Geleceği Yaratma Planı

Mehmet Ali Çelebi kendinden bekleneni yapmaktadır. Yarın ‘Balyoz, Ergenekon mağduru’ başka sivil veya askerlerin AKP tarafına geçmeyeceklerinin garantisi yoktur.Bu yazı, 2007 yılında başlayan TSK-Erdoğan iş birliğinin nedenlerini araştırmakla kalmayıp, sahte kahramanların da gerçek yüzünü açığa çıkarmayı planlıyor

 

 

DR. ABDULLAH KÖKTÜRK

Bugünlerde, bağımsız Milletvekili Mehmet Ali Çelebi’nin durumu tartışılıyor. Tartışma CHP’den seçilip parti değiştirmesi ve kendisini hapse atan AKP iktidarı lehine yaptığı açıklamalar üzerinden yürüyor. Neden bu şekilde davrandığına birçoğu şaşırıyor. Şahsi menfaati için bunu yaptığını düşünenler de az değil.

Ben farklı düşünüyorum.  Uzun zamandır söylediğim gibi TSK da büyük bir grup ülkenin kaderini AKP ve Erdoğan’a bağlamış durumda. Erdoğan gitmesin diye her türlü plana ortak olmaya da hazırlar. Daha önce de Erdoğan ile iş birliğine girdikleri için, yeniden bunu yapmaları benim için şaşırtıcı olmayacak. 

Bu yazı, 2007 yılında başlayan TSK-Erdoğan iş birliğinin nedenlerini araştırmakla kalmayıp, sahte kahramanların da gerçek yüzünü açığa çıkarmayı planlıyor.

Plan 2007 Yılında Uygulamaya Konuldu

 Olaylar 2007 yılının 5 ayı içinde hızlıca gelişti. İlk olarak, 2007 yılı Mart ayının 16’sında, o zamanki Genelkurmay Başkanı  Orgeneral  Yaşar Büyükanıt’ın Harp Akademilerinde yaptığı konuşmaya dikkat çekmek istiyorum. Büyükanıt o konuşmada ilginç noktalara değinmişti. Benim gibi, o günkü konuşmayı dinleyenlerden bazıları salondan çıktıktan sonra komutanın kendilerine gelecek için bir şeyler söylemek istediğini fark etmişlerdi. Konuşma geleceği yaratmak ve kaos kuramı üzerine ilginç yaklaşımlar içeriyordu. Komutan “Geleceği yaratmak sadece rüya görmekle gerçekleşmez” diyor, genç kurmaylara “sürece odaklanmalarını” öğütlüyordu.
http://www.3sutun.com/alinti/buyukanit.html

Darbe planlarının 2003 yılında yapıldığı hakkında şüphelerin ortaya çıkmasına neden olan Özden Örnek’in günlüklerinin yayımlandığı 29 Mart 2007, AKP’nin oy oranının artması sonucunu doğuran  e-muhtıranın yayınlandığı 27 Nisan 2007, TSK-AKP işbirliğinin son şeklinin verildiği 5 Mayıs 2007 Dolmabahçe buluşması ve 2007 Haziran ayında Ümraniye’de bir gecekonduda el bombalarının bulunması bu dönemin önemli olayları/tarihleridir. Ardından, 22 Temmuz seçimleri öncesi başlayan Ergenekon tutuklamaları ve peşinden Balyoz davası ile planlanan sürece karşı çıkacak sivil/asker irade hareketsiz bırakıldı.

Bugün bakınca yaşanan olayların ne bir iç hesaplaşma, ne de sadece orduyu ele geçirmek olduğu görülmektedir. Plan dünya çapında bir yeniden yapılanmanın bölge üzerinde yansımalarından ibarettir. Irak işgalinden sonra yaşananlara, Arap devrimleri denen kargaşaya, Suriye’nin parçalanmasına ve Libya’nın yok edilmesine bakıldığında, tüm bölge coğrafyası değiştirilmeye çalışılmaktadır.

29 Ocak 2009 Davos zirvesinde planın başka bir halkası yürürlüğe sokularak Türkiye ve başbakanı Erdoğan İsrail karşıtı gösterilmiş, Mavi Marmara’da 9 kişinin öldürülmesi ise Suriye, Libya ve Tunus’un vizeleri kaldırması sonucunu doğurmuştur. Bu suretle bu ülkelere giren CIA başta olmak üzere karıştırıcılar bu ülkelerdeki isyancıları örgütleyebilmişlerdir. Bölgede İsrail’in en büyük stratejik ortağı olan Türkiye, başta IHH olmak üzere Müslüman görünümlü çeşitli STK’lar ve medyanın büyük bir bölümü tarafından Suriye karşıtı bir propaganda bombardımanına tutulmuştur. İki stratejik ortak Türkiye kuzeyden, İsrail güneyden olacak şekilde ABD’nin kontrolünde Suriye’yi sıkıştırmaya başlamışlardır.

Büyük olasılıkla Türkiye’nin bölge gücü olacağına inandırılmış ordu üst düzeyinden komutanların da iş birliği yaptığı bir plan Türkiye’de yürürlüktedir. Türkiye’nin bu süreçte Musul -Kerkük de alınarak büyüyeceğine ikna edilmiş –stratejik olarak sığ- komutanlar bu planda AKP ve Erdoğan’la işbirliği yapmışlardır.

Esasında ABD’nin planı Suriye’nin kuzeyinde, ABD ve İsrail güdümünde kukla bir Kürt devleti yaratılmasıdır. Komutanların stratejik sığlığı, bu durumu görmeyi engellemekte, dikkatler her gün asker ölümlerinin geldiği Irak kuzeyindeki harekata çekilmektedir.

Bu Komutanlar Senelerce Neden Hapis Yattı?

 Yukardaki sorunun iki cevabı var. Amiral ve generallerin birçoğu bilerek/görevli olarak, albay ve daha küçük rütbedekilerin bir kısmı ise, mevcut çok görünsün diye listeye ismi yazıldıkları için hapis yattılar. Onlar gerçek mağdurlardı. Bazıları hapiste vefat etti. Allah rahmet eylesin.

Aşağıdaki örneklere bakınca, bazı şeyler umarım daha iyi anlaşılır:

Çocukları Türkiye’nin ünlü kolejlerinden birinde okuyan kurmay albay bir arkadaşım, 2009 yılında, çocuklarını okuldan alarak yurt dışına göndermek istediğini söyledi. O an için zaten güzel bir okulda okuyan çocuklarını tonla para ödeyerek yurt dışında bir devlet lisesine niye göndermek istediğini sorgulamadım. Amirallik şansı pek bulunmayan bu arkadaşım, çocukları yurt dışına gittikten sonraki askeri şurada amiral oldu. O günden sonra kendisi benim telefonlarıma, eşi de eşimin telefonlarına çıkmaz oldular. Bayram seyran hiçbir telefonu açmadılar. Buna da akıl sır erdiremedim. Amiral olduktan yaklaşık 1.5 yıl sonra bu arkadaşımız Gölcük belgeleri içindeki imzasız bir yazı dolayısı ile Balyoz davasından tutuklandı. Çocukları yurt dışnda liseyi bitirdiler ve orada üniversiteye başladılar.  İşin daha da ilginci, Balyoz davaları sona erdikten hemen sonra arkadaşımın çocuklarını yurt dışı üniversitelerinden alarak Türkiye’de okutmaya başlamasıydı. Anlamayanlara şüphemi söyleyeyim: Benim düşünceme göre, arkadaşımız daha albay iken amiral olup hapse gireceğini biliyordu. Bu görevi çocuklarına izah edemeyeceği için onları bir travmadan korumaya çalışmış olabilir. Hak veriyorum.

Devam edelim. 2009 veya 2010 yılı idi. Genel Kurmay Harekât Başkanlığında görevli Dz. Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek “İrtica Eylem Planı”ndaki imzası yüzünden tutuklanıyor, ancak 18 veya 44 saat hapiste kalıp serbest kalıyordu. O günlerde ben Harp Akademileri Komutanlığı SAREN’de görevli idim, SAREN Komutanı, Dursun Çiçek albayın KHO’dan sınıf arkadaşı idi. Kendisine ıslak imzanın gerçekten Dursun Çiçek’e ait olabileceğini söylediğimde çok kızdı. Öbür sabah 08.30 da Dursun Çiçek’i ofisimin kapısında bana günaydın derken buldum. Bana kızan komutan da bir sene sonra balyoz davasından tutuklandı. Adli Tıp Kurumu iki defa imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğuna karar verdi.  Jandarma Kriminal Dairesi de imzanın Dursun Çiçek’in elinin ürünü olduğunu tespit etti. Balyoz davaları sona erip Dursun Çiçek beraat ettikten sonra, 2016 yılında Genelkurmay Başkanlığı yaptırdığı bilirkişi incelemesinde imzanın zayıf ihtimalle Dursun Çiçek’in eli ürünü olabileceği sonucuna vardı. Dursun Çiçek beraat eder etmez CHP’den milletvekili seçildi. Bugünlerde iktidarın kanalı CNN Türk’de boy gösteriyor. İlerde Cumhur ittifakına desteğini açıklarsa ben şaşırmam.

2011-2012 yılları idi. Balyoz davaları devam ediyordu. Her hafta Hasdal veya Hadımköy’e ziyaretlere gidiyorduk. O sıralar Harp Akademilerinde birlikte görev yaptığımız ve o sırada Hasdal’da tutuklu bulunan bir karacı kurmay albaya neden savunma yapmadıklarını sordum. Elleri ile yukarıyı göstererek genel kurmayın öyle istediğini ima etti. O anda aklım havsalam almadı tabi.

Balyoz davasından 18 yıl ceza alan ve cezası yargıtay tarafından onanan bir amiralin o süreçte her hafta Silivri cezaevinden çıkarak bir üniversitede doktora derslerine katılması o günlerde şaşırtıcı gelmişti. Şimdi gelmiyor. Çünkü işbirliği vardı ve yardımcı oldular. Siz İlker Başbuğ’un hapishane fotoğrafını gördünüz mü? Ben görmedim.

Peki 15 Temmuz’da kamyonlar dolusu cephanesi birlikten çıkarılan ve personeli sağda solda bulunan ‘Balyoz mağduru’ SAT Birlik komutanı ve yardımcısının Türkiye tarihinde bir ilk olarak amiral yapılmalarını neye bağlıyorsunuz?

Bir zamanların kahramanlarının şimdilerde hükümetin silahlı örgütü gibi çalışan SADAT’a askeri eğitim vermelerini sorguluyor musunuz?

Başka bir ‘Balyoz mağduru’ sahte kahramanın Habletimoğlu cinayetine karışmasını ve hala kaçak olması konusunda bir fikriniz var mı?

AKP’nin savcılığını yaptığı davadan mahkum olan bazı komutanların A haber başta olmak üzere havuz medyasına çıkıp iktidarı kutsaması tuhafınıza gitmiyor mu?

İşbirliği yapan sadece askerler değildir. Ergenekon’dan yatan bütün gazeteci ve siyasetçiler mercek altına alınmalıdır. Doğu Perinçek ve Nedim Şener bunun en iyi göstergesidir. Önümüzdeki günlerde Soner Yalçın veya başka birinin Erdoğan yanına geçmesi beni şaşırtmayacaktır.

Bugün Mehmet Ali Çelebi kendinden bekleneni yapmaktadır. Yarın ‘Balyoz, Ergenekon mağduru’ başka sivil veya askerlerin AKP tarafına geçmeyeceklerinin garantisi yoktur.

Komutanlar bu planın AKP ve Erdoğan olmadan yürümeyeceğini düşünmektedirler. Esasında düşünemedikleri, olası bir iktidar değişikliğinde “6’lı Masa”nın kendilerinden daha kolay bu plana ikna edileceğidir.

 

NOT

Yazı yayınlandıktan sonra çok büyük ilgi gördü. Oldukça fazla da tepki aldı. Bunlar yazı altına yorum olarak olduğu gibi, bazı emekli generaller tweetlerinde paylaştılar, bazıları özel whatsapp numarama mesaj göndererek, bazı emekli amiraller de facebook hesabıma yorum yazarak tepkilerini dile getirdiler.

Aşağıdaki yorumu da -yazıda isim belirtilmemesine rağmen- cevap hakkına saygıdan dolayı yayımlıyorum (büyük harfli yazımlar yorumcu tarafından yazılmıştır).

“Balyoz davasından 18 yıl ceza alan ve cezası yargıtay tarafından onanan bir amiralin o süreçte her hafta Silivri cezaevinden çıkarak bir üniversitede doktora derslerine katılması o günlerde şaşırtıcı gelmişti.” ifadesi GERÇEK DIŞIDIR. Tutuklu olan ve gerekli sınav ve şartları yerine getiren her üniversiteye devam hakkı vardır. Bunlar ASLA HER HAFTA DERS İÇİN ÜNİVERSİTEYE GELEMEZLER, sadece Üniversitenin yazılı talebi ve Adalet Bakanlığının oluru ile nezaret altında üniversiteye gelip FİNAL SINAVINA GİRERLER. Dolayısı ile YAZIDAKİ BU İDDİA GERÇEK DIŞIDIR. Yazarın DÜZELTME YAPMASI GEREKİR.

Ben tutuklu değil hükümlüden bahsetmiştim. Yasaya göre kapalı cezaevinde yatan hükümlülerin üniversiteye devam hakkı yoktur. Sanırım Açık Öğretim düşünülerek bunlara finallere katılma hakkı verilmiştir. Doktora eğitimi sadece final sınavlarına katılarak yapılamaz. Zorunlu dersler vardır. Sadece finallere katılarak doktor olunuyor ise bu da ilginç bir durum oluşturur. Ancak beyan esastır. “Ben sadece finallere katılarak doktor oldum” deniyorsa bu kabulümüzdür. Bir oramiralimizin de hakemli dergilerde yayımı olmadan doçent olduğunu öğrendim. Ona da hayırlı olsun diyorum.

Yazıda her konuya girememiştim. Haftaya sahte ve saçma sapan -kumpas- delillerinin nasıl oluşturulduğu hakkındaki görüşlerimi yazacağım.

DR. ABDULLAH KÖKTÜRK

 

paylaşmanız için

 

3 yorum

  1. Anlatilanlar dogru olmakla beraber istisnalarin kaideyi bozmayacagina inaniyorum. TSK icinde Erdogan’in dis politikasini begenen bircok Komutan olabilir. Bu tartisilir da. Dikkat edin dis politika diyorum. Icerde ise ozellikle laiklik konusundaki hassasiyet azaldi veya bu kavram algisi degisti. Benim gordugum kadariyla TSK’nin halihazirda Erdogan ile ilgili bir sıkıntısi yok. Olsa olsa laiklik konusunda bazi cekinceler olabilir. Biz isimizi yapiyoruz, mevcut iktidarin emrindeyiz anlayisi hakim.

  2. Büyük oranda katılıyorum. Ama ana mücadelenin Avrasyacı cenah ile Atlantikçi cenah arasında sürdüğü görüşü daha makul gibi geliyor bana. Bu süreçte saflar karışabilir zaman zaman/zamanla, amacına yararlı olacağını düşündüğün şey karşı tarafa yarayabilir vs. Ufuk açıcı yazınız için teşekkürler

  3. “Balyoz davasından 18 yıl ceza alan ve cezası yargıtay tarafından onanan bir amiralin o süreçte her hafta Silivri cezaevinden çıkarak bir üniversitede doktora derslerine katılması o günlerde şaşırtıcı gelmişti.” ifadesi GERÇEK DIŞIDIR.
    Tutuklu olan ve gerekli sınav ve şartları yerine getiren her üniversiteye devam hakkı vardır. Bunlar ASLA HER HAFTA DERS İÇİN ÜNİVERSİTEYE GELEMEZLER, sadece Üniversitenin yazılı talebi ve Adalet Bakanlığının oluru ile nezaret altında üniversiteye gelip FİNAL SINAVINA GİRERLER. Dolayısı ile YAZIDAKİ BU İDDİA GERÇEK DIŞIDIR. Yazarın DÜZELTME YAPMASI GEREKİR.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*