Hepimiz mi, bir kaçımız mı?

Üstelik kasabamızda (ki o zamanlar kasabaydı, Beyağaç) kurulmuş bir kooperatif vardı ve müthiş çalışıyordu. Asla etliye sütlüye dokunmayan, hayatında bir kez bile sosyalleşmemiş, kendi içine kapalı yaşamayı seçmiş dayım bile kooperatife üye olmuştu ve memnundu

EMİNE SUPÇİN

Ne demek istiyorum? Herhangi bir kazanımdan hepimiz mi pay alalım yoksa bir kaçımız alsa yeterli mi? Daha da açmam lazım. Kooperatifçilik mi, şirketler mi?

Hangi sözcüğü daha çok duyuyoruz? Elbette şirketleri. Kooperatifçilik unutuldu mu? Unutulması gereken lüzumsuz bir kavram mıydı peki? Modası mı geçti? Şirket daha mı janjanlı?

Ben ortaokuldayken kooperatifçilik dersimiz vardı. Öğretmenimiz de sürgün gelmiş nitelikli bir öğretmendi. (Öyle! Beyağaç gibi batının, doğu şartlarını barındıran; izi yok, yolu yok bir yere sürgün edilirdi öğretmenler ve bizler o sürgünlerden filizlenirdik.)

Kooperatifçilik dersini işlerken öğrendiğimiz en önemli kavram, birlikte üretmek ve üretilip satılan maldan ortak pay almak dolayısıyla toptan bir gelişim ve büyüme elde etmenin kolaylığı ve yararıydı. Üstelik kasabamızda (ki o zamanlar kasabaydı, Beyağaç) kurulmuş bir kooperatif vardı ve müthiş çalışıyordu. Asla etliye sütlüye dokunmayan, hayatında bir kez bile sosyalleşmemiş, kendi içine kapalı yaşamayı seçmiş dayım bile kooperatife üye olmuştu ve memnundu. Çünkü iş veriliyor, yapıyor ve ortaklıktan kâr payını alıyordu. Kooperatif gün geçtikçe zenginleşiyor, daha çok pay artıyor ve işler tıkırında gidiyordu. Genel kurul toplantıları yapılırken tüm kasaba halkı merkeze yığılırdı. Ayrıca babam da hem üye hem de yönetim kurulunda da bulunmuş bir insandı ki ondan da dinlerken okulda öğrendiklerimin pratiğini izliyormuş gibi hissederdim. Herkesin ortak yorumu, “Ne iyi oldu şu kooperatif işi,” şeklindeydi.

Sonra… Günlerden bir gün, son seçilen başkan, kooperatifin tüm mal varlığını zimmetine geçirip tüydü. Oha! Vay anasını sayın seyirciler durumu ortaya çıktı. Herkes, hepimiz şok!  Bütün o emekler, tüm o kalkınmaya başlamanın mutluluğu, insanların yüzündeki gülümseme uçup gitti. Mahkemeler, davalar, soruşturmalar… Hiç…

Hiç oldu, piç oldu, boşa çıktı. Babamın kahrını ve üzüntüsünü dün gibi anımsıyorum.

Şimdilerde biri çıkıp kooperatif kuruyoruz gibi bir proje ile ortaya çıksa, bizim köydeki yaşlılar eminim, “Aman oğlum, girme o işlere, biz zamanında çok zarar gördük,” diye öğütleyebilirler.

 

Oysa ben hâlâ kooperatifçiliğe inanıyorum ve özellikle bilinçsizce yapılan tarıma, bilimi ve teknolojiyi dahil ederek hem ürün geliştirme, toprak analizleri, ar-ge çalışmalarında, hem de pazarlanmasında etkili olacağını düşünüyorum. Kooperatifin sadece yönetim ve denetleme kurulları değil, bir de bilim kurulu olması ne kadar da iyi olurdu. (Hemen aklınıza pandemi bilim kurulu gelmesin canım. Basbayağı ziraattan, hayvancılıktan, bitkiden, topraktan anlayan insanlardan söz ediyorum. Öyle ekran ekran gezen tiplerden değil.)

Dünya topraksız tarımı denerken, tohum ıslahında insanlık ötesine geçmişliğin utancını taşırken, bizim kooperatiflerimiz tamamen doğal tarımla, ilaçsız, ata tohumları ile tüm dünyaya açılan bir proje olabilirler.

Ne dersiniz? Çok mu demode kaldı kooperatifçilik? İlle şirket mi olmak lazım?

Tablo: YALÇIN GÖKÇEBAĞ