Her şairin başka bir İstanbul’u var

Necip Fazıl’da İstanbul vatan tasavvurunun karşılığıdır. Fazıl Hüsnü’nün İstanbul algısının kaynağında fetih ve bu fetihle beslenen tarihsel övünç yatar. Şehrin kartpostallarda yansımayan bambaşka gerçekliği A. Kadir’de dile gelir. Behçet Necatigil ise, şehrin günlük yaşamında insanların çektiği sıkıntılara işaret ederken nezaketsizliğin de altını çizer.

CAFER YILDIRIM

Nâzım Hikmet’le aynı dönemin şairi olan Necip Fazıl Kısakürek için, kimliğinde benliğini bulduğu bir şehirdir İstanbul. Türk tarihi, Türk toplumu ve Müslümanlık değerlerinin sentezi olarak bütün varlığını kuşatmış bir ruh iklimidir:

“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.”

Bu dizeler bir övgü içeriği taşımalarının yanında şairle şehir arasındaki diyalektik ilişkinin de anlatımıdır. Karşılıklı etkiyi içeren bu şair-şehir ilişkisi Türk toplumu-İstanbul ilişkisinin özele indirgenmiş halidir. “Sümbül kokan geceleri, cumbalı odaları, odalardan yayılan tambur ve ud sesleri, denizi, toprağı, kan gibi sıcak kadınları” ve bütün bir tarihsel iklimine işlenmiş dinsel motifleriyle İstanbul, “Müslüman Türk kimliği”nin hayat bulduğu bir şehirdir. Bu nedenledir Necip Fazıl’ın vatan tasavvuru karşılığını İstanbul’da bulur:

“İçimde tüten bir şey, hava, renk, edâ, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp gelmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…”
(Canım İstanbul şiirinden)

“Anadan Allah’a kadar”

İstanbul anlatımında Türklük ve Müslümanlık değerlerine vurgu yapan bir başka şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. Fazıl Hüsnü’nün İstanbul algısının kaynağında fetih ve bu fetihle beslenen tarihsel övünç yatar.

“Eski İstanbul, ruh kadar eski,
İnsan daha fazla eskiyemez ki.”
(Destanönü şiirinden)

Şehrin Türkler tarafından ele geçirilmesi onun için bir tazelenme ve yenilenme anlamına da gelmektedir. Fakat eskiyi ve insanı eskiten bu iklimi koruyan yüzyıllık surların Türklere geçit vermesini olanaklı kılan bir başka ve daha önemli olgu Bizans’ın doğruluk ve hak değerlerini yitirmesi, bir anlamda artık çürümesidir: 

“Daha daha öteye karanlıklardan,
Geçelim.
Kardeşliğe aşka,
Kapanmış kapıları açalım.”
(İstanbul Kapıları şiirinden)

Türklerin Müslümanlık inançlarıyla şekillenmiş İstanbul imgesi de fetih duygularını daima taze ve diri tutan bir ruh iklimini her dönem beslemiştir. Bu duygular ilhamını Hazreti Muhammed’e uzanan bir geçmişten almaktadır:

“Kostantinopl… Adın yabancı değil.
Hazreti Muhammet’ten beri… Kostantinopl.
Atlarım bilir seni, kılıçlarım bilir,
Bir kurtuluş diye, çağlardan.”

“Tanrı sözü, muştun İstanbul,
Fethin Tanrı sözü.
İnanmışım yaprak yeşili kadar
Yaşamaya, incecik.
(Sabaha Karşı Düşünceler şiirinden)

Türk’ün savaşçı gücüyle birleşen inancın tarihi Bizans’ın görkemli surlarını aşmış, yeni bir çağın eşiğinde, yeni bir şehir tasavvuruyla hedefine kavuşmuştur. İstanbul’un fethi, Türk’ün ulusal gücüyle dinsel maneviyatının somutlaşmış bir ifadesidir: 

“Yeryüzünün yarısı gök,
Önünde şehit şehit durmuşuz.
Yeryüzünün yarısı İstanbul
Almışız.”
(Fetih Sabahı şiirinden)

Fazıl Hüsnü, ağırlıklı olarak ulusal ve dinsel bir coşkuyla yücelttiği fethi; adalet, hak, özgürlük gibi yüksek insanlık değerleriyle temellendirerek evrensel bir okuma alanına çekmek ister:

“Biz sultan Mehmet
Deriz ki
Özgürsünüz
Anadan Allah’a kadar.”
(Ferman şiirinden)

Şehrin kartpostallarda yansımayan bambaşka gerçekliği

İstanbul’un anlatımında özgünlük sunan şairlerden biri de A. Kadir’dir (Abdülkadir Meriçboyu). Onun “İstanbul” şiiriyle sunduğu şehir görüntüsünde ışıltılı ve berrak denizler vardır. Kıyılarında gemiler demirlemiştir. “Sarayburnu, Kızkulesi, Haydarpaşa, Köprü, gıcır gıcır yollar, Sultanahmet Meydanı, balık kokusu, Adalar ve çam ağaçları…” Bakanın iştahını kabartan bu İstanbul ne var ki sadece bir kartpostal görüntüsüdür. Şehrin kartpostallarda yansımayan gerçekliği ise bambaşkadır.

Şairin “Cibali” şiirinde anlattığı kadınlar bu arka plandaki İstanbul’a aittir. Kimi beş çocuklu, kimi kocasız kalmış, kimi körpe, yüzleri başörtülü, parmakları tütün kokan, pazen entarili, hastalıklı, çarpık ayakkabılı fakat kahraman elleri olan kadınlardır bunlar. Bir başka şiirinde, “Beşiktaş Tramvayı”nda A. Kadir çalışıp çabalayarak geçimlerini sağlayan bu yoksul, küçük insanların kurduğu ilişkilerin duygusal rahatlığını, oluşturdukları güvenli ortamların esenliğini duyumsatır. Terzi Âdem, Berber Ali, Emine teyze, Makbule, Kapalıçarşı terlikçileri, vatman: 

“Hep iyi insanlar bunlar
Dert yüzü görmesinler.
Eksik olmasınlar.”

İstanbul’un kartpostallardan yansıyan albenili yüzü ile Cibali’deki katı gerçekliği arasındaki aykırılık A. Kadir’de şehre ilişkin ne bir küskünlük ne de bir düşmanlık duygusuna yol açar. O, sadece bu iki İstanbul’un da ayrımında olunmasını ister. Gerçeğin eksik sunumuna karşı durur. Zira “Yerin Var mı” şiirinde İstanbul sevgisinin ne denli derin ve sürekli olduğunu görürüz:

“İstanbul, gece çalıyorum kapını,
bana bir yerin var mı,
şöyle kıyıcığına kıvrılsam.”

Doğma büyüme bir İstanbullunun gözünden

Behçet Necatigil de İstanbul’a A. Kadir’e benzer bir duyguyla ama farklı bir dünya görüşünün penceresinden bakar. Behçet Necatigil, “Bir İstanbullunun Not Defterinden” adlı iki şiirinde sıradan insanın günlük yaşam içindeki sıkıntıları üzerinden yaklaşır İstanbul’a.

“Değişmedi
Çocukken de…
Emektar mum
Şimdi elektrik kesilmelerinde.

Kar çamur kışlar, bata çıka
Öğrenciyken de…
İyi ki ayaklarım yürüyorum
Taşıtlar almayınca.” 

Behçet Necatigil’in şiir kişisinin İstanbul’u çocukluğundan öğrenciliğine, öğrenciliğinden yetişkinliğine hiç değişmemiştir. İstanbullunun hayatının her döneminde varlığını koruyan İstanbul fotoğrafı daima aynı kalmıştır. Her dönemde varlığını sürdüren olumsuzluklar öyle ki artık kişilerin karakterlerini bile etkilemiştir:

“Semt semt, belli günlerde
İyi ki hâlâ sergiler…
Ucuzluk arıyorum
Ninemin pazarlarında

 Mumlar, çamurlar, çarşılar
Vura vura kendimi birinden ötekine
Böyle katı oldum.”

Behçet Necatigil, ikinci şiirinde yine İstanbulluların İstanbul’da yaşamaktan kaynaklanan şikâyetleri üzerinde durur. Fakat bu şiirde daha çok İstanbullu yayaların trafik keşmekeşindeki halleri üzerinde yoğunlaşır:

“Sokaklarda gerçeğin yüzleri
Park etmiş kaç yüz kaldırımlarda
Bir yol
Bulmaya çabalar arabasız.”

Necatigil’in İstanbul panoraması doğma büyüme bir İstanbullunun gözünden verilir. Bu panoramada bir İstanbullunun yaşamında çocukluğundan yaşlılığına dek İstanbul’da hiçbir değişiklik söz konusu olmamıştır. Necatigil, bir metropolün günlük yaşamında insanların çektiği sıkıntılara işaret ederken bir yandan da sosyal hayatta yer edinmiş nezaket yoksunluğunun altını çizer:

“Yalvarmalı izleyerek taşıtları
Bir araca bin de nasıl binersen bin
Zifoslar fışkırtarak üstüme
Basar gider arabalı.” 

A. Kadir, İstanbul’a emekçiler ve emek eksenli bir düşünsellikten yaklaşırken Behçet Necatigil, bütün İstanbulluların İstanbul yaşantısıyla ilgili gözlem ve tanıklıkları üzerinden eğilmiştir şehre. Fakat Necatigil’in şiir kişilerinin de sıradan İstanbullular olduğunu, yani halktan kişiler olduğunu fakat şairin bu kişilerin sınıfsal konumuna işaret etmeden şiirlerini kurduğunu da belirtmemiz gerekir.