Herkes kendi hayatının başkahramanıdır

Zaman zaman “benim hayatım” diye kıskançlıkla ve sımsıkı sarıldığımız, kendimizin sandığımız hayatımız gerçekten bize ait bir inşa mıdır?

Cafer YILDIRIM
cfryildirim@hotmail.com

Yaşadığımız hayatın ne kadarı bize aittir, o hayat ne kadar bizim tarafımızdan kurulmuştur ve aslında yaşamamız gereken hayattır?

Soruyu başka bir biçimde de sorabiliriz. Hayatımızın gerçekleşmiş halinde kimler hangi oranda rol sahibi olmuştur?

Zaman zaman “benim hayatım” diye kıskançlıkla ve sımsıkı sarıldığımız, kendimizin sandığımız hayatımız gerçekten bize ait bir inşa mıdır?

En başta genetik ve sınıfsallıkla belirlendiğimizi biliyoruz. Ama bu genel çerçevenin içinde embriyodan reşitliğe uzanan o uzun, karmaşık ve girdaplı yolculukta bizi en fazla biz eden dokunuş kime aittir?

Örneğin öğretmenimiz farklı davransaydı, babamızın yüzü güleç olsaydı, annemiz okuma olanağı bulamamış biri olmasaydı biz, başka bir biz olmaz mıydık? Ya da olur muyduk?

Ve kimi tesadüfler başka biçimde sıralansaydı, şans perisinden birazcık nasiplenebilseydik mizacımız, benliğimiz, duygu dünyamız, karakterimiz, ruhumuz acaba nasıl bir kişiliğin bileşeni olurdu?

Kuşkusuz bu soruların cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Belki de “asıl hayatımız” dediğimiz öylesi saf bir hayat da yok.

Gerçek hayat, parçası olduğumuz ailenin olduğu gibi etrafımızdaki insanların, içine doğduğumuz ülkenin, rejimin ve hayatımızda yer alan tesadüflerin şu ya da bu ölçüde etkisini taşıyan ya da bütün bu etmenler tarafından şekillendirilmiş olan hayattır.

Bu hayat içinde bizim rolümüz ise başkahraman olmaktır.

Başkahramanlarsa her zaman rollerini layıkıyla oynamak durumundadır.