Gevar’da bekleyişin yüzünü gördüm granitten bir metanet halinde

Kindarlığın yüzünü de gördüm hürmetin yüzünü de,

kırılganlığın yüzünü de gördüm kendinden emin gururun yüzünü de,

gecenin elleriyle okşanmış sevginin yüzünü,

özlemle örselenmiş arayışın yüzünü

 

CAFER YILDIRIM

 

Tam da ordayım, “o köy bizim köyümüzdür” uzaklığında.

 

ÖZ HÂKKARİ VE KİMSE ROMANI

 

Sana hangi yoldan ve nasıl ulaşabileceğimi

artık düşünemez oldum; öngörülerim tükendi.

Bir anlamı kalmadı yöntemlerimin, vakti geldiğinde

her insanda ortaya çıkan o saf inat ve cesur bir güvenle yürüyo­rum.

Beni sana götürecek akıldan çoktan kestim umudumu,

artık kalbimin telkinlerine bıraktım kendimi.

Sabahın altısında ayaz tokat gibi vuruyor yüzüme.

Dağılan karanlığın içinde atkılarla berelerin;

poşular, kasketler, eşarplar ve namaz örtülerinin arasından

yavaş yavaş seçilen yüzlere bakıyorum.

Kar başlıklı, iyi giyimli ve iyi silahlarla donanmış

güvenlik elemanlarıysa dikkat ve kuşkuyla bize bakıyor.

Bize yani Öz Hakkâri otobüs yolcularına,

hatta sanki özellikle bana bakıyorlar.

Koltuğum otuz iki numara, elimde “Kimse” romanı,

Naylon poşetler, çuvallar, kendirle bağlanmış denkler,

taklit marka bavullar, telhis torbalar, ağzı büzülmüş

keten keseler arasında kimliklerimizi gösteriyoruz

kim olduklarını bilmediğimiz kimselere.

Tam da ordayım, “o köy bizim köyümüzdür” uzaklığında.

 

GEVAR’DA AKŞAMA DOĞRU

 

Dikkatle kimliklerimize, kuşkuyla yüzlerimize bakıldı. 

Sanki zamanın hiçbir değeri yoktu Urartulardan beri.

Üç saat süren bir denetimden sonra adım atabildik şehir kapısından içeri.

Herkes bir yana dağıldı; kimisi taksi tuttu, kimileri yürüdü,

Çoğunluk belediye otobüslerine yöneldi.

Herkesin bir an önce kavuşmak, karışmak istediği bir hayatı vardı.

Benimse acelem yoktu ve saatlerle, dakikalarla ilgili değildim.

Şehir Parkı’na gittim, bir banka oturdum.

Akşama vakit var, gider bir otele yerleşirim, diye düşündüm.

Çay içtim, simit yedim, etrafıma bakındım.

Önümden geçen her insanda bir hikâye aradım.

Her hikâyede bir başka insanla buluştum.

Kimi mistik, kimi hayta, kimi makul,

kimi her haliyle fiyaka, kimi yoksulluk ticaretinde,

kimi sanki sadece nefretle yoğrulmuş,

kimi iki koltuk değneğiyle birden yürüyor iyiliğe,

bir başkasının bakışlarında çaresiz bir merhamet,

“Allah’ım biz bu muyuz?” dedirten cinsinden olanlar var.

Gevar Şehir Parkı’ndayım ve fotoğraf kareleri biriktiriyorum

gayriihtiyari bir sendecilikle:

Kısacık saçlı kızlar, saçları jöleli delikanlılar,

gerçekten güzel kadınlar, bakımlı kadınlar,

zengin ve cömert erkekler ve daha niceleri…

Görmediğim kalmadı desem yeridir.

Kindarlığın yüzünü de gördüm hürmetin yüzünü de,

kırılganlığın yüzünü de gördüm kendinden emin gururun yüzünü de,

gecenin elleriyle okşanmış sevginin yüzünü,

özlemle örselenmiş arayışın yüzünü,

bekleyişin yüzünü gördüm, granitten bir metanet halinde; bu iyi geldi;

sabrın yüzünü gördüm, onun yüzü ayna oldu bana.

Ne kadar çok hasarlı erkek ve aciz kadın gördüm burada,

bütün katliam tarihleri âdeta suretlerine kazınmış.

Çocuklar gördüm oynadıkları bomba ile bedenleri eksilmiş:

köpekler, kediler ve cinler gördüm

gece karanlığında sürünerek yürüyen.

 

Savaş bu denli başka hayatlar mı üretir?

Savaş bu kadar mı vahamet yaratan bir azamettir?

 

PAYLAŞMAK İÇİN