Her şey göz göre göre bu işte bir tuhaflık yok

Sabah sabah size buradan Tek Adam Rejimine hayır, herkese bir Türkiye! Karanlığa karşı aşkı ve iyiliği birleştirmeli gibi bir takım şeyler söyleyecektim. Söz ağzımda büyüdü.

 

HAYRETTİN GEÇKİN

Ne tuhaf!

AKP; Avrupa Birliği, insan hakları, demokratikleşme ve özgürlükler vaadiyle iktidara geldi. Epeyce bir İktidarını sağlamlaştırmak için üç beş yıl ayırdı. Sonra da Avrupa Birliği ilişkilerine, insan haklarına, demokratikleşme ve özgürlüklere karşı amansız bir savaş başlattı.

Tuhaf olan bu değil.

BEYAZ TOROSLAR

AKP, 2010 Anaysa Referandumu ile kuzu postunu çıkarıp attı üzerinden. Adalet, çağdaşlık, demokratlık gibi görüntülere gerek kalmadı. Bir çırpıda olmasa da düşürdü takkeyi.

Adaleti, demokrasiyi, hukuku rafa kaldırdı ilerleyen süreçte.

Bölgeye Beyaz Toroslar göndermekle tehdit etti Kürtleri. Yetmeyince kadim devlet geleneğini soktu devreye: Şehirleri bombaladı, köyleri, ormanları yaktı. Bu da yetmedi; yol kesti, adam öldürdü. Faili devletleri artırdı da artırdı.

2015 7 Haziran’da ortaya çıkan seçim sonuçlarını beğenmedi. Suruç ve Ankara katliamları bu nedenleydi. Sonunda bir şekilde “huzur ve istikrar” için ikna etti bütün bir toplumu. AKP’yi MHP’lileştirek, MHP’yi AKP’lileştirerek 1 Kasım 2015 Seçimlerinde istediğine yakın bir sonuç aldı.

Tuhaf olan bu da değil.

ATI ALAN…

Muhalefeti  “ikna” etmesi ise çok uzun sürmedi. İyi hazırlanmış bir senaryoydu 15 Temmuz FETÖ Kalkışması. AKP için “Allahın bir lütfu” bile diyebilirsiniz buna. Yenikapı Mitingi’ne kuzu kuzu katılan muhalefetin, dokunulmazlıkların kaldırılmasında gösterdiği cengaverlik sonucu söküp attı önündeki köpükten barikatı. Hele hele komşu ülkelerle ilgili savaş tezkerelerine “anaların hatırına” katlanan  muhalefette ciddiyet dahi bırakmadı. “Bizim Suriye’de işimiz ne, bizim Libya’da işimiz ne” diyecek oldu belki de yüreği tutmadı muhalefetin. Bırakın ülke içindeki talanı önlemeyi, demokrasinin önünün kesilmesine bir çare aramayı, “savaşa hayır” bile diyemedi. Diyecek olsa bile atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.

Uzatmayayım AKP çok yol aldı. Ha, bu arada MHP’de gözcülük yaptı, sözcülük yaptı bu işlerde. O da hissesini aldı. Devletteki FETÖ işi örgütlenme adeta bu işlerin karşılığında “ihale” kurallarına uygun olarak bazı tarikatlarla birlikte MHP’ye verildi.

Bana sorarsanız burda da bir tuhaflık yok… Çünkü yeni sayılmazdı bu uygulamalar ülkemizde.

Türkiye’ye “ne yapılmak isteniyor” diye düşünenlerin kafası fazla karışmasın diye AKP açık sözlü davranmaya başladı son dönemde. “19 yıldır hep bir hazırlık yaptık” diye izahata girdi örneğin.  Örneğin bir hastanedeki görevinden alınıp başka bir hastaneye başhekim olarak atanan şahsın ağzından uzun zamandan beri laiklikle ve medeni kanunla mücadele edildiği duyuruldu. Ayasofya Baş İmamı başka başka bir şeyler sıraladı başhekimi doğrulamak adına. Asıl hedefin cumhuriyet olduğu, hesaplaşmanın cumhuriyetle yapıldığı anlaşıldı. “Şeyhler ve müritler ülkesi”nden atamalarla dolup taşmaya başladı devlet kadroları.

“ALLAHIN BİR LÜTFU”

Sahi benim aklıma gelen sorudan da söz etmeliyim: Mustafa Kemal düşüncesi yalnızca işgalci güçlere karşı bir mücadele düşüncesi miydi? Ya da aynı ağırlıkta değil miydi saltanata ve hilafete karşı mücadele ile?

Benim bu soruma da “tuhaf” demenizi istemem doğrusu.

Konuyu biraz değiştirmememi mi istiyorsunuz? Tadınız yine kaçacak ama olsun. Ne yazık ki başka türlü düşünme becerisini kaybetmiş kimi “solcular”  gidişten çok etkilenip bir kolayını budular ve olup bitenlerin sorumluluğunu “yeni düşüncelerine” bulayarak o güne kadar sol önderliklerin hepsi doğruymuş da bir bu yanlışmış dercesine “Yetmez ama Evet”çilere yıktılar. Sesleri duyulsun diye yüzlerini duvara  dönerek ve sıkı sıkı kapayarak “Türkiye laiktir laik kalacak” diyerek nara bile attılar. Ha bu arada AKP’ye kapitalizm ve Tanrı aralarında anlaşarak bir yardım daha gönderdiler: Pandemi! Pandemi de “Allahın bir lütfu” oldu AKP’ye.

Buna da tuhaf demek tuhaf olur.

AKP eline sağlam bir çekiç geçirmişti artık. Her şey çiviydi nasıl olsa.

BEĞEN BEĞEN AL

Ülkenin koca bir cezaevine dönüşmesinin herhangi bir engeli yoktu. Gazetecileri, sokak ortasında dövmenin, ıslah olmayanları içeri tıkmanın bir engeli yoktu… Lüzumsuzdu bazı partiler. İnsan haklarına gerek yoktu. Barışı savunmanın savaşı savunmaktan daha tehlikeli olduğunu herkes bir kez kafasına koymalıydı. Meclis dediğin “eller kalksın, eller insin” yeriydi. Namluların gölgesinde demokrasicilik oyunu bu şekilde oynanabilirdi ancak.  Bir de bunları savunacak, adlarının önlerine Araştırmacı, Avukat, Doktor, Profesör vs. getireceğin Taş Devri aydınları buldun mu tamam. Bulmak mı? Kuyruk uzun… Beğen beğen al.  Ve de şimdi herkes televizyon başına. Kongreler lebaleb… Yani bir tür sosyal mesafe.

“Köylüler muhtar seçiyor bari biz de rektörümüzü seçelim” diyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine kayyum dayatıldı ya “burası  ne zaman Ortadoğu ülkesi oldu” diye soranlara inat söylemiyorum. Bunda da bir tuhaflık yok aslında.

Çok merak ediyorsanız söyleyeyim o zaman:

SÖZ AĞZIMDA BÜYÜDÜ

AKP’yi neden seçmişti bu insanlar: Demokrasi, Avrupa Birliğine uyum, kalkınma, özgürlükler, insan hakları… Hak, hukuk, adalet… Doğru mu?

Bunları geliştirmek bir yana kırıntılarını ortadan kaldırdıkça da oyunu artırdı AKP.

Sabah sabah size buradan Tek Adam Rejimine hayır, herkese bir Türkiye! Karanlığa karşı aşkı ve iyiliği birleştirmeli gibi bir takım şeyler söyleyecektim. Söz ağzımda büyüdü.

Neyse!

PAYLAŞMAK İÇİN