Fatih Sultan Mehmed’in Şarapla Yıkanmış Şiirleri

Şiir­lerinde, İstanbul kalelerinin üstünde ve yıldızlı gök altında, Marmara’nın mavi sularına bakıp ağlar, ruhu güzelliklerini, güzel sevgilileri anar, arar; içi duyguyla, istekle, aşkla doludur. Harabatlarda gezer, şarapla arkadaşlık eder

 

AV. CEM BAYINDIR

                          “Bilmezem bu hulkat-i alemde mi insaf yok
                           Olmadım mı yoksa ben hâla sezâ-yı merhamet”

Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı imparatorları içinde en farklı sultan olup, ay­nı zamanda Türk kültür ve sanatı açısından da çok önemli bir kişiliktir. ­

Arap ve Fars dili ve kültürünün de etkisiyle oluşmuş Divan edebiyatının o tarihlerde te­melleri atılmış ama henüz olgunlaşmamıştı. Daha ortada ne Fuzulî, ne Baki, ne Nefi ne de Şeyh Galib vardı.

Fatih de çocukluğundan başlayarak bu kül­türün içinde şiirler yazdı. En büyük özelliği ise, şehzade­liğinde ve padişahlığında döneminin bilim ve sanat insanlarıyla sürekli söyleşmek, tartışmak, onların meclisinden büyük tat ve bilgiler almaktı.
Şiirleri  Fatih Divanı adı altında toplanmıştır.

Babası II. Murad da iyi bir şairdi. Onun bu ilgisini oğluna aşıladığı, hocalar tuttuğundan olsa gerek ki Fatih de şiire büyük ilgi duyardı. Fatih’in şiirle uğraştığı, kafa yorduğu, zaman zaman gazeller yazdığı, şiirle­rinde “Avni” mahlasını kullandığı bilinir.
Bazı şiirlerinden oluşmuş küçük divanı ilk kez 1904 yı­lında Berlin’de, tanınmış Türkolog ve oryantalist Prof. Dr. Georg Jacob tarafından yayımlanmış­tı.

Fatih’in şiirlerini kültür dünyasına tanıtan bu çalışmadan kısa da olsa ilk kez söz eden Faik Reşad’dır. Sonraları, Şahabeddin Süleyman ve Fuad Köprülü de bu kitaptan söz etmişler, özellikle de Yeni Mecmua’da Fuad Köprü­lü, bu divanın eksik ve yanlış olduğunu ileri sürmüştür.

Fatih’in İstanbul’da Fatih Millet Kütüphanesi’nde Ali Emiri tarafından vakfedilen kitaplar arasında da yazma bir divanı bulunuyordu. Yine, bu divanlardaki şiirleri Ahmed Halid Kitabevi’nde Saffet Sıtkı ve Kemal Edib Ünsel tarafından toplanarak iki kez ayrı ayrı kitap biçimine getirilmiştir.

Bu iki kitapta ayrı ayrı içerikte Fatih şiirleri vardır. Bunların ilki, Ahmed Halid Kitabevinin bastığı Fatih Divanı ki, bu yalnız Ali Emiri’nin kütüphanesinde yazma eserler arasında nu­mara 305’te kayıtlı bulunan kitabın kopyasıdır ve arkasına bir de sözlük eklenmiştir. İkincisi ise Türk Tarih Kurumu’nun bastırdığı ve Ankara Üniversitesi DTCF Kütüpha­ne Müdürü Kemal Edib Ünsel’in hazırladığı Fatih’in Şiirleri eseri­dir. Bu yapıtın geneli Ali Emiri’nin yazma nüshasından kopyadır.  

Ali Emiri Efendi’nin Millet Kütüphanesindeki yazma nüs­hasında Fatih’in 65 tam gazeli, 3 eksik gazeli, 1 muhammes, 1 tercii­bent, 1 kıta, yine Fatih’in bir mısraı ve yapılan nazireler yer alır.

Kemal Edib Ünsel’in çalışmasında ise, sonradan bulunmuş bir­kaç şiir, Ali Emiri’nin yazma nüshası kopyasına eklenmiş ve sonuna da bir sözlük koyulmuştur. Bu ikinci kitapta 85 şiirden 83’ü Türkçe, ikisi Farsçadır.

Bu yüzyılda Şeyhi, Melihi, Necati, Ahmed Paşa gibi güçlü şairler yaşamışsa da belirttiğimiz gibi daha olgunlaşmış bir “divan edebiyatı”ndan söz etmek olası değildir.  Fatih’in şiirlerinde de bu eksiklikler görülür. Türk­çe sözcükler aruzun kalıplarına göre hazırlanmamış, aynı zaman­da aruz da daha Türkçe için bir gelişme ve büyüme yoluna girmemiştir. Ancak buna karşın yine de Fatih’in, Hafız Şirazi ve Nizami’nin etkisini taşıyan güçlü şiirleri vardır.

Bu şiirlerinin çoğu günümüze ulaşmamış, pek azı bu divanda yer almış ve divan bazı gazellerden ve birkaç beyitten oluşmuş olsa da bize onun şairliği hakkında bilgi vermeye yeterlidir.

Bu şiirlerde zamanın sanat unsurlarını taşıyan ve aruz vezinli, oldukça da güzel bir dil görürüz. Fatih’in şiir dili, ede­bi sanatlarla süslüdür.

Gerçekte büyük bir imparator, asker ve kumandan olan Fatih, şiirlerin­de ise Divan edebiyatına egemen olan tüm düşünce, bilgi, beceri kaynaklarına sahip; aşka özlem duyan, yalnızlık çeken, seven, ince duygulara sahip, alçak gönüllü, içten ve sıcak bir kişi olarak görünür.

Fuad Köprülü, Yeni Mecmua nın 44’üncü sayısında çıkmış makalesinde, ‘Fatih’in divanı, hatta en seri ve sathi bir nazarla tetkik olunsa bile, İstanbul fatihine mütevassıt şairlerimiz arasında müstesna bir mevki ayırmak lüzumu derhal itiraf edilir’ der.

Yazdığı şiir­lerde, İstanbul kalelerinin üstünde ve yıldızlı gök altında, Marmara’nın mavi sularına bakıp ağlar, ruhu güzelliklerini, güzel sevgilileri anar, arar; içi duyguyla, istekle, aşkla doludur ve Fuzuli’den yüz yıl önce,

Aşıka dünya vü can terk eylemek âsân olur
Lîk canan terkini etmek gelübdür cana güç”

Diyecek kadar da iyi bir şairdir. Aşık için dünyadan da candan da caymak kolaydır ama sevgiliden ayrılmak mümkün değildir. Dünyanın taç ve tahtını, devletini verseler, o yine sevgilisinin olduğu yerden ayrılıp gitmek is­temez; orada, yüreği sevgi çarpıntılarıyla dolu kendi başına sul­tan olmayı üstün tutar.

Bir başka benzersiz ve güzel beytinde de:

“Benim sen şah-ı mehruya kul olmak iledir fahrum
Geda-yı dilber olmak yeğ cihanın padişasından”

 der. (Senin gibi ay yüzlüye kul olmakla övünürüm; sevgilinin kapısına yoksul bir aşık gibi gö­nül bağlamayı cihana padişah olmaktan daha yeğlerim.)

Yine bir gazelde şöyle anlatır bahar havasını:

“Bahar oldı vü güller açıldı iy saki
Kadeh getür ki bu fasl eyler iktiza-yı şarab

Yeter çerağ bana şem’a ihtiyacım yok
Füruğ-ı mah-ı ruh-saki vü safa’yı şarab”

(Bahar oldu, güller açıldı; ey saki, kadeh getir! Bu mevsimde şarap içmek gerektir. Günümü, gözümü, gönlümü aydınlatmak için ışığa ihtiyacım yok… İçki veren güzelin yanağındaki ay parıltısı bana yeter; şarabın sefası bana yeter!)

“Gonca-i ser-beste mektub eyleyüb gül şahına
Gülşen içre bülbül ezberler teressül şah şah”

Fatih’in gül dalında daha açılmamış goncayı kapalı mektuba benzetmesini; bülbülün ise, gül bahçesindeki bu açılmamış gülde yazanları ezberlemekle meşgul olmasını anlattığı bu şiirindeki anlatımı iki yüz yıl sonra Şeyhülislam Yahya da kullanacaktır:

“Her gönce dest-i şahta bir name-i serbestedir
Bülbül umar kim açıla zımnında maksudun sezer.”

Fatih’in başka şiirlerindeki bu öncülüğünü, 17. Yüzyıl’da Yahya, 18. Yüzyıl’da Nedim sürdürmüşlerdir. Yine, divanında bulduğumuz ‘Başkalarını memnun, beni mahzun ettin’ anlamına,

“Gayri şad ettin veli ben şadı naşad eyledin” sözünü bir benzerini Fuzuli de “Döne döne bizi naşad özgeyi şad eyledin” biçiminde kullanmıştır.

“Melal-i devri gönülden refik-i mey giderür
Velî diriğ ki yoktur bu devr içinde refik.”

Beytinde de içkiyi över, ama onun içkisi sonuç değil araçtır; gönlünün yarasını dindirecek söyleşecek bir araç; yalnızlığını, üzüntüsünü, iyi bir içki arkadaşının tatlı konuşması giderebilir yalnızca ama ne yazık ki, dünyada böyle bir dost, içten arkadaş yoktur…

“Iyd’e yüzün ü Kadr’e saçun olalı teşbih
Kadr ile bana Iyd hemin subh u mesadur.
Ahum feleke irdi yaşum dutdu cihanı
Halüme benim şahid olan arz u semadur”

Fatih şiirlerinde, dinsel ögeleri çekinmeden kullanır. Örneğin, bir yandan, “sevgiliye yüzün bayram ayına, saçların kadir gecesine benzeyeli, kadir ile bayram gece ile gündüz oldu” derken, devamında Ömer Hayyam’ın dizelerini görür gibi oluruz: “Ahım göklere ulaştı, gözyaşlarım dünyayı kapladı, benim halime tanık olan yer ile göktür.” diyebilmektedir. Ondan üç yüz yıl önce Hayyam da benzer şeyler söylemiştir:

“Âhım çıkıyor her gece tâ göklere dek,
Gözyaşlarım ırmaklara eş aksa gerek!”

Şu beyti de ilgi çekicidir:

“Kesret-i meyden sudâ, irüb namaza çıkmadı
Zahid-i hod-bin bu özriyle meğer ma’zur imiş.”

Burada da Fatih, çok içtiği şaraptan dolayı namaza duramamıştır ama keyfinden değildir bu, kabul edilebilir bir özrü olduğundandır.   

Fatih Sultan Mehmed’in Bizans ka­leleri arkasındaki varlıklarını düşlediği, kaşına gözüne övgüler dizdiği Rum güzelleri de çoktur. Hatta bir Galata güzeli için bir gün dayanamayıp kendi kendine,

“Avnîya kılma güman kim sana râm ola nigâr,
Sen Sıtanbul şahı isen ol Kalata şahıdır.”

(Avni sanma o güzel yüzlü sana boyun eğer, Sen İstanbul padişahıysan, o da Galata’nın şahıdır.)

demiştir ama öyle bir şiiri var ki, aşk uğruna dinini, imanını bile bir kenara atacak, haç takıp kafir olacak derecede cüretkardır:

“Bağlamaz Firdevse gönlünü Kalata’yı gören
Servi anmaz anda ol serv-i dilarayı gören

Bir Firengî şivelü İsaî gördüm anda kim
Lebleri dirilmiş! der idi İsa’yı gören

Akl ü fehmin din ü imanın nice zapt eylesün
Kâfir olur mu Müsülmanlar o tersayı gören

Kevseri anmaz ol içdüğü mey-i nâbı içen
Mescide varmaz o varduğı kilisayı gören

Bir Firengî dilber oldığın bilürdi Avnîya
Beli vü boynunda zünnar ü çelipayı gören.”

Fatih’in divanında asıl yer tutan ise gazelleridir, onların birinden bir bölüm:

“Yine mestane gelün azm-i harabat idelüm
Hizmet-i pir-i mugân ile mubahat idelüm
Hum-ı meyden götürü alemi seyran idelüm
Tur-ı ışka çıkalum yine münacat idelüm”

Bugün bile zevkle okunan gazellerinde lirizm egemendir, şi­irleri yaşadığı çağa göre son derece yalın ve açıktır, içtendir, dünya nimetlerinin çekiciliğinden sıyrılmış görünür, rindlik vardır, içkiyi över, öteki dinlere hoşgörülü yaklaşır; papaz, haç, Rum, kilise, çan, put, meyhane gibi öğeleri kullanmaktan hiç çekinmez, içinden geleni söyler. Günümüzde bile, kılı kırk yaran hocaları, softaları, yobazları -ta o çağda- hiç umursamadan aşkını dile getirir, masum arzularını, yalvarışlarını ifade eder. Cinas, tevriye, hüsn-i talil, iştikak, terdit, tezat, kinaye, teşbih, tekrir, tefahür kullandığı sanatlardır.

Fatih, şair bir babanın oğludur ve şair iki de oğlu vardır. Kalemi de kılıcı gibi ustaca kullanır.  Sehî Bey, Âşık Çelebi ve büyük tezkireci Ali Emiri Efendi onu şiirde de büyük olarak sayarlar.

“Kime yâr olam cihan içinde yârum var iken
Kime kul olam o şah-ı tacdarum var iken

Hâr ü has neşv ü nema bulur bakâı irince ah
Ben hazan-ı hecre düştüm nevbaharum var iken

Bülbül ü gül işi naz ile niyaz illa benüm
Hasılım dağ-ı cefadur lalezarum var iken

Intisabum hidmetüm birağbet oldu akıbet
Hâr ü zâr oldum aziz ü kâmkârum var iken

Leşker-i gam şah-ı aşka nice bulsun destres
Avnîya meyhane gibi bir hisarum var iken.”

Onun şiir ve aruz sanatındaki yüksek bilgisi, büyük bir şair sayılması yani şiirsel gücü; Türkçeye, Arapçaya, Farsçaya, bazı Batı dillerine egemenliğinin, dünyaya bakışının, bilgi ve akla inancının, bilgeliğinin, hoşgörüsünün ve evrenselliğinin bir sonucudur.

 

Kaynakça:

  • Ahmed Aymutlu, Fatih ve Şiirleri, MEB, 2005
  • Reşad Ekrem Koçu, Fatih Sultan Mehmed, Doğan Kitap, 2015
  • Andre Clot, Fatih Sultan Mehmed, Doğan Kitap, 2012
  • Halil İnalcık, Fatih Sultan Mehemmed Han, İş Bankası Yay., 2019
  • Namık Kemal, (Hazırlayan Kemal Erkan) Fatih Sultan Mehmed Han, Çamlıca Yay., 2015
  • Reşad Ekrem Koçu, Aşık ve Şair Padişahlar, Doğan Kitap, 2016
  • Vasfi Mahir Kocatürk, Osmanlı Padişahları, Edebiyat Yay., 1965
  • Reşad Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları, Doğan Kitap, 2015

PAYLAŞMAK İSTERSENİZ