Bir iki güne kadar gelirler diye düşünüyorlardı. Malum fabrikada işbaşı yapacaklardı. Kocası yüzünü kapattı elleriyle. Anlamıştı ne olduğunu. Yere yığılır gibi oturdu. “Çocuklar” diyebildi. Kocası kafasını salladı. Alman otobanında zincirleme kaza olmuştu.
HATİCE BEKTAŞ
Bavulları açtı, tek tek çıkardı anavatandan getirdiklerini. Çamaşırları seçti, yıkanacakları sepete doldurdu. Komşuların hediyelerini ayırdı, lokum, leblebi, çerez, hatta kıyafet bile almıştı. Yeter mi diye endişelendi bir an. Anavatana gidememiş tanıdıkları geçirdi aklından. Her gelene çam sakızı çoban armağanı bir şeyler vermeliydi. Mahcup olmak, eli boş gelmiş dedirtmek istemezdi. Onlar da uğurlamaya gelirken elleri boş gelmemişlerdi. Çay, krem, nescafe, gömlek ne koptuysa gönüllerinden getirmişlerdi akrabalara hediye etmeleri için. Bolca selam göndermişlerdi tanıdıkları, tanımadıkları herkese. Bazıları kendi akrabalarına verilmek üzere hediyeler de getirmişler, iletilmesini rica etmişlerdi. Akrabalar da onlara göndermişti büyük küçük paketler. Hepsinin üzerine isimlerini yazmıştı tek tek, unutmamak icin.
Anavatana izin hazırlıkları uzun zaman alırdı. Daha izinden gelir gelmez başlamıştı ucuz ve uygun fiyatlarda olanları satın almaya. Sezon sonu indirimlerini tekrar tekrar didiklemişti süpermarketlerde. Gömlek, tişört, ayakkabı, çocuk kıyafetlerini kafasında oluşan bedenlere göre doldurmuştu sepetlere. Evde özenle katlamış, yatağın altındaki bavullara yerleştirmişti. Bazen tava, tencere, mutfakta kullanılacak eşyalar da yerini almıştı hediye yığınında. Çocukların küçülmüş kıyafetlerini yıkamış, katlamış, ihtiyacı olanlara vermek üzere koymuştu bavullara. Küçük büyük herkesi geçirmişti akıl defterinden. Hoşgeldine gelecek komşulara başörtüler, çay paketleri, çam sakızı çoban armağanı ne varsa özenle koymuştu bavullara. İzine yakın günlerde de tekrar gözden geçirmişti alınmış hediyeleri. Bazen şaşırmıştı aldığını unuttuklarını görünce. Hediyelikler çoğalsa bile hep bir endişe olurdu içinde unuttuğu kimseler var mı hediye almadığı diye. Kimse kırılsın istemezdi. Eve geleni eli boş göndermek yüreğine sızı olurdu.
Tıklım tıklım doldurmuşlardı arabayı
Yola çıkmadan önce yolda yemek için yiyecekler hazırlamaya gelmişti sıra. Sarma, börek, yufkaları hazırlamış, derin dondurucuya koymuştu. Son dakikaya kadar aklına gelen her şeyi koymuştu bir kenara unutmamak için. Arabayı yüklemeye başladıklarında yer bulamamıştı götürmek istediklerine. Kocasıyla tartışmışlardı bu konuda. Götürmek için hazırladıklarını çok ve gereksiz bulmuştu kocası. Arabanın arka koltuğunun ara yerlerine kadar tıklım tıklım doldurmuşlardı arabayı. Hediyeler en altta, yiyecekler en üstte idi. Son olarak da çocuklar için yorgan ve yastık koymuşlardı arabanın arkasına. Üç dört günlük araba yolculuğunda sıkılmasınlar diye kitap, dergi almışlardı yanlarına. Şeker, içecek, çubuk kraker doldurmuşlardı poşetlere yolda masraf olmasın diye.
Evin anahtarını en yakın tanıdıklarına, izine gitmeyen bir komşularına teslim etmişlerdi. Ara sıra uğrayıp çiçekleri sulasın, evi havalandırsın, posta kutusuna baksın diye tembihlemişlerdi. Geride kalanların hüzünlü bakışlarıyla sabahın erken saatinde yola koyulmuşlardı. Herkes banyo yapmış, rahat, güzel kıyafetlerle hoşçakal demişlerdi komşularına. Arabanın bakımı yapılmış, uzun bir yolculuğa hazırlanmış bir halde kazasız belasız gitmek arzusuyla çıkmışlardı yola. İzinde harcanacak paralar ayrılmış, yol masrafları hesaplanmıştı. En son dört yıl önce gitmişlerdi izine. Herkesi çok özlemişler, kavuşacakları günlerin hayalleriyle avunmuşlardı.
İlk durakları Almanya, Avusturya sınırında olmuştu. Yakıt alırken acil ihtiyaçlarını gidermişlerdi yolda. Yemek yemek için bile mola vermemişlerdi. İlk gün, yorulmadan ne kadar yol alırlarsa o kadar iyiydi. Alp dağlarının tünellerine yaklaştıklarında yol kenarına çektilerdi arabayı. O çocuklarla ayaklarının uyuşukluğunu giderirken kocası bir kaç saat dinlendiydi arka koltukta. Otel ya da pansiyona para vermek olmazdı. Zorla biriktirdikleri izin parasını daha anavatana gitmeden harcamak mantıklı değildi. Benzin istasyonlarındaki lavabolarda yıkarlardı ellerini yüzlerini. Ama yol boyunca banyo yapmaya imkanları olmazdı. Evde en son yapılan sakal traşıyla köye kadar idare edilirdi.
Yugoslavya’ya girerken saatlerce kuyrukta beklediler. Sınırdaki geçiş izinleri, pasaport kontrolleri uzadıkça, inip diğer arabadakilerle sohbet ettiler. Bazen üç, bazen beş yüz metre ilerleyip sonra yine durup beklediler. Arabanın etrafından uzaklaşmak olmazdı. Her seferinde yola devam edeceklerini umarak binmiş, ama çoğu kez hayal kırıklığıyla tekrar beklemeye başlamışlardı.
Günün büyük bir kısmı kaplumbağa hızıyla ilerleyen kuyrukta geçti. Çocuklar sıkılıp birbirlerine takılmaya başladılar, sonra da şakalar kavgaya dönüştü. Babaları yüksek sesle azarlayana kadar sürdü kavgaları. Sonra kime küstüklerini bilmeden sessiz sessiz oturdular uzun süre. Pasaport işlemlerinden geçip de kuyrukta bekleyenleri arkada bıraktıklarında rahat bir nefes alabildiler.
Gurbet kuşlarının kader arkadaşlığı
Yugoslavya’da bir benzin istasyonunun yakınında mola vermişlerdi. Yemek yerken yanlarına bir kaç kadın yaklaşmış, bilmedikleri bir dilde bir şeyler söylemişlerdi. Avuçlarını açıp onlara uzatınca dilenmek için orada olduklarını anlamış, telaşlanmışlardı. Hızla toparlanıp bindiler arabaya. Eşyaları ya da paraları çalınmadan, başlarına istenmeyen bir olay gelmeden uzaklaştılar oradan. Bir süre hiç konuşmadan devam ettiler yola. Yaşadıkları şokun etkisinden kurtulmaları uzun sürdü.
Daha önce arkadaşlarından hırsızlık olaylarını duymuşlardı. Arkadaşları dilenmek için yaklaşanlarla ilgilenirken diğer dilenciler arabadan çantayı alıp kaçmışlar. Polis çağırsalar ne olacak, dertlerini hangi dille nasıl anlatacaklar ki?! Çaresiz sineye çekmiş, yollarına devam etmişler. Şoku atlatır atlatmaz çantadaki para ve pasaportları kontrol etmiş, paranın bir kısmının olmadığını farkedince kahrolmuşlar. İzin parasının büyük kısmı çalınmış! Boyunları bükük, gururları kırık durmadan kavga ederek devam etmişler yola. Dönüşte de her benzin istasyonunda yürekleri ağızlarına gelmiş, neredeyse hiç durmadan geçmişler Yugoslavya’dan.
Akşam Bulgaristan sınırına yaklaşınca tekrar bir benzin istasyonunun yakınında mola verdiler. Kocası çok yorulmuş, birkaç saat uyumak istemişti. Çocuklarıyla birlikte arabanın yanında sessizce beklediler kocasının uyanmasını. Yanlarına yaklaşan herkese kuşkuyla, niyetlerini anlamaya çalışarak baktılar. Arabalarının yanına başka bir araba, Almanya`dan Türkiye’ye izine giden bir aile yanaşınca çok sevindiler. Birlikte oturdular, çay demlediler. Çocukları kaynaştı, oyunlar oynadılar parkta, loş ışığın altında. Yola birlikte devam etmeye, yollarını kaybetmeden gidebilmek için birbirlerine destek olmaya karar verdiler. Sabah kahvaltısını hep birlikte neşe içinde yaptılar.
Aynı kaderi paylaşan gurbetçilerdi. Birbirlerine anlatacak acı tatlı çok hikayeleri vardı. Askerlik arkadaşlığı, mahpushane arkadaşlığı kadar özeldi gurbetçilerin arkadaşlığı. Hangi köyden, hangi mezhepten olduklarının bir önemi yoktu yolculukta. Yoldaşlıktı, kader arkadaşlığı idi; gurbet kuşlarının kader arkadaşlığı.
Herkesin yüzünde anavatana kazasız belasız ulaşmanın sevinci
Bulgar polisi çok acımasız davranmıştı sınır kapısında. Bagajları didik didik etmiş, işine gelen ne varsa almıştı ellerinden. Hem “gardaş” diye hitap etmiş, hem de el koymuştu gözüne kestirdiği her şeye. Bir de çorba parası istemişlerdi üstüne üstlük. Yüklü bir rüşvet ödemişlerdi iki tane polise. Bavulları apar topar arabaya koyup, boyunları bükük devam etmişlerdi yola. Kapıkule’ye yaklaştıklarında hala polisin yaptığı soygunun buruk acısı vardı yüreklerinde. Çocukların faltaşı gibi açılan gözlerindeki şaşkınlık yol boyu devam etmişti. Ne kendilerini ne de çocukları avutacak hiç bir şey gelmemişti akıllarına. Susup yaşananları sindirmeye çalışmaktan başka çareleri yoktu. İştahlarını bile kesmişti yaşananlar. Zaten fazla yiyecek bir şey de kalmamıştı geride. Anavatana girince ilk gördükleri lokantada doyuracaklardı karınlarını.
Kapıkule’de yine uzun bir kuyruk vardı. Ama artık anavatan topraklarına giriyorlardı. Sabırla beklemişlerdi arabanın içinde. Bazen yanlarında duran arabadakilerle sohbet etmişler, yaşadıkları yeri, yaptıkları işi merak etmişlerdi. Bazılarıyla ortak tanıdıkları çıkıyordu, ama arabalardan birisi hareket edince yarım kalıyordu sohbetleri. Her durup beklemede başka birileriyle sohbete dalıyorlardı. Herkesin yüzünden kazasız belasız anavatana ulaşmış olmanın sevinci okunuyordu. Bundan sonrası kolaydı artık! Kendi memleketleri, kendi insanları, bildikleri, tanıdıkları, özledikleri vardı onları bekleyen. El kol hareketiyle konuşmak zorunda değillerdi artık. Herkes kardeş, herkes hemşehriydi. Özlenen, hasretle beklenene kavuşmaya az kalmıştı.
Gidip dönememek, dönüp görememek
Köye kadar birkaç kez daha mola verdiler. Kah yemek yemek için, kah çay içmek için durdulardı yollarda. Anavatanın kokusunu çektilerdi içlerine doya doya. Gözleri aşina baktıydı etrafa. El salladılardı yolda sebze satan amcaya, tarlada çalışan gence. Yol arkadaşlarıyla neşe içinde geçmişti yolun kalanı. Köylerine davet ettilerdi. Ama onlar da bir an önce ailelerine kavuşmak arzusundaydılar. Kırk yıllık dostlar gibi sarılarak ayrıldılardı. Bir kez daha yolları kesişirmiydi bilemezlerdi, ama, söz, yolları düşerse oralara, kahvelerini içmeden geçmezlerdi…
Ama sayılı gün bir çırpıda geçiverdi. Ziyaret edemedikleri dostları, akrabaları olmuştu. Belki daha cok yorulmuşlardı anavatanda kaldıkları sürede, ama sevdikleriyle geçirdikleri zaman her şeye değerdi. Tekrar ne zaman görüşeceklerini kimse bilemezdi. Gidip dönememek, dönüp görememek vardı. Herkesten helallik alarak ayrıldılardı köylerinden. Arabaları yine tıklım tıklımdı dönüş yolunda. Bulgurdan güneşte kurutulmus patlıcana kadar her şeyi doldurmuşlardı hediyelerden boşalan yerlere. Yine yollar, yine kuyruklar vardı dönüş yolunda. Yine Bulgaristan sınır polisi almıştı köy peynirini arabadan, yine rüşvet ödemişlerdi. Ama en acısı bir de bir yerlerde bırakamadıkları hasreti taşıyorlardı yüreklerinde bu sefer de. Bir sonraki kavuşmaya yetecek kadar anı biriktirebilmişlerdi belki ama geride bıraktıklarının özlemi daha yola koyulmadan çöreklenmişti gönüllere. Dönüş her zaman daha uzun gelirdi nedense.
Anlamıştı ne olduğunu, yığılır gibi oturdu yere
Kapının açıldığını duydu. Kocası gelmişti eve, şaşırdı. İzin sonrası ilk kahvehaneye gittiğinde uzun zaman kalırdı arkadaşlarıyla hasret gidermek için. Neden eve erken geldiğini anlamak için yüzüne baktı. Yüzünün kireç gibi olduğunu görünce kaşlarını çattı. Salona geçti kocası, koltuğa oturdu. Peşinden salona girdi. Kocası kafasını kaldırıp, “Bekir” dedi. Bekir karşı komşularıydı. Yıllardır her konuda birbirlerinin yardımına koşar, beraber ağlar beraber gülerlerdi. Onlar da gitmişti izine. Bir iki güne kadar gelirler diye düşünüyorlardı. Malum fabrikada işbaşı yapacaklardı. Kocası yüzünü kapattı elleriyle. Anlamıştı ne olduğunu. Yere yığılır gibi oturdu. “Çocuklar” diyebildi. Kocası kafasını salladı. Alman otobanında zincirleme kaza olmuştu. Kazada ölen ailelerden biri de komşuları Bekir ve beş kişilik ailesiydi.