“Hiç kimsenin tarafında değilim çünkü kimse benim tarafımda değil”

İki Hobbit’in Orta Dünya’daki savaşta kimin tarafında olduğu sorusuna Entlerin lideri Ağaçsakal’ın bu cevabı düşündürücüdür… Tolkien okurken bazen keşke gerçek dünyada da ağaçları ve ormanları koruyan Entler olsa diye hayal ederim. Sonra hemen bu hayalden vazgeçerim. Olsalardı, bizler Entleri de çoktan evler ve fabrikalar ve madenler için kesip öldürmüş olurduk.

LEYLA TUNÇ YELTİN

Yüzüklerin Efendisi-İki Kule.

“Yaşayanların çoğu ölmeyi hak eder, Frodo. Ölenlerin bir kısmı da yaşamayı. Sen hak etmediği halde ölenlere hayatlarını geri verebilir misin? Öyleyse öldürme konusunda hüküm vermek için acele etme. En bilge olanlar bile yolun sonunu göremez.”
(Yüzük Kardeşliği, Gandalf)

“Yüzüklerin Efendisi” serisinin ikinci filmi “İki Kule” ile yeniden birlikteyiz.

Hobbitler, Elfler, Cücelerle dolu dünyaya tekrar hoş geldiniz.

Geçen hafta nerede bıraktığımızı hatırlıyor musunuz?

Hani Gandalf ateş iblisiyle savaşırken karanlık bir uçurumda kaybolmuştu. Boromir de Merry ve Pippin’i Uruk-Hai’den kurtarmaya çalışırken hayatını kaybetmiş, bir nevi Frodo’ya yaptığı kötülüğün kefaretini ödemiş, buna rağmen Hobbitlerin kaçırılmasına engel olamamıştı.

Frodo ve Sam “Tek Yüzük”ü Hüküm Dağı’nın ateşlerinde yok etmek amacıyla tüm diğer arkadaşlarını geride bırakarak Mordor’a doğru yola çıkmışlardı.

Artık yüzüğü taşımada Frodo’ya yardım edemeyecek olan Aragorn, Legolas ve Gimli ise Merry ve Pippin’i kurtarabilmek amacıyla Uruk-Hai’nin peşine düşmüştü.

Yani ilk öyküde kurulan “Yüzük Kardeşliği” dağılmıştı. Saruman ve Sauron ordularını topluyor, karanlık giderek yükseliyordu.

Konuyu bu noktada bıraktık.

Artık biz masal dinleyicileri kahramanlarımızın yeni maceralarına hazır haldeyiz. Rahat koltuklarımıza kurulup maceranın devamını bekliyoruz.

Ve öykümüz başlıyor. Bu seferki maceranın adı “Yüzüklerin Efendisi: İki Kule”

Serinin ikinci filmi, adını Saruman’ın Isengard’daki kulesinden ve Sauron’un Mordor’daki “Kötü Göz”ünün dikkatle her yönü seyrettiği kuleden alır. Yani iki meşum kule arasında geçen bir öyküdür.

Yüzük Taşıyıcı Frodo, Sadık Dostu Sam ve ikiyüzlü rehberleri Gollum

Frodo ve Sam kayalık ve belirsiz bir coğrafyada yollarını kaybetmişlerdir. Hüküm Dağı her yerden görünür ancak ulaşmak mümkün olmaz. Tekrar tekrar aynı yerlerden geçerler.

Frodo, yüzük taşıyıcısı olduğu için Sauron’un her şeyi gören gözünün varlığını devamlı hisseder. Göz ve yüzük bir arada, hem bedeninin hem ruhunun bütünlüğü üzerinde ciddi bir tehdit oluşturur.

Bir de yolculuklarının başından beri onları takip ettiğini hissettikleri, zaman zaman görüp kaçırdıkları Gollum vardır. Tedirgindirler.

Sonunda zor da olsa Gollum’u yakalamayı başarırlar.

Ve karşımızda meşhur Gollum!

Gollum. Yüzüğün önceki sahiplerinden biri.

Gollum yüzüğün önceki sahiplerinden biridir. Tek yüzüğü yaklaşık beş yüz yıl taşımış olduğu için ömrü uzamış ancak yüzük onu tuhaf bir yaratığa dönüştürmüştür. Bütün arzusu yüzüğünü tekrar ele geçirmektir. Yüzükten ayrı kaldığı her gün onun için işkencedir.

Frodo ve Sam tarafından yakalanınca yüzükten ayrı düşmemek için onları Mordor’a götürmeyi, onlara rehberlik etmeyi kabul eder. Yolda Frodo’nun nazik yaklaşımları nedeniyle kötülüğün kıskacından kurtulmuş gibi görünse de, yüzük beş yüz yıl önce onu taktığı andan itibaren Gollum’u etkisi altına almıştır.

Yüzüğü bulduğu an etkisine girmiş, ona sahip olabilmek için arkadaşını öldürmüş ve yaşadığı toplumdan dışlanmıştır. Yüzükle birlikte ve yapayalnız geçirdiği tüm o uzun yılların sonunda Gollum artık geri döndürülemez şekilde bozulmuş durumdadır.

Film boyunca Gollum’un kendi kendine yaptığı konuşmalara, kötülük, tuzak ve ihanet planlarına tanık olsak da Gollum’a karşı acımadan başka bir his besleyemeyiz. Kötüdür evet, ama aslında yüzük tarafından yoldan çıkarılmış zavallı bir yaratıktır sadece.

Bu noktada, Frodo ve Sam’i Gollum’un rehberliğinde Mordor’a doğru yol alırken bırakalım, diğerleri ne yapıyor bir bakalım.

Aragorn, Legolas ve Gimli, diğer Hobbitlerin Peşinde

Aragorn, Legolas ve Gimli; Uruk-Hai’yi gözden kaçırmamak için hemen yola koyulurlar. Atları yoktur, o yüzden gece gündüz demeden, çok yorularak ama hiç dinlenmeden koşarlar koşarlar.

Burada, tüm Orta Dünya’nın en önemsizi addedilen bir ırka mensup iki Hobbiti kurtarmak için üçü de kendi türlerinde taht varisi olan İnsan, Elf ve Cüce’nin fedakârca çabalarına tanıklık ederiz. Bu kovalamaca uzun bir sahnedir ve seyredene “önemsenme” “geride bırakılmama” “dostluk” duygularını yaşatır.

Kovalamaca Rohan bozkırlarında devam eder.

Atlarına kardeşleri kadar değer veren Rohan savaşçıları Uruk-Hai’i yakalar ve bertaraf eder. Hobbitler de bu saldırıyı ve kargaşayı fırsat bilir, hızla kaçarak yakındaki ormana sığınırlar.

Bu karşılaşmanın geçtiği yere daha sonra ulaşan Aragorn, Legolas ve Gimli etrafı araştırınca Hobbitlerin ormana sığındığını anlar. Merry ve Pippin’in peşi sıra onlar da ormana dalar.

Orman tekinsizdir. Üstelik artık kötü büyücü Sauron’un tarafına geçmiş olan Saruman’ın yaşadığı yer olan Isengard’a çok yakındır. O nedenle kahramanlarımız dikkatle ve tedirginlikle ilerlerken göz kamaştıran bir ışık çakması ile karşılarına beyazlar içinde bir büyücü çıkar.

Saruman sanarak mücadeleye hazırlanırlar… fakat o da ne? Karşılarındaki, öldüğünü sandıkları eski dostları Gandalf’tır. Gandalf hayattadır!

Akbüyücü Gandalf.

İblisle mücadelesinden sonra, bu büyük savaşta Orta Dünya’ya yardım etmesi için “Ak Gandalf” olarak geri dönmüştür. Burada, yazımızın ilerleyen bölümlerinde, kitaplardaki motifleri incelerken değineceğimiz “yeniden doğuş” temasını görürüz.

Karşılaşma sevinç ve heyecan doludur. Ama zaman daralmaktadır. Hızlı hareket etmeleri lazımdır. Gandalf, Merry ve Pippin’in güvende olduğunu söyler. Saruman’ın birliklerinin Rohan’a doğru yola çıktığını bildirir.

Böylece Aragorn, Legolas ve Gimli, Gandalf ile birlikte Rohan’ın başkentine giderler.

Rohan’ın başkenti bitkin ve umutsuzdur. Halk, Saruman’ın kötü büyüsünün etkisi altında giderek solan ve düşkünleşen krallarına bağlı, ancak içinde bulunduğu durumdan dolayı üzgündür. Ak Gandalf, Saruman’ın kötü büyüsü altına girmiş olan Rohan kralı Theoden’i kurtarır ve yaklaşan tehlikeye karşı uyarır.

Kral Theoden’in kara büyüden kurtuluşu.

 

Kral Theoden, halkının güvenliğini sağlayabilmek için insanlarıyla birlikte başkentten ayrılarak daha muhkem olan Miğfer Dibi kalesine gider. Orada az sayıda kişiyle savunma yapmak için çalışmalara başlar. Gandalf ise, kral büyü altındayken sürgüne gönderdiği bir grup Rohirrim’i (atlı Rohan savaşçısı) bulup yardıma getirmek için kaleden ayrılır.

Uruk-Hai ve Orklardan oluşan kalabalık ordu Miğfer Dibi’ne ilerlemektedir. Kalede az sayıda asker vardır. Aragorn, Legolas ve Gimli de bu eşitsiz savaşta yenilginin kaçınılmaz olduğunu bilmelerine rağmen Rohanlılar ile birlikte savaşa hazırlanırlar.

Bu arada Merry ve Pippin’in başına neler geldi acaba? Hani Orklardan kurtulup ormana sığınmışlardı. Bu kısım çok hoş. Benim tüm seride en sevdiğim kişiyle tanışıyorlar.

Merry ve Pippin Ağaç Bekçileri ‘Ent’lerle karşılaşıyor

İki genç Hobbit, Rohirrim ve Uruk-Hai arasındaki çatışmadan faydalanarak ormana kaçarlar. Korkutucu ormanda yalnız ve çaresiz dolanırken Tolkien’in en güzel yaratılarından birine, bir Ent’e; daha doğrusu Entlerin efendisi Ağaçsakal’a rastlarlar.

Ağaç bekçileri Entlerin başı Ağaçsakal.

Entler, ormanın, ağaçların bekçileridir. Yarı insan yarı ağaçtırlar. Boyları dört – dört buçuk metre kadardır. Büyük ormanların içinde birbirlerinden ayrı, tek başlarına Ent evlerinde yaşarlar. Gıdaları su gibi berrak, altın ve yeşil ışıltılara sahip besleyici sıvılardır.

Entler bilge, sakin, sessiz, yavaş ve neredeyse ölümsüzdürler.

Yavaşlıkları, doğanın ve ağaç yaşamının ritmine uygunluklarındandır. Konuşmadan, harekete geçmeden önce uzun uzun düşünürler. Bir kere karar verdiler mi hızlı ve şiddetlidirler. Ağaçlara, doğaya zarar vereni sevmezler. Hayatları sakin, hışımları korkunçtur.

Gerçek isimlerini kimselere söylemezler. Merry ve Pippin ismini sorunca Ağaçsakal çok uzun yıllardır yaşadığını ve isminin de kendisiyle birlikte büyüyüp geliştiğini; tüm o uzun yıllar boyunca görüp duyduklarından, yaşadıklarından elde ettiği deneyimlere göre dönüştüğünü anlatır. İsminin bir kelime değil bir öykü olduğunu, ama kendisine kısaca Ağaçsakal diyebileceklerini söyler.

Devam etmeden önce Entlerin düşünce yapısını göstermesi açısından Ağaçsakal ile ilgili kısa bir anekdot anlatayım: Ağaçsakal, Merry ve Pippin’i üzerinde taşıyarak ilerlerken Hobbitlerden biri ileride bir tepe görür ve onunla ile ilgili bir şey söyler. Ağaçsakal şaşırır. “Tepe mi dediniz?” der. “Tepe… hmmm.” “Dünyanın bu kısmı oluştuğundan beridir hep burada durup duran bir Şey için çok kısa ve aceleci bir isim bu.” Entler, dünyanın üzerinde yaşayan aceleci canlıların değil, hepsini içeren kadim gücün; doğanın parçasıdır.

Entler, Hobbitlerin bilgilendirmesiyle zaten bir süredir şüphelendikleri gibi Saruman’ın kötülüğe ve karanlığa döndüğünü anlarlar. Yaşadığı kule olan Isengard’ın çevresi bir zaman ağaç içindeyken, bu ağaçların kesilerek, çukurlarda yakılan büyük ateşlere yakıt olarak kullanıldığını görürler.

Bu, Entleri harekete geçecek kadar öfkelendirebilecek ender olaylardan biridir.

Entler Isengard’a yürürler ve kelimenin tam anlamıyla taş üstünde taş koymazlar. Yaptıkları yıkım tam da zaman içinde yavaş yavaş büyüyen güçlü ağaç köklerinin taşlara, kayalara yaptığına benzer. Ancak ağaçların on yıllar içinde yaptığı çatlaklardan girme genişleme ve parçalama işini Entler hızla ve şiddetle yaparlar.

Saruman’ın önünü kestiği nehri serbest bırakırlar, kazdığı çukurları ve yaktığı ateşleri su ile doldurarak söndürürler. Orklarla savaşırlar. Ateşler nedeniyle yanarak can veren kardeşleri olur ama yapmaya niyet ettikleri işi bitirir, Saruman’ı kulesine hapseder ve artık kötülük yapamayacak hale getirirler.

Merry ve Pippin, Isengard’da Entlerin yanında güvendedirler. Endişeli bir şekilde Miğfer Dibi savaşının sonucunu beklemeye başlarlar.

İki genç Hobbit bekleyedursun, biz biraz da filmlerin olmazsa olmazıdır niyetine romantik bir aşk öyküsüne dalalım.

Ayrık Vadi’nin güzeller güzeli Elf Hanımı Lady Arwen ile kahramanımız Aragorn’un aşkı.

Şimdi efendim, bu aşk öyküsü kitaplarda da var. Ama yönetmen Peter Jackson romantizmi ve kavuşamayan âşıklar konusunu biraz daha derinleştirmiş. Bir yerde iyi de yapmış. Kitaplarda çok az kadın figürü var çünkü. Tolkien’i sevdiğimiz için az ama öz diyelim bari. Yazıldığı yılı düşünecek olursak çok da şaşırmamak lazım aslında.

Lady Arwen, ölümsüz bir Elf. Aragorn ise ırkdaşlarından daha uzun bir hayata sahip olmasına rağmen ölümlü bir İnsan. Yıllardır birbirlerine âşıklar. Ama Aragorn kralların soyundan gelmesine rağmen Gondor’a kral olma konusunda tereddütleri olan ve hayatını kolcu olarak sürdüren bir savaşçı.

Ölümsüz, büyülü, güzel ve zarif Elflerin Orta Dünya’daki zamanı artık sona eriyor. Büyük savaş nasıl biterse bitsin bu gerçek değişmeyecek. Üstelik Elf Lordlarının çoğu savaşın kaybedileceğinden ve Orta Dünya’nın karanlığın pençesine düşeceğinden korkuyor.

Arwen’in babası Elrond da kızının Orta Dünya’yı terk ederek batıya giden gemilere binmesini ister. Ama Arwen Aragorn’a âşıktır. Bu noktada üç seçeneği vardır: Ya kalacak ve sonsuz hayatı karşısında, kısacık ömürlü Aragorn zamanını doldurduktan sonra bitmez yıllar boyunca yapayalnız yaşayacaktır. Ya aşkı uğruna ölümsüz hayatından vazgeçecektir. Veya aşkını geride bırakacak ve diğer Elflerle birlikte Orta Dünya’yı terk edecektir.

Üstelik bu kararı, savaşın sonucunu bilmeden vermesi gerekmektedir. Gitme zamanı yaklaşmaktadır. Zaman kalmamıştır.

Eh, Arwen’in zamanı kalmamış olabilir ama bizim daha zamanımız var. Arwen’in ne yapacağına dair düğüm üçüncü filmde çözülecek. Bu ikinci filmde sadece hüzünlü ve kısa romantik sahnelerle aşklarının büyüklüğüne ve imkânsızlığına şahit oluyoruz.

Arwen ve Aragorn’un büyük aşkı.

 

Miğfer Dibi Savaşına Geri dönelim öyleyse

Saruman’ın ordusu çığ gibi, sel gibi Miğfer Dibi Kalesi’nin önüne gelmiştir. Kral Theoden bir zamanlar İnsanlar ve Elfler arasındaki işbirliğinin bittiğinden dolayı üzgün ve öfkelidir. Kimse yardıma gelmeyecektir.

O sırada bir tabur Elf savaşçısı İnsanların yardımına gelir. Bu gerçekten güzel ve dokunaklı bir sahnedir. Destansı bir savaş olur.

Burada savaşı detaylı anlatmam mümkün değil ama gerçekten çok güzel, çok vahşi ve büyük kahramanlıklarla dolu sahneler izleriz. Tüm çabalara ve fedakârlıklara rağmen imkânsız bir savaştır. Kahramanlarımız kaybetmek üzeredir.

Miğfer Dibi savaşı.

Savaşın dördüncü gününde, çok karanlık ve çok uzun bir gecenin şafağında Gandalf, Rohan kralının kötü büyücünün etkisindeyken sürgüne yolladığı bir grup Rohirrim ile çıka gelir. Sayıları yine azdır ama yürekleri sağlamdır. Üstelik Ak Büyücü Gandalf yanlarındadır.

Bütün güçleriyle ve yiğitçe savaşırlar. Birçok Elf ve İnsan hayatını yitirir. Geride kalanlar için Miğfer Dibi Savaşı kazanılmıştır.

Ancak, belli ki yüzük hala yok edilmemiştir. Sauron’un kulesi ve üzerindeki göz yerinde durmaktadır. Kahramanlarımız Frodo ve Sam’in nerede ve ne durumda olduğunu bilmezler. Sauron’un gözü özgür toprakların en güçlü krallığına Gondor’a çevrilmiştir.

Sauron’un ordusu sadece Uruk-Hai ve Orklar’dan oluşmamaktadır. Kandırarak saflarına kattığı İnsanlar da vardır. Üstelik dokuz kara süvari de Sauron için savaşacaktır, hem de kanatlı kötü yaratıkların üzerinde. Kara süvarilerin lideri olan Cadı Kral ise çok güçlüdür. Onu “hiçbir adam öldüremez”.

Yani film Miğfer Dibi Savaşı’nın kazanılması ile biter ama gelecek hala karanlıktır.

Yine de Elfler İnsanlar için savaşmaya gelmiş, onlar için canlarını vermişlerdir. Rohan krallığı eski gücüne kavuşmuştur. Gondor tahtının varisi buradadır. Karanlığın içinde küçük de olsa bir ışık yanmıştır.

Gandalf’ın sözleri ile ikinci filmi bitiririz. “Miğfer Dibi Savaşı sona erdi. Şimdi Orta Dünya için vereceğimiz savaş başlıyor.”

“Yüzüklerin Efendisi: İki Kule” serinin tam ortasındaki film. Kendisinden önceki ve sonraki filmleri bağlayan menteşe görevi görüyor. Serinin bütünlüğü açısında önemli.

Nedir peki bu ikinci filmi önemli kılan?

İlk filmde tanıştığımız kahramanlarımızı daha derinden tanırız ve karakterlerindeki gelişmeleri gözlemleriz bu filmde. Hikâye derinleşir ve yollara ayrılır. İlk filmde bir araya gelen dostlar Orta Dünya’nın dört yanına dağılır. Son film ile ilgili beklenti yükselir.

Ana temalar, dostluk, ahde vefa ve her şeye rağmen umuttur.

Tüm kahramanlar sıkıntıdadır. Özellikle de Frodo. Frodo sadece görevinin zorluğu nedeniyle değil, aynı zamanda yüzüğün akıl sağlığı üzerinde oynadığı oyunlardan dolayı da bezgindir.

Yüzük her fırsatta Frodo’yu kendisini takmaya zorlamaktadır. Takınca Frodo gerçek dünyada görünmez olmakta ama Sauron’un gözünün sonuna kadar açık olduğu gölgeler dünyasında görünür hale gelmektedir.

Sam ise sevgili dostunu korumaya ve kollamaya, ikisi adına güçlü olmaya çalışmaktadır. Neşeli ve tasasız Hobbitlerin giderek karamsar ve umutsuz hale dönüşmelerini yüreğimiz burkularak izleriz.

Bu filmde ayrıca birbirinden hoşlanmayan iki ırkı temsil eden Legolas ve Gimli’nin giderek güçlenen dostluğunu görürüz. Bu sahnelerde hem içimizi açan bir yan vardır, hem de zaman zaman bizi güldürür.

Kim daha çok düşman öldürecek rekabeti, birine yapılan bir haksızlığı diğerinin de üzerine alınması, bütün savaşlar bitince birbirlerinin topraklarını ziyaret sözü vermeleri seyirciyi gülümseten küçük güzelliklerdir.

Bir de tabii Entler var. Ağaçların, ormanların bekçileri. Tolkien okurken bazen keşke gerçek dünyada da ağaçları ve ormanları koruyan Entler olsa diye düşünürüm. Sonra hemen bu düşünceden vazgeçerim. Olsalardı, bizler Entleri de çoktan evler ve fabrikalar ve madenler için kesip öldürmüş olurduk.

Bugünkü bölüme Ağaçsakal’ın veciz bir sözü ile son vereyim

İlk karşılaştıklarında Merry ve Pippin, Ağaçsakal’a Orta Dünya’da bir savaş olduğunu söylerler ve kendisinin kimin tarafında olduğunu sorarlar. Cevabı düşündürücüdür:

“Kimin tarafında mıyım? Hiç kimsenin tarafında değilim. Çünkü hiç kimse benim tarafımda değil. Hiç kimse ağaçlara ve ormanlara; toprakta kendiliğinden büyüyen şeylere benim kadar değer vermiyor.”

Bugünlük bu kadar. Peki Haftaya Neler Yapacağız:

Destansı görüntülerle ve muhteşem kahramanlıklarla dolu Gondor Savaşı’na katılacağız.
Kadın erkek eşitsizliğine zarif bir başkaldırı hikâyesi göreceğiz
Akıl sağlığını kaybetmiş bir vekilharcın zavallılığına tanık olacağız.
Gollum’un tüm hikâyede oynadığı önemli rolü göreceğiz.

Yani haftaya serinin en görkemli filmi olan “Yüzüklerin Efendisi: Kral’ın Dönüşü”nden bahsedeceğiz ve macerayı sonlandıracağız. En görkemli filmi dediğimde abartıyorum sanmayın lütfen. “Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü” aralarında en iyi film ve en iyi yönetmen de olmak üzere tam on bir dalda Oscar ödülü aldı.

Haftaya görüşmek üzere…

PAYLAŞIM İÇİN