
İnsanın kendisinden yüce, kendinden büyük bir güce ihtiyacı vardı. Fakat o yarattığı güce de kendinden özellikler verecek kadar güdük bir hayal gücüne sahipti ve yeri geldi karşısında korktu, yeri geldi ağladı, içini döktü
EMİNE SUPÇİN
Tahminimce…
Sanırım…
İnanıyorum…
Eminim…
Biliyorum…
Yukarıdaki ifadelerin sıralanışı öznellikten nesnelliğe giden yolun basamaklarına benzemiyor mu? Eğer herhangi bir olguyu test edip ispatlayabilirsen biliyorsundur. Gerisi senin sübjektif yargılarından başka bir şey değildir. Örnek mi?
“Tahminimce o adamı terk edecek. Ahan da buraya yazıyorum.”
(Kadın adamı terk etmez, tam tersine evlenip çoluk çocuğa karışırlar.)
“Pencerelerinde ışık var, sanırım evdeler.”
(Hırsıza karşı alınmış bir önlem. Onlar da senin gibi düşünsünler diye.)
“Eşim akşam geç geleceğini söyledi. Eminim iş görüşmesindedir.”
(İşyerinde olduğu doğru ama iş görüşmesinde değil bacım.)
“İnanıyorum ki yeni nesil, daha çağdaş adımlar atacak.”
(Cep telefonlarından başlarını kaldıramadıkları ve gittikçe aptallaştıkları için çağdaş adımlar şurada dursun, büyük ihtimal (bakınız bu da sübjektif bir ifade) çağdaşlık kavramını bile anlayamayacaklar.)
“Suyun deniz seviyesinde 100 santigrat derecede kaynadığını biliyorum.”
Bilmek dışındaki tüm ifadeler ne kadar zavallı ve güdük değil mi? Ve bunların içinde insanın sımsıkı bağlandığı ve bilmeye tercih ettiği en önemli ve en tehlikeli kavram inanmak.
İyi de inanmayalım mı?
“Seni seviyorum,” diyen kadına/adama; ödünç aldığı bir şeyi “Yarın getiririm,” diyen komşuya, “Haftaya teslim ederim,” diyen ustaya güvenmeyelim mi? (Bak, inanmak dediğin nasıl da akraba çıktı güvenle. İnsanın inanmasının ardında güvenme ihtiyacından başka hiçbir şey yok. Antik sunaklarda azgın tanrılara verilen kurbanların kanı güven için akıtıldı. Tanrının hiçbir talebi olmamasına rağmen, sırf tanrısını kaybetmekten korktuğu için canavarlaşan ve her yeri ateşe veren cehaletin, salya saçarak insanları diri diri yaktıran öfkesinin altında güvensizlik vardı. Çünkü insan kendine güvenemiyordu ki bir başkasına güvenebilsin… Çünkü insan kendini sevemiyordu ki bir başkasını sevebilsin. Çünkü insan bizzat kendisi insan olamıyordu ki bir başkasından bunu bekleyebilsin! Bu yüzden insanın kendisinden yüce, kendinden büyük bir güce ihtiyacı vardı. Fakat o yarattığı güce de kendinden özellikler verecek kadar güdük bir hayal gücüne sahipti ve yeri geldi karşısında korktu, yeri geldi ağladı, içini döktü.
İnsan henüz, insanlığın çok başında. İnanmakla bilmeyi birbirine karıştıran mı ararsın, inanmayı bilmeye tercih edeni mi? İşimiz yaş, yolumuz çok uzun. Üstelik adına teknoloji denen çok dişli ve dönen çarklı canavarın içine çekildik. Teknoloji bilim değil; bilimin yan ürünü. Fakat o da, gözünü toprak doyurasıca para hırsının (adına kapitalizm deyin, insani hırslar deyin, ne derseniz) elinde, geride kalan insanlığı gerzekleştirmek için kullanılıyor.
Referansımız inanmak değil, bilmek olmalı. İlle de inanmayı tercih ediyorsak bu inanç bilime yönelmeli. Çünkü ölçmeyi icat etmişsen arkasında durmalısın. Bana ne ben mi icat ettim diyorsan, bir kenara çekil, hiç olmazsa bilimin önünü tıkama. Yoksa inanmayı aşamayacak ve asla bilemeyeceğiz…
PAYLAŞMANIZ İÇİN