Hafız’ın bahçesindeki gül

Hafız’ın şiirlerini okuyan herkes, onda kendinden birşeyler bulabilmektedir. Bu nedenle dünyanın pek çok ülkesinde tanınır ve sevilir. İnsanlığın ortak diline ve vicdanına hitap etmesi, sufiliği bir hayat görüşü olarak benimsemiş olmasındandı

 

 

SEMRA YALÇINKAYA

İran, edebi açıdan Doğu ile Batı arasında kalmış, özellikle 11-12 nci yüzyılda toplumların edebiyatlarını etkilemiş ünlü şair ve bilim adamlarını bağrında toplamıştı. İran’da yazılı edebi eserlerin çoğu Pers Krallığı’nın M.S.650 de Müslümanlar tarafından fethinden sonradır. Abbasiler’in yönetimi ele geçirmesinden sonra İranlılar, İslâm İmparatorluğu’nun yazıcıları ve bürokratları oldular. Yazar ve şairler, hem Arapça’yı hem Farsça’yı kullandılar. Rumî, Firdevsî, Sa’di, Hafız, Ömer Hayyam gibi şairler bütün dünyada tanınmaktadırlar.  

Firdevsî (935-1020) İran’ın Homeros’u sayılır. 60.000 beyitten oluşan eseri ”Şehname” 30 yılda yazılan en büyük edebiyat destanlarındandır. İran’ın kuruluşundan itibaren; Pers İmparatorluğu, Sasani İmparatorluğu devri ve mitleri anlatır. 

Ömer Hayyâm (1048-1131) Astronomi, matematik, felsefe, şiir konularında büyük bir âlimdir. Modern İran takvimi, onun astronomi alanındaki araştırmalarına dayanır. 19 ncu yüzyılda, şiirleri Edward Fitzgerald tarafından yeniden keşfedilmiştir. Hayyam’ın rubaileri (dörtlükleri) hayatın güzelliğini, kırılganlığını keşfeden duygusallıklarla doludur.

Şeyh Sadî-i Şirazi’ye (1193-1258) “İran’ın Mevlâna’sı” da denir.. Hindistan ve Kuzey Afrika’da otuz yıl geçirdikten sonra 1256 da Şiraz’a dönmüştür. En önemli eseri olan “Gülistan”da düz yazı ve şiir bir aradadır. Yazım konuları daha çok ahlâk ve terbiye ile ilgilidir. Diğer önemli eseri ”Bostan” (Sadiname) mesnevi tarzında, dört bin beyittir. ”Ne kadar okursan oku; bilgine yakışır şekilde davranmıyorsan ‘cahilsin’ demektir” der Sadi Şirazı. Mezarı Şiraz’dadır.

Bugün İran’da pek çok evde bulunan en ünlü kitaplar; Kur’an, Hafız’ın Divanı, Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ı, Firdevsî’nin Şehnamesidir.

Bugünkü yazımızda size Hafız’ı Şirazi’yi anlatmak istiyorum.

İran’ın bu çok ünlü şairi yazdığı gazelleriyle Osmanlı edebiyatında Şeyhî, Fuzulî, Bakî, Nesimî, Nedîm ve Şeyh Galib’i çok etkilemiştir. Hatta Osmanlı eğitiminde Hafız Divan’ı bir ders kitabı niteliğinde görülmüştür. Batı edebiyatının ünlü şairi Goethe ”West-Östlicher Divanı (Batı-Doğu Divanı)” ını Hafız’dan etkilenerek yazmıştır.

Hafız (1317(26)?-1390) 14. yüzyılda yaşamıştır. Şiraz’da doğmuş, iyi bir medrese eğitimi almıştır. Asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Kur’an-ı Kerim’i ezbere bildiği için Hafız denir. Gazelleri gerek kendi ülkesinde, gerekse dünya edebiyatında en çok incelenen şairlerin başında gelir. Şiirinde ağırlıklı tema ”sevgi ve mutluluktur”. Ancak bu sevgi soyut değil somuttur. Hafız’a göre mutluluk, hayattaki temel amacımız olmalıdır. Bunun için de kişi, dünyevi tutkuların esiri olmamalıdır.

Örneğin 231 No.lu gazelinde şöyle seslenir:

Dedim hayaline kapıyorum gözümü artık
Dedi: aşkım geçicidir, elbet bir yolunu bulur gelir
Dedim ki zülfüne varma arzusu bu âlemde yitik kıldı beni
Dedi ki: eğer hakkıyla bilirsen yine odur sana bu yolda kılavuz
Dedim şu merhametli gönlün benimle ne vakit uzlaşır, razı olur?
Dedi ki: vakti gelinceye kadar bunu asla kimseye söyleme.       (Çeviriler: Musa Elmas)

Zülüf, kesreti (çokluğu) temsil eder. (Tasavvuf yolculuğu veya manevi yolculuk anlamına gelir.)

Hafız gönül dilini Hz. Ali ile irtibatlandırmıştır. Rivayete göre bir kadir gecesi rüyasında Hz. Ali’yi görür, uyandığında Hz. Ali’nin ona sunduğu himmetten etkilenerek, bir başka kişiliğe bürünür. Gönül dili çözülmüştür. Bunu divanında şu mısralarla anlatır:

Dün gece seher vakti, beni gamdan kurtardılar
O gece karanlığında bana can suyu içirdiler.                   
Ne seherdi o seher, ne kutlu geceydi o gece
Ki bana bu yepyeni beratı ihsan ettiler                               
Artık yüzümü sevgilinin güzellik aynasından ayırmam
Çünkü o aynada bana sevgilinin zat-ı cilvesi göründü.

Hafız bütün Doğu edebiyatının en lirik şairlerindendir. Yazdığı Divan ”Lisanü’l Gayb (Gayb aleminin dili)” olarak bilinmektedir. İran’da 22 Aralık gecesi ”Şeb-i Yelda” (Yeni yıla giriş gecesi olarak bilinir). O gün herkes akşam için özenle hazırlanır, en iyi giysilerini giyer, akşam ailenin büyüklerinin evinde toplanılır, özel bir akşam yemeğinden sonra ailenin yaşlı kişisi Hafız’ın Divanını (Fal kitabı da denir) eline alır ve rastgele bir sayfa açıp okumaya başlar. O sayfadaki beytin anlamına göre, o yılın nasıl geçeceğine ilişkin yorum yapılır.

Hafız ”gazelleriyle” ünlüdür. Ancak mesnevi, kıt’a, rübaî, kaside… tarzında da şiirler yazmıştır. Hafız’ın Divanı, ülkemizde Mevlana’nın Mesnevisi ve Sadi’nin Gülistan’ından sonra en çok okunan Farsça metindir.

Hafız’ın şiirlerini okuyan herkes, onda kendinden birşeyler bulabilmektedir. Bu nedenle dünyanın pek çok ülkesinde tanınır ve sevilir. İnsanlığın ortak diline ve vicdanına hitap etmesi, sufiliği bir hayat görüşü olarak benimsemiş olmasındandır. Hafız’ın bir başka özelliği de sanatını özgürce yapması, maddi beklentilerden uzak durmasıdır.

Hafız’ın dünya zevklerinden bahsettiği şiirlerinde “şarap” ve “sevgili” gibi kelimelerle ifade ettiği maddi güzelliklerden yola çıkarak, varlığın hakikatine ulaşmaya çalışmaktır. Sevgilinin dış güzellikleri ve ahlakı ”Hak” tandır. Hafız şiirlerinde” âb-ı hayat” olarak nitelendirdiği şarabı böyle yorumlamak gerekir. Fars edebiyatının en büyük şairi sayılan Hafız, şiirlerinde hayatı, dünya nimetlerini, meyhane, şarap, sevgili gibi sözcüklerle işlemiştir. Şiirlerindeki ”aşk”, ”aşık”, ve ”maşuk” üçlemesi de böyle anlaşılmalıdır.                                                

5 No.lu gazelinden bir kaç beyit:

Dün gece gül ve şarap meclisinde bülbül ne de güzel öttü
Ey sarhoşlar kalkın da sabah şarabını getirin diye
*                                                                                                             

Yare sitem ile dedim : derdindeyim! dedi elbet biter derdin
Dedim: Bari karanlık hayatıma bir ay gibi doğ, dedi: O ay doğarsa ne âlâ gelirim.
Saçların dolayıp tuzağına düşürme beni, kakülünü kıvırıp beni perişan eyleme                                 
Yabancı bir yar gibi durup beni benden alma, el âlemin derdiyle dertlenip beni mutsuz eyleme 

*

Yanağımı aydınlat ki gül yaprağından geçeyim, endamını göster ki serviden feragat edeyim.                
Her meclisin mumu olma yoksa yakarsın beni, herkesi yad etme ki seni yadımdan çıkarmayayım
*                                                                                                             

Haşa! Hafız senin cefandan yüz çevirecek değil! Çünkü ben sana esir olduğum gün olurum ancak azad!  (316 No.lu gazelden)

Yazımızı son divan edebiyatı şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın ”Rindlerin Ölümü” şiiriyle bitirelim:

Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar;her gece bir bülbül öter.