Siyaset yapar. Şiirleriyle Fransız şiirine yeni bir hava getirir. Kimi şiirleri döneminde ahlâka aykırı bulunarak yasaklanır.

Bugün, Baudelaire’den başka bizden bir öykücünün, Füruzan’ın deniz insanlarıyla ilgili bir öyküsünden Kırlangıç Balıkları’ndan da söz edeceğiz.

Türk öykücülüğünün özgün ismi Füruzan’ın Kuşatma adlı öykü kitabında yer alan Kırlangıç Balıkları’nda, uzun öykünün öncülerinden olan yazarın her satırında hem derin bir gözlemi, hem acıta acıta yürüyen bir öyküyü buluruz.

SAHİLE BÜYÜK OTEL YAPILINCA

Kıyıda teknelerinde yaşayan balıkçılar Hıdır, İlyas Reis ve genç Mehmet ateşe vurdukları balık çorbasının pişmesini beklemektedirler.

Gecenin iyice bastırdığını gazinolardan yükselen şarkılardan anlarlar.

O yıl kıyıya büyük bir otel yapılmış, otelin yöneticileri özellikle yabancı müşterilerine balık sunabilmek için bunlara başvurmuşlardır. Balıkçılar sevinirler. “Bu yıl artık kalkanları, gümüş balıklarını, mercanları, kolyozları satacakları hazır yer vardı oracıkta. Ama kolay beğenmiyorlardı. Haziran sonuna doğru otelin müşterileri için kalkan vaktinin geçtiğinden söz etmişlerdi. Erkek bile olsa balığın tadında belli bir sulaşma vardı. Çok az çıkan kalkan yavrularına iyi para vereceklerini söylemişlerdi.”

“Her sabah dalyan ve ağ avcıları arasındaki konu budur artık. Çok güç elde edilirdi kalkan yavruları. Aslında bunlar yumurtaydı. İki yüz elli gramdan bir kiloya varanına kalkan yavrusu denirdi. Daha küçüklerinin otel için satışı düşünülemezdi.”

Bu tür konuşmalardan sonra otelin gelen giden müşterilerine daha bir dikkat eder balıkçılar. Yeni arabaların yanı sıra uzun yoldan geldiği tozundan dumanından anlaşılan arabalardan inenler çevrenin yoksul görüntüsüyle karşılaşıyorlardı.

Çevredeki yoksul görüntüler, gelenlere uygarlıklarını bir kez daha anımsatıyor, Surlar’ın gizleyemediği yoksul evlere gülümseyerek, küçümseyerek bakıyorlardı.

Balıkçılar, gelen kadınları genellikle beğeniyorlardı. “Uzun göğüslü, uzun bacaklı, dar sırtlıydılar. “

ZARİFE’NİN ÖYKÜSÜ

Ağustos gecelerinden birinde Lunaparktan taşan şarkılardan birine takılır kulakları, Bir erkek sesi şarkıda sevgilisinin yalancılığını haykırırken İlyas Reis, “Bu herif  her gece  böyle bağırmaktan bir gün çatlayacak” diye söylenir.

En gençleri Mehmet, suskundur. Konuşmayı pek bilemez. İlyas Reis en yaşlılarıdır.

Meyve sandığının üzerinde demlenirler akşamları.

Geceleri bir konukları vardır sessizce aralarına katılan: Zarife.

Balıkçılar, onu beklerler özellikle çorbanın piştiği dakikalarda. O sessizce gelir, sofraya sokulur.

Yemeğin bitiminde Hıdır, balıkçı kahvesine çekilir gider. Ortalığı Zarife toplar hiç konuşmadan.

Mehmet, kadının eline üç beş kuruş verip yollamayı düşünür.

İlyas Reis, “Ulan deli!” der; “Ulan deli bozuk! Güneş, içki, gece… Karşıdan da bedavasına aşkı-hasret şarkıları. Deli misin lan?  Fukaraysan erkek değil misin yani? Ben şimdi bi yol sızacağım… Git konuşturma beni… Gençsin be oğlum, genç…”

Zarife’nin öyküsü başlar bu andan sonra. Kumsalda sessizce seviştikleri o gece iki aydan bu yana geceleri geldiği için yüzünü göremediği kadının yüzünü merak eder Mehmet. Sevgiden eser yoktur ilişkilerinde. Mehmet sigara sunar kadına. Zarife alır, içine çektiğinde kuru bir öksürüğe tutulur. Mehmet, biraz da şaşkınca sorar:

“Ne o? Hiç içmez misin sigara?”

“Para mı var ki sigaraya ayıracak. Şimdilerde fabrikaya ucuzuna kız çocuğu almaya başladılar. Tısımız çıkmıyor. Bir de sigara… Olur mu ya Mehmet?”

Mehmet, der demez açık saçıklık, kadınlık sarıverdi Zarife’yi. İlk kez adını alıyordu ağzına:

“Kaç yaşında varsın Zarife? Seni şöyle gündüz gözüyle görmedim. İlk beni çağırdığında beraber buraya yürüdüğümüz gece tren köprüsünün altında çelimsiz duruyordun…”

NASIL OLSA DENİZE ÇIKACAK

Zarife’ye, kocasını onu oğluyla bırakıp gittikten sonra fabrikadan aldığı yetmez. Oğlunun yağı çekilmiş, kuru zeytin taneleriyle ekmekten başka bir şey yediremez. Ara sıra fabrikadan göğsüne sokuşturduğu bisküvi götürür çocuğa. Onlar da nemden yumuşayıverir eve varıncaya. Oğlan dokuzundadır. Okula gider. Sünnetini bile yaptıramamıştır. Çocuk soru sormadan kendi yazgılarını benimsemiştir; bu Zarife’ye çok dokunur. Bu işi zorla üstlenmiştir.

“Kolay sanma… Yetmiyor… Para…”

Mehmet, alt üst olmuştur ama dinler kadını.  Kadın bir acı çağlayanı gibidir.

Zarife “Ne sandın ya? Bir senden aldığımla olmuyor. Daha adam bulmalıyım. Hem senin gibi sessiz, beni etrafa yaymayacak. İyi iyi, öteye çekiliverdin değil mi? Deli gençlik, o herife de he, dediğimde benden yürekli çıkar bellemiştim. Üste de bir çocukla savdı başından beri. O bunu yapınca namussuz oluyorum, orospu oluyorum. Kendi karnını doyuramayan adamın sevda nesineymiş. Kolay mı sanıyorsun köprü dibine ilk adama çıktığım günü? Seni niye seçtim? … Ben kadınlığımı yitireli yıllar oldu. Ne bilirsin yirmi beşinde kuruyuvermeyi… Artık bıktım. Kir pas içindeyim. Sen dua et bisküvi kokularına… Hadi ver paramı . İş bitti… Hadi…”

Her satırında okuyanın boğazına tıkanan bir yumruk vardır Füruzan’ın öykülerinde.

Mehmet, bir tokat atar Zarife’ye bu konuşmanın sonunda. Kadının ağlamasına dayanamaz, onu öpüp okşar, gönlünü almaya çalışır. Ona, Pazar günü oğlunu da getirmesini, kayıkla onları dolaştırmaya söz verir. Parayı da o güne ayarlayacaktır. Nasıl olsa denize çıkacak, tuttukları balıkları otele satacaklardır.

DENİZE DÖNERİZ DİYE KORKANLAR

Pazar sabahı, iki sepete koyduğu balıkları otele götürür. Usta dün getirip bıraktıklarını söyler. Mehmet, Safter Bey’e durumu anlatmaya çalışır:

 “Siz istemiştiniz kalkan yavrusu. Hem kırlangıç diye satın aldıklarınız öksüz cinsi.  Hiç tadı olmaz onların.”

 “Bugünlük balığa ihtiyacımız yok. Bunlar söylemediler mi? Erkenden lokantalara satardın.”

“Dolapta tutarsınız Safter Bey, balıkların hepsi diri.”

Mehmet, gerilir iyice. Safter Bey, balıkları ucuza kapatmaya çalışmaktadır.

“Dünkü kırlangıçların fiyatına alırım.”

Çalışanlar bir kavganın kopacağını sezer, kendileri gibi bir yoksul olan Mehmet’e adeta kulaklarını tıkarlar. Mehmet’i bu çok gücendirir. İçlerinde merhaba dedikleri, birlikte çay içtikleri bile vardır.

Mehmet, hem çalışanların duyarsızlığına, hem Safter Bey’in tavrına öfkelenir, çalışanları imleyerek “Bunlar korkak, denize döneriz diye korkuyorlar” diye söylenirken öfkesi yönünü bulur. Havaya kaldırdığı ellerini Safter Bey’in yüzüne indirir. Safter Bey, yerlere düşer, gözlüğü fırlar gözünden. Sonrasında Safter Bey’in “Hırsız var” diye çağırdığı otel görevlilerini sağa sola savurarak kaçar; peşinden gelecek polisin, otel çalışanlarının yetişemeyeceği denli hızla koşar. Kendini denizin kollarına bırakır.

İlyas Reis onun ardından;

“Çabuk varır Gümülcinelinin giden takasına. Akıntı Mehmet’ten yana. Sonra n’olur? N’olacak, Mehmet gençtir daha. Zamanı çok” diye söylenir.

PAYLAŞMAK İÇİN…