Hangi Ekmek

Ülkenin tüm kaynakları bir zümre tarafından sıfırlanırken ve bu sıfırlama işleminde ülkenin psikolojik durumu bir ayakkabı kutusu boyutuna indirgenmişken, söyleyecek sözüm ne olabilir?

 

EMİNE SUPÇİN

Aslanın ağzındaki mi yoksa dışkısındaki mi? Hangi ekmek? Hani aslanın ağzında olsa bir şekilde mücadele eder, olmadı ek bir iş daha yapar eve ekmek götürürsün. Ama dışkısında ekmek aramak zorunda kalmışsan, yoktur artık. Bırak ek işi, iş yoktur, yiyecek ekmek de.

Her geçen gün daha da fakirleşiyoruz. Gırtlağına kadar borca batmış durumda insanlar. Çiftçi gübre ve yem fiyatlarından dert yanıyor, mazot olmuş bilmem kaç para; ekse bir türlü, ekmese başka türlü. Küçük esnaf iki de bir sonuç vermeyen tuhaf kapanma süreçlerinde, üstelik serçe gagasına sığacak miktarda yapılan desteğin zerrece işe yaramadığı pandemi şartlarında eridi bitti. Orta ölçeklilerin ölçeği şaştı, küçükler battı. Parası olan (kaptı gri pasaportu) kaçtı, olmayan ortada kaldı. Tek tek saymaya lüzum yok, hepimizin hali yaman.

Fakat ben ekmeğin sosyo-kültürel boyutuna değinmek için açmıştım bu başlığı. Yok yok, öyle üst perdeden bir konu değildi yazacak olduğum. Fakat giriş nedense çırılçıplak ortaya koyuverdi kendini. Tutamadım; klavyeden sıyrıldı, satırlara dayandı, yazdı kendini, yazdı halimizi.

Ekmek derdi bir toplumun doğrudan göstergesi. Nasıl mı? Eğer insanlar ekmek kaygısı yaşıyorlarsa, yani Maslov’un diliyle henüz karnı doymamış, güvenliği sağlanmamışsa; kitaptı, sinemaydı, konserdi, gezip görme, araştırıp öğrenme gibi kavramlardan uzaklaşıyorlar. Aç ayı oynamaz der atasözümüz. Garibim atalar da hep açtılar ki öyle demişlerdi. Biraz daha derinden bakarsak, bir ağacın gölgesinde dinlenmenin huzurunu, ağaçtaki kuşların şakımasını, sokakta oynayan çocukların yaydığı mutluluk enerjisini hissetmiyor ve göremiyor insanlar. Çünkü tek bir derdi var: Karnını doyurmak. Sadece hayatta kalma mücadelesi veriyor. Oysa ekmek kaygısının üstünde duran, kendini yetiştirmeye yönelik kavramlar bireyin egosunu beslemesinde çok önemli.

Ego beslemek? Hayır hayır, o bildiğimiz bencillik, kıskançlık anlamıyla yanlış kullandığımız ego değil dediğim. Fikir babası Freud’un tanımıyla id ve süper ego arasından sıyrılan; gerçeklik algısı yüksek, aklını kullanabilen, zihinsel potansiyeli gelişmiş, farkındalığı yüksek birey kimliğinden söz ediyorum. İşte tam da bir ülkenin gerçek potansiyelini gösterebilmesine yarayan o egonun gelişimi ekmek kaygısında olmamayı gerektiriyor.

E peki nasıl? (Acı ile gülümseyen bir emoji yok ki koyabileyim…) Ülkenin tüm kaynakları bir zümre tarafından sıfırlanırken ve bu sıfırlama işleminde ülkenin psikolojik durumu bir ayakkabı kutusu boyutuna indirgenmişken, söyleyecek sözüm ne olabilir?

Karnım aç diyen insana kitap okutamazsın.

Karnım aç diyen insana, haydi bir filme gidelim diyemezsin.

Karnım aç diyen insana, salim kafayla düşün diyemezsin.

Karnım aç diyen insan, insandan vazgeçmiştir, onun tek kurtarıcısı duadır artık. 333 kere Gulfü, 999 kere bilmem hangi sureyi okursa evladının iş bulacağına inanır. İNANIR. Çünkü bilmek mümkün değildir artık. Gerçeklik algısı sıfırlanır.

Ve aç insan bilmem kaç yüz kere dua edip pirinçlere üflerken, öte yandaki zümre deveyi havuduyla yutmaktadır. Garibimin bırak deveyi sorgulamayı, sözcüğün havud mu yoksa hamud mu olduğunu düşünmek aklına bile gelmez. Çünkü beynin birincil görevi bedenin beslenmeye odaklanmasını sağlamaktır. Pardon, yanlış sözcük seçtim. Beslenme değil, karnını doyurma olacaktı. Kısaca ekmek derdi…

PAYLAŞMAK İSTERSENİZ