Ferrari’sine 1000 Lira katan adam

Bundan on, on beş yıl kadar önce popülerliğiyle dünyada fırtınalar estiren bir kitap yayımlandı. Adı: “Ferrari’sini Satan Bilge” İnsanlar, sembollerin çağrısına uyarak -ki bunlardan birisi de bendim- Ferrari denilince öncellikle İtalya’yla ilinti kurmaktaydı. Yazarın, Hint kökenli bir Kanadalı olduğunu öğrenmemizle birlikte kalakalmıştık.

SAMİ GÜNAL

Tür olarak roman desem hiç değil, öykü desem o da değil. Öyküsel, yani öyküleştirilmiş bir “kişisel gelişim kitabı” diyelim biz buna. Beklenenin aksine anlatımda kişisel gelişim öğütleri verecek öğretmen varlığı aradan çekilmiş. Bunun yerine mutluluğu ve huzuru bulduğunu iddia eden bir adamın, tecrübelerini yakın bir dostuna anlatmasıyla ikili diyalog hâlinde giden bir öyküleme hâli var, diyelim. Bu kurgulama tekniği, birazcık olsun edebiyat sosu yedirmek için tercih edilmiştir.

Kitabın Türkçe mealini en iyi ben anlatırım. Yalnız şaka sanmayınız. Çıkarımım birebir örtüşmektedir. Kitapta anlatılan mutluluk hikâyesinin altı üstü şudur:

“Anasını satim, dünya malı dünyada kalır. Mal sahabı, mülk sahabı, hani bunun ilk sahabı? N’apcaz, dünyaya kazık mı kakcaz? Bırak, inceldiği yerde kopsun. Hırstan uzak yaşa.”

Anlatılan hikâyede çok çok yoğun çalışan zengin mi zengin bir avukat var. Neyi yok ki? Kariyerin zirvesi, ülke çapında şöhret, yat, kat, jet, ada ve bir de çokça sevdiği kırmızı Ferrari’si var. Türk erkeği gibi, arabasının gönlündeki yeri bir başkadır. O kadar sever ki cennet evi çiftlik yolunun ortasına ortasına park eder. İllaki gözünün önünde olacak.

Tek eksiği, sağlığına hiç mi hiç dikkat etmemesidir. Bir çekapa bile vakit ayırmaz. Nitekim bir duruşma sırasında ağır kalp krizi geçirir. Kendisini ihmale salan aklı hastanedeyken tümden değişiverir. Tedavisinden sonra, yukarıda özetlediğim üzere, Türk usulü felsefeyle birden bire ortadan kaybolur. Neyi var neyi yok hatta o vazgeçemediği Ferrari’sini bile satıp Hindistan seyahatine çıkar. Bu, öyle otantik bir gezi niyeti değil; bilgelerin arasında inziva yoluyla bedenini ve benliğini sağaltmaktır.

Üç yıl sonra ansızın arkadaşının karşısına çıkar. Bu çıkış arkadaşında şok etkisi yaratır. Zira ruhen ve bedenen inanılmayacak bir görüntüdedir. Gerçekten ellili yaşlarındayken otuz yaşındaki gibi dingin bir adam olup dönmüştür.

Kitabın anafikri, geçici olan hayat içinde, geçici şeylerden arın ki steril bir kişilik ve dinç beden eşliğinde mutlu yaşamın olsun, üstünedir.

Batı kültüründe damıtılmış bir hayat kovalanırken Şark kültüründe kirletilmişlikle gölgelenen yaşamlar kurulmaya çalışılmaktadır. Bu cümlem, sosyolojik düzlemde kör milliyetçilik duygularla değişik reaksiyonlara açık olsa da benim öğrendiğim budur. Karşı çıkılması durumunda gıda sektöründeki hilekârlık yaygınlığının ahlaki derinliğiyle karşılık veririm.

Korona dolayısıyla işini kaybedenlere hükümetin biner lira vereceği söylenmişti. Miktarın azlığı çokluğu ayrı bir tartışma konusudur. Kimileri için belki de yok denecek kadar azdır. Az çok demeyip bu miktar karşısında erdemlilik gösterenler olduğu gibi bizim daha da bilemeyeceğimiz aşağılık kişiliklerini çukura gömenler de oldu.

Mersin’deki bir çiftçi, “Benim durumum iyi kötü idare eder, ihtiyacı olanlara verin.” diyerek erdemli yurttaşlar sınıfına başkan olmuştur. Samsun’daysa bir buçuk trilyonluk Ferrari’si olan bir dümbelek, e-devlet üzerinden talepte bulunarak bin liralık yardımla zaten alçakta olan o kişiliğini çukura gömmüş.

İnsanların, hayvanlardan farklı olduğu doğrudur. İyi ile kötüyü yaratan da insan; müstahak olan da. Yalnızca hayvanlar kötülüğe bulaşmaksızın hep iyiye müstahak yaşarlar. İnsana düşen; kötüden çıkma, iyide kalma çabasıdır.

Tercih, sahibini bağlar. Neye bulaşmışsan yeni karakterin odur.

Yazının yuvarlandığı felsefeye denk düşmesi dolayısıyla yazar dostumuz Emine Supçin’in kitap tanıtımındaki deyimle:

“Hayat, kaldığın yerden değil; aldığın yaradan devam eder.”

Giden değerlerin gelmemesi söz konusu olunca ister istemez bizim Efesli Herakleitos’u anımsıyorsunuz. Emine Hanım’a nazire babında kendi iç çekmemize bir tanım olsun. Ne buyurmuştu Efesli İhtiyar?

“Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.”

Şimdi bunları anlatırken Ferraricinin inzivasının öz yaşamımda çağrışımlar yaratıp da o veciz sözün yüreğime oturmasını istemezdim. İyi bir yaşamın varken aldığın yaralar o yaşamı bir daha bulamamak üzere siler mi siler. Hayat düzlemin yeni bir hâl üzere akıp gidecektir artık.

Ne diyordu Emine Hanım?

“Hayat, kaldığın yerden değil; aldığın yaradan devam eder.”