Her kadın cinayeti bir erkek ağıtıdır

Fakat kahramanımız bir daha nefes alma olanağı tanımadığı kadınının kendi sulbünden doğurduğu çocuklarıyla arasına artık hiçbir psikiyatri kliniğinin aşamayacağı duvarlar ördüğünün de farkında mıdır acaba? Akabinde yakınları da yoktur böyle bir babanın. Yoldaşları ve kardeşleri de artık ne kadar yoldaş ve kardeştir ona! Sıradan faile, anlık bir cinayetin getirdiği devasa yeniliklerdir bütün bunlar.

Cafer YILDIRIM
cfryildirim@hotmail.com

Gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan kadın cinayetleriyle ilgili haberler gerçekte bu sayfaların sınırlarını aşan bir anlamla yüklüdür. Zira kadın cinayetlerinin bir hırsızlık ya da dolandırıcılıkla eş değer görülmesi, aynı grup başlığı altında sunulması bir aymazlığın olduğu kadar o toplumun medyasının çağdaş psikiyatri ve sosyoloji biliminden olduğu kadar ve daha önemlisi toplumsal sorumluluk duygusundan da ne kadar uzakta olduğunun bir göstergesidir.

“Kıskançlık, işsizlik, cinnet” gibi gazetecilik şehvetiyle atılmış manşetlerde ifadesini bulan kadın cinayeti haberlerinin içerdiği trajediyle başlığı arasında gerçekte hiçbir anlamsal bağ söz konusu değildir. İşin daha kötü tarafı, konunun boyutları sadece medya tutumu ve etiğiyle de sınırlı değildir. Konu bütünüyle toplumsal bir marazla ilgilidir.

Erkeğin mahremi saydığı, mahremindeki bir dünya ile ilgili gördüğü kadını öldürmesinin nedeni ne kıskançlık ne çaresizlik ne de, ne anlama geldiği belli olmayan cinnet halidir.

Bütün bunların toplamı, sonuçta bir erkek algısının karşılığıdır.

NAMUS HİSSİYATIYLA KANA BULAŞMIŞLARIN BULUŞTUKLARI ARAF

Bir kadını öldüren her erkek, “katil” gibi menfur bir kavramın sınırları içine girdiğini bilmekle birlikte artık “boynuzlu” olarak anılmayacağının da bilinci içindedir. Toplum nezdinde mertebe kazanmasının ya da hiç değilse olanı kurtarmasının yolu ise tercihler listesinde cinayete öncelik tanımasından geçmektedir.

Öldürme mahallinden geçerek felaha ulaşmak, kuşatıcı kalabalığın azametli yargılarından kurtulmak aslında erkeğin önündeki kör gözüme parmak cinsinden bir seçenektir. Nedeni bin yıllık erkek kültürünün yoğurduğu algılama biçimidir ve yine nedeni bu algı dünyasını besleyen erkek egemen dünyanın bin yıllardır sürdürdüğü iktidardır.

Bu manada cinayet işleyen her erkek toplumsal aşağılanma alanının dışına kendisini taşımış, ödediği ağır bedele rağmen iç dünyasında özgürlüğünü kazanmış bir kahramandır aslında.

Kahraman olamayanlar, kurtuluşunu sağlayamayanlar ise bölge ayrımsız bütün bir Türkiye coğrafyasında günlük yaşamlarındaki dokundurmalı sözleri, yaralayıcı nükteleri, acıtıcı şakaları ve taşranın her türden sözsel eğlentisinin eğlencesi olmayı göze almış olanlardır.

Bütün bu sıradan araçların kesintisiz devamlılık halinde kullanılmasının amacı ise seçilen nesneyi aşağılamaktır. Böylesi bir hayat cehennemi karşısında erkeğin cezaevini tercih etmesine hiç şaşırmamak gerekir. En azından orası bir aşağılanma değil, bir arınma mekânıdır. Orası namus hissiyatıyla kana bulaşmışların buluştukları araftır.

BİR BAŞKASINI ÖLDÜREN KENDİSİNİ DE ÖLDÜRMÜŞ DEMEKTİR.

Fakat kahramanımız bir daha nefes alma olanağı tanımadığı kadınının kendi sulbünden doğurduğu çocuklarıyla arasına artık hiçbir psikiyatri kliniğinin aşamayacağı duvarlar ördüğünün de farkında mıdır acaba? Akabinde yakınları da yoktur böyle bir babanın. Yoldaşları ve kardeşleri de artık ne kadar yoldaş ve kardeştir ona! Sıradan faile, anlık bir cinayetin getirdiği devasa yeniliklerdir bütün bunlar. Üstelik kadınının katili olmuş bir erkeğin hayatına giren yenilikler bunlarla da sınırlı değildir.

Şunu söylemek istiyorum: Kendini var etmek için çıktığı yolculukta kendini ne denli yalnızlaştırdığının farkında değildir sevdiği kadını öldüren hiçbir erkek.

Yöneldiği nesneye ilettiği şiddetle aslında kendisini daha acımasız cenderelere atmıştır. Çünkü bir erkeğin kadınını öldürmekle edindiği iç huzur, bu iç huzura tutulan alkış, bir zaman sonra ölümle yaşam arasında olduğu gibi, dünkü kendisi ile bugünkü kendisi, kendisi ile çocukları, kendisi ile yakınları ve hatta onu ilk başta alkışlayan çevresi ile kendisi arasında da bir suç layihasına dönüşecektir. Bu layiha giderek katı bir lanet yazıtı haline gelecek ve varlığını sürekli kılacaktır.

Hiçbir katilde,  göğsüne asılmış, daha ötesi belleğine kazınmış “sen katilsin” hatlı bir levhaya bakarak yaşama gücünü şenlendirme azmi varlığını ilelebet sürdüremez. Bunun için bütün aklıselimlerin söylediği sözü biz de bir kez daha yineleyelim: Bir başkasını öldüren gerçekte kendisini de öldürmüş demektir. Bu genel gerçeğe daha özel bir ekleme yapmak isterim: Her kadın cinayeti, aynı zamanda bir erkek ağıtıdır.