İki bin yirmiye veda ederken…

 “Şu an gülüyorum ama görmüyorsunuz” demekle geçti bütün bir yıl. Maskenin arkasında esnedik, kimse görmedi. Güldük, ağladık, hüzünlendik, çileden çıktık bazen. Kimse görmedi. Beş kuruşu on liranın yanına koyduk. Kimse görmedi.

DERYA 

Yılları, zamanları aşıyoruz; bazen aşınıyoruz ama… Dalgaların vurduğu taşlar, kayalar gibiyiz her birimiz. Aşınıyoruz. Aşınırken belki kopuyor bazı parçalarımız. Dalgaların etkisiyle belki de yeni bir şekil alıyoruz. Dalgaların vurduğu taşlar, kayalar gibiyiz derken, yerinde sabit kalmaktan bahsetmiyorum. Çünkü gün geliyor sürüklenebiliyoruz da bulunduğumuz yerden. Hiç beklemediğimiz bir anda bizi başka bir yere götürebiliyor yaşam, ama her ne olursa olsun bir şekilde yaşamaya ve özümüzü korumaya gayret ediyoruz.

2020 böyle bir yıl değil miydi birçoğumuz için?

Korkularımız oldu, sevinçle karışık endişelerimiz… Kayıplarımız oldu. Kayboldu bazı taşlar. Bilinmezliğe mi gitti yoksa bildiğimiz -hakiki- yere mi gitti, bunu bilmiyorum. Kendimizi bulucaz diye sevindik karantinalarda. Bazılarımız buldu. Ama kendinden bir süre sonra sıkılanlar da oldu. Küçük sevinçler yarattık birbirimize. Seslerimizi özledik, sarılmayı ve hasret gidermeyi… İş buldu diye sevinirken salgında çalışacak olmasına üzüldüğümüz sevdiklerimiz oldu.

Yıllar sonra, kaç akşam çay demleyip okey oynadı mesela bir aile… O hep rafta okunmayı bekleyen kitap sonunda okundu. Şöyle güzel bir sabah kahvesi içildi; koşmadan, bir yere yetişmeye çalışmadan… Öğrencilerine daha verimli ders anlatmak isteyen hocalar, interneti epey bi kurcaladı, kendini geliştirdi.

Evdeki kediler için bir şey değişmedi sanırım.. Her gün evin kapısı açıldığında apartmanda gezmek isteyen kedi yine ev arkadaşı tarafından kapı eşiğinde kucaklandı ve içeri alındı. Sonra işte, o kedinin halinden anladı bütün dünya..

Salgınla mücadele edelim derken salgınla mücadele edenleri yitirdik; doktorlarımızı, sağlık emekçilerimizi… “Yönetemiyorsunuz, ölüyoruz” dediler. Yönetilemedi, öldüler. “Mesafeyi koruyalım” demeye çalışırken kavgaya tutuşan insanları izledik haberlerde. Evsize kesilen sokağa çıkma cezasını okuduk gazetelerde.

Bana bişey olmaz” diyen herkese geldi sıra. Onlara “bişey” oldu. İşin ciddiyetini anlamak aylarımızı aldı. (Bunu ülke geneline vurarak söyledim.)

ŞU AN GÜLÜYORUM AMA GÖRMÜYORSUNUZ

 Şu an gülüyorum ama görmüyorsunuz” demekle geçti bütün bir yıl. Maskenin arkasında esnedik, kimse görmedi. Güldük, ağladık, hüzünlendik, çileden çıktık bazen. Kimse görmedi. Euro 10 olduğunda, “Allah’tan Euro borcumuz yok” diye kendimizi teselli ettik?! Halihazırda çektiğimiz geçim sıkıntısı artık akılalmaz bir hale geldi. Beş kuruşu on liranın yanına koyduk.  Kimse görmedi.  İşimizden olduk ya da iş yerimiz zorunlu biçimde kapatıldı. Derslerimize katılamadık, çünkü aklımız vardı ama akıllı telefonumuz ya da tabletimiz yoktu. Kimse görmedi.

Aile içi şiddet arttı; kadınların çığlıkları, çocukların ağlayışları yankılandı farklı evlerden. Cenazeler sessizce uğurlandı. Kimse görmedi, duymadı… Bu ülke böyle… Görmeyen ve duymayanlarla dolu. Görmeyen ve duymayan yöneticilerle dolu. Yıllar önce “Gözlerimizi kapasak da kanın rengi kırmızı” diyen yazar bugünkü körlüğe ne der acaba…

DEVASA DÜNYANIN PARÇALARI

Hepimiz birer parçasıyız bu dünyadaki bütünlüğün. Ya bir kayayız deniz kıyısında ya da bir kum tanesiyiz tuzlu suyun içinde. Ya da küçük bir yengeç, kendi yaşama telaşında? Bir deniz yıldızı? Akıntılarla dans eden bir yosun? İçinde bir inci büyüten midyeyiz belki. Bazılarımız suyun yüzünde ordan oraya giden, sonunda kendine bir kıyı bulup orda kalan lodosun getirdiği bir parça. Bazılarımızsa beton harçla bütün küçük taşları içinde barındıran kendine has bir varlık.

Kimimiz var ki denizin ta kendisi… Kimimiz var ki bir deniz feneri; yol göstericilerimiz. Kimimiz de bir balıkçı, kendi kısmetinin peşinde. Ağa takılmış bir balık bazılarımız, çırpınmaya çalışıyor yaşamak için. Kimimiz de kayaların arasını kendine ev yapan üç renkli bir kedi. Herkes bu devasa dünyanın bir parçası…

YA SİZ KİMSİNİZ?

Size sevdiğim insanları anlattım az önce… Onlar da bilmiyor burda kim olduklarını. Düşünsünler bakalım:) Siz de düşünün kendinizi, sevdiklerinizi… Kimdir onlar? Ya siz kimsiniz?

Mesela bir zeytin ağacının o en tepesindeki büyük zeytin tanesi kim hayatınızda? Ya da gökten yağacak bir yağmurun ilk damlası kim olabilir sizin için? Bazı sabahlar bulutların arasına gizlenen güneş, kardeşiniz midir yoksa? Milyonlarca dalgayı yüzüne yese de yine de dimdik duran kaya, anneniz midir?

Zaman zaman fırtınalar kopar, şimşekler çakar, yeryüzü yerinden oynar deprem olur. Dalgalar gelir dalgalar gider. Sonra bir gün bir gemi gelir ve sevdiğimiz/sevdiklerimiz dönmeyecek bir sefere çıkarlar o gemiyle. Yaşam dönüşümdür.” deyip yaşamaya devam ederiz.

Başımıza nelerin geleceğini hayal bile edemeyeceğimiz bir dünya artık burası…. Yapacağımız tek şey ise yaşamak ve direnmek. Direnirken yaşama güzellikler katmak, güzellikler bırakmak. Özümüzü koruyarak, kendimizi hatırlayarak.

NO NOS MOVÈRAN

O dalga gelir, bu dalga gider… Bazen karıncanın su içtiği bir deniz olur bu dünya. Bazen kendinden taşar…

Bu şarkı da (No Nos Movéran) yıllar önce Joan Baez’in grevdeki işçiler için yazdığı bir direniş şarkısı.

Diyor ki şarkı:

“Hayır, hayır, yapmayacağız, taşınmayacağız! Tıpkı nehrin yanında duran köklü bir ağaç gibi hareket etmeyeceğiz, taşınmayacağız.”

Bu yıl da bizim direniş yılımız oldu. Bu şarkıyı tam da yıl biterken söylemek istedim dilim döndüğünce.

Görünen o ki, 2020’den sağ salim çıktık…

2021 daha güzel olsun, daha ferah, daha çekilesi…

İyi seneler…