İbni Battûta’dan İstanbul Sözleşmesi’ne

Vurgulamak gerekir ki, Osmanlı ya da bir başkası kılıçla iktidarı aldığında, hazır bir örgütlü toplumsal yapıya da sahip olmaktadır; yani, ekonomik ve sosyal örgütlenme, Osmanlı’dan önce zaten Anadolu’da vardır. Yerel halk sivil iktidarını çoktan kurmuş, gündelik hayat örgütlenmiştir

PROF DR. GÜLAY MİLLİ LOĞOĞLU

İbni Battutâ (1304-1369), 1330’lu yıllarda Anadolu’yu ve o dönemin bilinen dünyasının büyük bölümünü gezmiş olan Berberi kökenli Faslı gezgin. Orta Çağın bilinen en büyük gezgini. Türkçe ve Farsça dillerini bilen ve iyi bir eğitim görmüş olan İbni Battutâ, 21 yaşına geldiğinde Hac’ca gitmeye karar vermiş ve bu yolculuk boyunca Tunus, İskenderiye, Kahire, Şam ve Kudüs gibi şehirlerden geçerek, yaklaşık bir buçuk yıl sonra Mekke’ye ulaşmıştır. Bu uzun yolculuk boyunca geçirdiği deneyimlerden ve gördüğü şehirlerden çok etkilenen gezgin, Fas’a geri dönmeyerek gezilerini sürdürmüştür.

29 yıl süren ve Çin’den İspanya’ya kadar yaklaşık 130 bin kilometreyi bulan gezileri boyunca İslam dünyasının ve çevresinin büyük bir bölümünü gezmiş ve edindiği izlenimlerini ve anılarını seyahatnamesinde toplamıştır. Birçok İslam ülkesinde kadı olarak da görev yapmıştır. Günümüz ülke sınırları dikkate alındığında; Afrika, Orta Doğu ve Uzak Doğu coğrafyalarını da kapsayan  44 farklı ülkeye seyahatler yapmıştır; bu ülkeler arasında Irak, İran, Suriye, Somali, Tanzanya, Türkiye, Kırım, Hindistan, Çin, İspanya ve Mali bulunmaktadır.

Bugün birçok dile çevirilen İbni Battutâ’nın Seyahatname’si, dünya tarihinin en önemli seyahatnamelerinden biri sayılmakta ve çeşitli tarihsel araştırma ve incelemeye kaynaklık yapmaktadır.

BİR SEYYAHIN GÖZÜNDEN 14. YÜZYIL’DA ANADOLU

Bu seyahatname, 14. Yüzyıl Anadolu’su ve Türk tarihi açısından da önemlidir, çünkü bu kaynakta Anadolu şehirleri de oldukça önemli bir yer tutar. Antalya, Burdur, Eğridir, Denizli, Tavas, Muğla, Bursa, Amasya, Kayseri ve Sivas, İbni Battutâ’nın seyahatnamesinde yer verdiği bazı Anadolu şehirlerindendir. Örneğin Bursa’da Orhan Bey’le görüşmüş ve seyahatnamesinde ondan ‘’Türkmen hükümdarlarının en ulusu’’ olarak bahsetmiştir. Yine ahilik hakkında da önemli bilgiler vermiştir. Ayrıca Bizans dönemi İstanbul’unu ziyaret eden gezgin, notlarında oradaki yaşama da değinmiştir.

İbni Battutâ, Alanya’da gemiden inip, başta Hamidoğulları olmak üzere, çeşitli Anadolu Beylikleri’ni gezip, Sinop’tan Kırım taraflarında hüküm süren Altınordu Hanlığı’na geçmiş. Anadolu’da gördükleri, ona ‘’cennet burada’’ dedirtmiş. Moğol istilasının hemen sonrasında Beylikler Anadolu’da hüküm sürmekte. Gezdiği kentlerde, yollarda aç açık insan görmemiş. Osmanlı Bursa’yı yeni almış, Anadolu’ya henüz el atmamış. Çeşitli tarihçilerce Anadolu’nun altın çağı olarak adlandırılan bir dönem.

Gezgin, beraberindeki cariyeleri ve hizmetkarlarıyla birlikte Denizli’ye girmek üzere iken, birden önüne palalı bıçaklı bir grup çıkar. Bu arada, ikinci bir grup daha gelir ve iki grup birbirine girer. İbni Battutâ, ‘’bunlar bizi soyma sırası için birbiriyle dövüşüyor’’ diye düşünüp, can derdine düşer. O sırada, Arapça bilen bir hacı çıkagelir ve ona, ‘’bizi kurtar’’ diye yalvarırlar. Hacı, onlara durumu anlatır: karşılarına çıkanlar, Denizli’nin birbirine rakip iki Ahi Ocağı’dır. Bir gezgin kafilesinin kentlerine gelmekte olduğunu duymuşlar, karşılamaya çıkmışlar ve konuk etme kavgasına girmişlerdir. Her iki gruba da ayrı günlerde konuk olma sözü verilerek, iş tatlıya bağlanmıştır.

Bu durumda, sığ bir söylemle, ‘’Anadolu insanının konukseverlik hasleti’’ gibi açıklamalar yapılabilirse de, bu olaya neden olan yaklaşımın temelinde, birçok toplumbilimciye göre, Anadolu’daki Ahi örgütlenmesi yatar. (Sosyal ve ekonomik bir örgütlenme; 13. Yüzyılda Anadolu’da, Balkanlar’da, Kırım’da Türkler tarafından kurulan esnaf, sanatkar ve üretici birlikleri ve bu birliklerin uyguladığı ahlaki, siyasi, ekonomik, felsefi ilkeler bütünü.)  İbni Battutâ, Ahilerin konukseverliğini anlatırken, ‘’Ben, dünyada onlardan daha ahlaklı ve erdemlisini görmedim’’ şeklinde bir aktarımda da bulunmaktadır.  

TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME

Bu durumda vurgulamak gerekir ki, Osmanlı ya da bir başkası kılıçla iktidarı aldığında, hazır bir örgütlü toplumsal yapıya da sahip olmaktadır; yani, ekonomik ve sosyal örgütlenme, Osmanlı’dan önce zaten Anadolu’da vardır. Yerel halk sivil iktidarını çoktan kurmuş, gündelik hayat örgütlenmiştir. Günümüz kavramlarıyla söylenirse, özellikle Beylikler dönemi Anadolu’sunda, yerinden yönetime benzer bir yerel örgütlenme söz konusudur. Bir değerlendirmede bulunmak gerekirse, herhangi bir yerde yenilen bir ordu dağılıp, bu ordunun kenti, ülkesi ele geçirildiğinde, o kent ve ülkenin halkı anında örgütlenemez; zaten örgütlü olan alanda iktidar el değiştirmiştir.

Benzer bir örnek verilirse; Halife Ömer Mısır ve Suriye’yi fethettiğinde, oradaki mevcut toprak sistemini aynen korumuştur. İktidar İslam’ın kılıcında olsa da, Halife Ömer’in, Suriye’li bir köylüye vergi konusunda, ‘’Acem’e ne veriyorsanız onu vereceksiniz’’ dediği aktarılır.

Denizli örneğindeki Ahilerin davranışına gelirsek, bunda özverili konukseverlik ve yüksek ahlaki değerlerin yanısıra, ekonomik dinamikler de etkendir. Çünkü gezginler bir iletişim aracıdır; günümüz kavramıyla, kentin reklamıdır. Kervan yollarında oluşturulan ücretsiz kervansaraylar, hanlar sistemi boşuna değildir. Bu sistemin işlemesi, ekonomik gelişme ve sürekliliği sağlamaktadır.

Yukarıda da belirtildiği gibi; zaten örgütlü olan alanda iktidarı ele geçiren güç zaman içinde olumlu anlamda bir dönüştürmeye gidebilirse, ancak o zaman yüksek uygarlık yaratımlarından söz edilebilir.

İbni Battutâ’nın tanıklığından; günümüzde varılan Fütuhatçı anlayış ve bu anlayışın ‘betonlaşarak kalkınma modeli’ne dair kanımca çıkarılacak sonuçlar olmalıdır.

BURADA KADINLAR YÜZLERİNİ ÖRTMEZLER

Anadolu Türklerinin siyasi, iktisadi, sosyal, dini, kültürel yaşamları hakkında çok önemli bilgiler veren İbni Battutâ’nın, 14. Yüzyıl Anadolu’sundaki sosyal hayat ve kadınlara ilişkin gözlemlerine gelince:

Seyahatnameye göre İslamiyet öncesi Türklerde, erkek ile kadın mekanlarının ayrışmadığı ve kadınların sosyal hayattan dışlanmadığı anlaşılmakta. İbni Battutâ bu durumu şöyle anlatmaktadır: ‘’Anadolu’ya geldiğimizde hangi zaviyeye gidersek gidelim, büyük alaka gördük. Komşularımız, kadın ya da erkek, bize ikramda bulunmaktan geri durmuyorlardı. Burada kadınlar yüzlerini örtmezler. Yola çıkacağımız zaman akraba ya da ev halkındanmışçasına bizimle vedalaşır, üzüntülerini gözyaşı dökerek belli ederlerdi. ’’ İbni Battutâ, Anadolu’da kadınların sosyal yaşamda serbestçe hareket ettiklerini aktarmak amacıyla, tanık olduğu bir olayı daha eserine dahil etmiş: ‘’Önümüzde ata binmiş bir Türk kadını ile bir hizmetkar, Yenice beldesine doğru gitmekte idi.’’

Seyahatnamede, dönemin kadınlarının yönetimde de görev aldıklarına dair kayıtlara da rastlanmakta. Bu kayıtlara ilişkin birinci örnek, Kayseri’de yaşayan Emir Alaeddin Eretna’nın hatunu ile ilgilidir. İbni Battutâ, Emir’in eşinin huzuruna çıktıklarında kendilerini ayakta karşıladığını, selamladığını ve konuştuğunu, kendileri için yemek hazırlattığını, ayrılırken de kendilerine çeşitli hediyeler verdiğini söylemektedir. Diğer bir örnek ise, İznik ziyareti sırasında karşılaştığı Osmanlı Bey’i Orhan Bey’in eşi Nilüfer Hatun’la ilgilidir: ‘’…Şimdi bomboş olan şehirde saray hizmetkarlarından birkaçı ve Sultan’ın hanımı Beylun (Nilüfer) hatun oturuyor. Şehir ahalisine hükümranlık eden erdemli, iyi yürekli bir kadın.’’

Yine İbni Battutâ’ya ait olan şu aktarım, 14. Yüzyıldaki Anadolu kadınının yeri hakkında son derece öz bir bilgi vermektedir: “Burada öyle ilginç bir duruma şahit oldum ki, o da Türklerin kadınlara gösterdiği saygıdır. Burada kadınların kıymeti ve saygınlığı erkeklerden daha üstündür. Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlar, pazarlarda alışveriş yaparlar. Bazen kadınlara erkekleriyle beraber rastlarsınız ve o vakit bu adamları, onların hizmetkarları sanırsınız…”

BUGÜNÜN KIRILMA NOKTASI

Faslı gezginin 14. Yüzyıl Anadolu’sundaki sosyal hayat ve kadının yerine dair tanıklığı ve aktardıkları, aynı coğrafyadaki günümüz kadın haklarının uygulamada getirildiği yer ve toplumsal yaşamda kadının yeri üzerindeki siyasal dinci politikaların etkisine dair de bizi bir dizi sonuç çıkarımıyla baş başa bırakmakta… Hele de kadın taciz/tecavüzlerinin ve kadınların erkeklerce katledilmelerinin çığ gibi giderek arttığı, bu konuda kadınlara cinsiyetçi yaklaşımların egemen olduğu ve İstanbul Sözleşmesi’nin dahi tartışmaya açılıp, bu Sözleşmeden vazgeçileceğinin ilan edilmesine dek varan günümüz ortamında !…

Sonuç olarak bu konudaki son kırılma noktasına gelinirse; devlet işleyişi ve toplum üzerinde her konuda egemen olmaya başlayan siyasal dinci söylem ve uygulamaların, laik Cumhuriyet’le gelen aydınlanmacı kazanımları birer birer yok etmesi, ve gelinen bu durumda, toplumun en azından bir kesimini de kadın taciz/ tecavüzleri, kadına öldürmeye dek varabilen şiddet uygulamaları ve cinsiyetçi yaklaşımlar konusunda da yüreklendirerek, kaçınılmaz olarak kadını da ‘vurması’ söylenebilir.

O halde çözüm, bütüncül bir yaklaşımla, aydınlanmacı laik Cumhuriyet’in tüm kurumlarıyla birlikte tekrar kurulması ve yaşama geçirilmesi için, siyasal ve toplumsal aktif mücadeleden geçmektedir.

Kaynaklar

Ömer Lütfi Barkan: Türkiye’de Toprak Meselesi, 1980

Suat Karaman: İbni Battutâ’ya göre 14. Yüzyılda Anadolu

İbni Battutâ Seyahatnamesi; Ed. M.Sabri Koz, Çev. A. Sait Aykut. Yapı Kredi Yayınları

Muharrem Ergin: Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, 1989

Sabri Kuşkonmaz; website