Gerçek Gurbet Hikayeleri-CEMİLE

O evden kaçtıktan sonra herkes çeşitli nedenler öne sürmüştü. Danimarkalı sevgilisiyle kaçtığını, dost hayatı yaşadığını öne sürenler çoğunluktaydı. Hatta sokaklarda vücudunu pazarladığını kendi gözleriyle gördüklerini iddia edenler bile olmuştu. 

HATİCE BEKTAŞ

Cemile trende yerine oturdu. Heyecandan yüreğinin titrediğini hissediyordu. Yaşadıklarından  çok yaşayabileceklerinden korkuyordu. Geçmişiyle yüzleşmek, geleceğine şekil verecekti. 

Ailesinin baskılarına ilk karşı çıkmaya başladığında temel eğitimin son sınıfındaydı. Ailesinin onu korumak adına koyduğu kurallar anlamsızlaştıkca isyanı artıyor, herkes gibi özgürce davranmanın hakkı olduğunu düşünüyordu. Sınıf arkadaşlarının kıyafetlerine özeniyor, onlar gibi makyaj yapmak istiyordu. Ama ailesi bu konuda çok katıydı. Ailesinden habersiz kıyafetler ve makyaj malzemeleri alıyordu harçlıklarından biriktirip. Evden biraz erken çıkıyor, okula yakın bir alışveriş merkezinin tuvaletinde kıyafetlerini değiştirip makyaj yapıyordu. Okuldan eve giderken de tekrar evden çıkarken giydiği kıyafetleri giyiyordu aynı yerde. Yakalanma korkusu olsa da kendince bunun gerekliliğine inandığı için sürekli bastırıyordu korkularını. Evden okula okuldan eve uzanan yaşantısının bu iki dünya arasında sıkışmasını anlamıyor, bocalıyordu.

Herkes gibi özgürce davranmanın hakkı olduğunu düşünüyordu.

Okulu bitirmesine yakın ailesi onu evlendirmekten söz etmeye başlamıştı. Yaz tatillerinde anavatana gittiklerinde ziyaretlerine gelen akrabaların gösterdiği ilgi hoşuna giderdi. Onun yaşıtı gençlerin daha özgür ve çağdaş yaşantılarını görünce afallar, kendi ailesinin baskıcı tutumu daha da anlamsızlaşırdı. Anavatandaki yaşıtları kafelere, sinemaya gider, yabancı müzik dinlerlerdi. Bu kendini daha bir farklı hissetmesine neden olur, üzülürdü.

ara sıra kendini onlardan biri gibi hayal ediyor, davranışları çekici geliyordu

Bir gün annesiyle babasının dayısının oğlunun mu yoksa halasının oğlunun mu daha iyi bir damat adayı olacağını tartıştıklarını duydu. İkisini de tanıyordu yaz tatillerinden.  İkisini de kardeş olarak algılıyor, ortak noktalarının olmadığını düşünüyordu. İkisi de liseyi bitirmiş, üniversiteye girmeyi başaramamışlardı. Avrupa’daki hayata özendiklerini biliyordu. Onlar için evlilik geleceklerini garanti altına alacak bir yatırımdı. Bu nedenle bu tür bir evliliği istemediğini biliyordu. Ancak ailesine bunu anlatamıyordu. 

Sınıf arkadaşlarından biri ona ilgi duymaya başladığında afallamıştı. O da ilk kez birine duygusal bağlamda ilgi duyuyordu. Uzun süre bunu bastırmaya çalışsa da hem gençlik yıllarının heyecanı hem de ailesinin baskılarına karşı içinde büyüyen isyan yüreğinin aktığı yere götürmüştü onu. İlgi duyduğu kişi Danimarkalı idi. Hem dili ve kültürü hem de dini farklıydı. Türkiye’den işçi olarak gelen ailesinin gelenekleri ve değer yargılarıyla çelişiyordu seçimi. 

İlk zamanlar masum, sadece gözleriyle anlaşıyorlardı. Gurup çalışmalarında aynı guruba katılıyorlar, çocukça şakalar yapıyorlardı birbirlerine. Sınıfındaki diğer arkadaşları açıkça flört ediyorlar, sevgililerinin evinde geceliyorlardı. Bunun düşüncesinin bile kendi kültürüne göre yasak olduğunu biliyor, kabulleniyordu. Bu konularda sınıfındaki kız arkadaşlarının anlattıklarını hayretle dinliyordu bazen. Ara sıra kendini onlardan biri gibi hayal ediyor, özgürce seçimleri, açık ve sınırsız davranışları çekici geliyordu ona.

Sınıf arkadaşlarından birinin yaş gününe gitmek için babasından izin koparmıştı bir gün. Eğlenceye bütün sınıf davetliydi. İlgi duyduğu genç de gelecekti eğlenceye. Günler öncesinden hazırlıklara başlamıştı. Yaş gününde giymek için yeni bir kıyafet alıp saklamıştı. Evden erken çıkacak, başka bir sınıf arkadaşının evinde giyinecek, eğlenceye birlikte gideceklerdi. Annesinin bitmeyen nasihatlerini duymuyordu bile. Kendini onunla dans ederken hayal ediyordu durmadan. Onun dokunuşunu hissetmeye çalışıyordu hayalinde.

Kendini yapayalnız hissetti. Onların alkol ya da esrar alışkanlıkları yüzünden arkadaşlık kurmaya korktu.

Yaş günü eğlencesi bittiğinde artık bakire değildi. Değişik bir ortam, içilen içkiler ve diğerlerinin rahat davranışları başını döndürmüş ve herkes gibi olmak ya da görünmek istemesi kafasındaki zincirleri kırmıştı. Arkadaşının odasında bırakmıştı kendini gençlik heyecanına. Nasıl bakacaktı şimdi ailesinin yüzüne. Nasıl evlenirdi şimdi dayı ya da hala oğluyla. Annesinin ve babasının hayal kırıklığına nasıl dayanacaktı. Pişmanlık ve korkularla gitti eve. 

hayatını istediği gibi kuracağı  günleri hayal etti

Yaz tatili yaklaştıkça korkuları çoğalmaya başlamıştı.  Ailesi sonunda dayısının oğlunda karar kılmıştı. Yaz tatilinde yapılacak düğünden başka bir şey konuşulmaz olmuştu evde. Sürekli Türkiye’deki akrabalarla konuşulup düğün hazırlıkları yapılıyordu. Annesinin heyecanı, komşu kadınlarla konuşmaları, beklentileri kabuslar görmesine neden oluyordu. Yaz tatili yaklaştıkça kabusları artıyordu. Ailesinin yaşayacağı hayal kırıklığının sonuçlarının neler olabileceğini tahmin etmeye bile korkuyordu.  Hoşlandığı çocuk da uzaklaşmıştı ondan. Başka bir sevgili bile bulmuştu. Üzülmedi, onun da heyecanı yatışmıştı çoktan.

Sınavlar biter bitmez annesi sosyal danışman olan bir sınıf arkadaşının yardımıyla evden kaçtı. Yetkililer onu oturdukları şehirden uzakta bir enstitüye yerleştirdiler. Enstitüde sekiz kişiydiler. Herkesin aile sorunlarından kaynaklanan psikolojik problemleri vardı. Onun problemi ailesinin ilgisizliğinden değil, aksine hayatına sürekli müdahale etmelerinden kaynaklanıyordu. Annesi ve babasının sevgilerinden hiç bir zaman şüphe duymamıştı. Onlar onu korumak için, yanlış yapmasına engel olmak için karışmışlardı davranışlarına. Sadece bunu biraz abartmışlar, ona sormadan onu evlendirmek istemişlerdi. Eğer genç olduğunu, hayallerinin kendisine ait olduğunu kabul etselerdi belki o da daha farklı davranırdı. Davranışlarının sorumluluğunu anne ve babası kendileri üstlenmiş, ona bu sorumluluğunu hissettirmemişlerdi. Enstitüde kalan diğer gençlerin davranışlarını yadırgadı.  Kendini yapayalnız hissetti. Onların alkol ya da esrar alışkanlıkları yüzünden arkadaşlık kurmaya korktu. Akşamları odasında tek başına, çoğu kez ağlayarak geçirdi günlerini. Kimseye neden orada olduğunu anlatmadı. Sadece enstitünün çalışanları biliyordu orada bulunmasının nedenini. 

Enstitüye gelen psikoloğa da anlattı evden ayrılma nedenini. Şimdi ne yapacağını sordu psikolog, cevaplayamadı.  Gelecek hakkında bir plan kurmamıştı. Korku ve pişmanlıklarıyla hareket etmiş, sonrasına kafa yormamıştı. Bir eğitim almak istiyordu. Mesleği olsun, kendi hayatına kendi karar versin istiyordu. Reşit olup kendi başına yaşayacağı, hayatını istediği gibi kuracağı  günleri hayal etti. 

kendi ayakları üstünde durmalıydı

Enstitüde çalışan genç bir pedagogla sohbet ederdi arada bir. Eğitim almak istediğini söyleyince çok sevindi pedagog. Ne olmak istediğini sordu. En büyük hayali mimar olmaktı. Neden olmasındı. Zeki bir kızdı, elbette hedefine ulaşabilirdi. Gençlik hatalarının hayatına yön vermesine izin vermemeliydi. Hem hata yapmadan hayatı öğrenemezdi kimse. Önemli olan hatalarından ders çıkarabilmekti, tekrarlamamaktı. Genç olmak bir hata değil, bir lütufdu. Özgürlüğün getirdiği sorumlulukları unutmamak koşuluyla özgürlük herkesin hakkıydı. Kiminle evleneceğine kendisi karar vermeliydi. Hem evlenmek için daha çok gençti. Önce eğitim almalıydı, kendi ayakları üstünde durmalıydı. Evliliğe de sıra gelecekti elbet. Cesaretlendi, heveslendi. Artık hayata dair bir hedefi vardı. Okuyup bir meslek sahibi olacaktı, mimar olacaktı.

Liseye başladığında çok heyecanlıydı. Dersler de eğitim de farklıydı. Artık çocuk değil genç olarak algılanıyorlardı. Lisede sosyal ilişkiler dersler kadar önemliydi. Ödevler genelde gurup çalışmaları tarzında olurdu. Öğretmenler öğrencilerin ortak çalışmalarını önemser, derslerdeki başarı notlarına yansıtırlardı çalışmaların sonuçlarını. Arkadaşlık ilişkileri bu gurup çalışmaları sırasında filizlenir, herkes başarı ve sosyal seviyesine yakın arkadaşlar seçerlerdi. Başarılı bir öğrenciydi, ama okul sonrası sosyal hayata , gurup çalışmaları sırasındaki sosyal içerikli  konuşmalara katılmazdı.  Anlatacak bir konu bulamaz, sadece dinlerdi. Bu da sıkıcı bir kişi olarak algılanmasına neden olur, kendini burada da yalnız hissederdi. Duygusal ilişkilere kapatmıştı kendini. Bu tür yaklaşımları görmezden gelir, karşılık vermezdi. Kendini duygularına kapıldığı için sürekli suçlardı. Ailesinden uzakta olmasının, yalnızlığının nedeni olarak görürdü. Kendini affedemiyordu. Sadece derslerine ve boş zamanlarında çalıştığı işine odaklanmıştı. 

Liseyi bitirdiğinde sevinçten çok burukluk vardı içinde. Tek odalı küçük dairesinde yalnız başına çay içerek kutladı diplomasını. Ailesini, kardeşini, annesinin yemeklerini, babasının azarlamalarını  bile özlemişti. Akşam yatarken ertesi gün ailesini aramak için söz verdi kendine. Rüyasında hasret giderdi sevdikleriyle. Sabah kalktığında bir gün önceki cesaretinden eser kalmamıştı. Korkuları her zamanki gibi galip gelmişti. Kafedeki işine giderken yine özlem kapladı içini. O gün her zamankinden daha fazla çalıştı. İşine odaklanarak hem korkularını hem de özlemlerini unutmaya çalıştı.

özlemleri korkularını yenmişti, geçmişiyle yüzleşmek için cesareti vardı artık

Mimarlık eğitimi için başka bir şehre taşındı. Üniversitenin yakınlarında bir oda buldu. Aynı evde dört kişi kalıyor, banyo ve mutfağı ortak kullanıyorlardı. Bir süpermarkette iş buldu. Ev arkadaşları uyumlu ve sakin gençlerdi. Akşamları yemekten sonra sohbet ederler, birbirlerine eğitimlerini ve gelecek hayallerini anlatırlardı. Artık kendini yalnız hissetmiyordu. Günlük yaşamı paylaştıkça dostlukları da ilerliyordu. Birlikte vakit geçiriyorlar, tatil planları yapıp fırsat buldukça seyahat ediyorlardı. 

Arkadaşlarından birisi Noel tatili için ailesinin yanına giderken onu da götürdü. Uzun bir zaman sonra ilk kez aile ortamını yaşadı. Ailesini ne kadar özlediğini farketti. Arkadaşının annesi Noel yemeklerini domuz eti içermeyen yemeklerden seçmiş ve yapmıştı. Ona da hediyeler almış,  Noel ağacının altına koymuşlardı. O da aldığı hediyeleri Noel ağacının altına koydu. Samimi ve sıcacık aile ortamı ona bayramları hatırlattı. Annesinin günlerce süren bayram hazırlıkları, yapılan baklava ve börekler, babasının bayram namazından gelmesini dört gözle bekledikleri sabah kahvaltıları gözünün önüne geldi. Gözleri doldu, duygulandı. Noel ağacının etrafında şarkılar söyleyerek dönmeleri düğünlerde çekilen halay gibiydi. O akşam yaşadıkları sadece ailesini değil, kültürünü, geleneklerini de ne kadar özlediğini hatırlattı ona. 

Özlemleri korkularını yenmişti sonunda. Artık geçmişiyle yüzleşmek için cesareti vardı. Bir tren bileti alıp yola koyulmuştu. Eve gittiğinde nasıl karşılanacağını hayal etmeye cesaret edememişti. Yolculuk boyunca kafasında onlarca senaryo yaratmıştı. Neler anlatacağını kafasında tasarlamış, cümlelerini defalarca değiştirmişti. Zile bastığında kalbi duracak gibi olmuştu.

Artık kendini yalnız hissetmiyordu. Günlük yaşamı paylaştıkça dostlukları da ilerliyordu.

Kapıyı küçük kardeşi açtı. Önce tanıyamadı ablasını, danca selam verdi. Sonra boynuna atılıp ağlamaya başladı. Anne ve babası evde yoktu. Baba evinin kokusunu çekti içine doya doya. Tanıdık eşyaları süzdü, geçmişiyle özlem giderdi. Mutfakta annesinin yaptığı börekten yedi çaydanlıkta demlenmiş çayla birlikte. Yıllardır çaydanlıkta demlenmiş çay içmemişti. Kokusunu bile özlemişti demli çayın. Kardeşinin sorularına kaçamak cevaplar verdi. Evden neden kaçtığını kimse anlamamıştı, o da anlatmamaya kararlıydı. Üzülmelerini istemiyordu. Kardeşi de liseyi bitirmiş, üniversiteye gitmeden önce bir yıl çalışıp para biriktirmek istiyordu. Sonra mühendis olmaktı hedefi.

suçluluk duygusu daha da büyüdü içinde. Pişmanlıkları katlandı

O evden kaçtıktan sonra herkes çeşitli nedenler öne sürmüştü. Danimarkalı sevgilisiyle kaçtığını, dost hayatı yaşadığını öne sürenler çoğunluktaydı. Hatta sokaklarda vücudunu pazarladığını kendi gözleriyle gördüklerini iddia edenler bile olmuştu. Komşu, akraba ve tanıdıkların yargılamayla karışık soruları ve imaları ile aile iyice yıpranmış, kabuğuna çekilmişti uzun bir süre. Özellikle Türkiye’deki yakın akrabaların suçlamaları, anne babasının veremediği terbiyeye atıfları uzun süren küslüklere, kırgınlıklara neden olmuştu. Ailesinin onun yüzünden yaşadıkları hiç aklına gelmemişti uzaktayken. Korkularının ve özlemlerinin bencilliğinde sadece kendine acımıştı aradan geçen zamanda. Suçluluk duygusu daha da büyüdü içinde. Pişmanlıkları katlandı, yüreğine çöreklendi. 

Anne ve babası eve döndüğünde önce şaşkınlık, sonra kızgınlık ve özlemle karışık duygularla baktılar birbirlerine. Annesi feryat etmeye, hıçkırarak ağlamaya başladığında sarıldılar birbirlerine. Uzun süre konuşamadılar. Sonra nasıl olduğunu sordular, neler yaptığını merak ettiler. Mimarlık eğitimi aldığını, kısa bir süre sonra diplomasını alacağını öğrenince şaşkınlıkla karışık bir gurur kapladı yüzlerini. Kızları onların başını yere eğmemiş, dedikoduları haklı çıkarmamıştı. Kendi çabalarıyla okumuş, namusuyla yaşamıştı. Artık herkesin içinde kızlarıyla gurur duyabilirlerdi. Yaşanan bütün acılar önemini yitirmişti. Özlemler bitmiş, geleceğe dair umutlar tazelenmişti. 

Diploma töreninde en ön sıralarda oturuyordu annesi, babası ve kardeşi. Komşulardan birkaç kişi de davetlerini geri çevirmemiş buket ve hediyelerle gelmişlerdi törene. Törenden sonra evde verilen davete herkes katılmıştı. Neden evden kaçtığını soranlar oldu elbette. Ama hem annesi hem de babası sorulara cevap vermesini istemediler. Kimseye verilecek bir hesapları olmadığını tekrarladılar. Kendileri de sorgulamadılar. Kızlarına sormadan onu evlendirmek istedikleri için kaçtığını düşündüler. Pişmanlıklarıyla yüzleşmek kolay değildi. 

Cemile yaşadığı topluma ayak uydurmak istemişti sadece

İş yerinde tanıştığı birini eve getirip anne ve babasıyla tanıştırdığında kimse onun Danimarka’lı olmasını yadırgamadı. Hem Türk geleneklerine hem de Danimarka geleneklerine uyan güzel bir düğünle evlendiler. Doğan iki çocuklarına Deniz ve Azra adını verdiler. Her iki kültürde de kullanılan isimler. Eşi Türkçe öğrendi. Çocuklar da her iki dili de kültürü de tanıyarak büyüyorlar. Hem bayramları hem de noeli ve paskalyayı kutluyorlar aynı coşkuyla. 

Cemile yaşadığı topluma ayak uydurmak istemişti sadece. Gençlik ve ergenliğin verdiği heyecanla ailesinin baskılarına baş kaldırmıştı. Yaşıtlarının davrandığı gibi davranmak, özgür olmak istemişti. İki kültür arasındaki bocalamalırını ailesiyle paylaşamamış, yol göstereni olmamıştı. Yine de kendi kanatlarıyla uçmayı becerebilmiş, hayallerini gerçekleştirmişti. Karşılaştığı zorluklar onu güçlendirmiş, hatalarının esiri olmamıştı. 

İyi bir mimar ve iyi bir anne oldu. İki kültürün de ortak değerlerinden esinlenen, saygı ve anlayışa dayalı güzel bir hayat kurdu kendine ve ailesine. Çocuklarını özgür düşünen sorumlu bireyler olarak yetiştirmeyi hedefliyor. Hayatlarına sürekli müdahale etmek yerine davranışlarının sorumluluğunu üstlenmelerine, her hatanın bir bedeli olduğunu anlamalarına yardımcı olmak istiyor. Başarılar Cemile.

PAYLAŞMAK İÇİN