Ey iman şairi, doğup büyüdüğünüz Maraş’ta yaşanan katliama hiç üzüldünüz mü?

Şiirden dergisi 60. Sayısında yüksek lisans öğrencisi Engin Fırat’ın İslamcı şair Erdem Bayazıt’a yazdığı mektuba yer verdi. Mektubunda Bayazıt’ın şiirlerindeki ideolojik-siyasi tavırla gerçek yaşamındaki tavrını da karşılaştıran Fırat, “Sayın Bayazıt, gelinen son noktada idealizmin etkisiyle manayı harfiyle baktığınız tabiat kan ağlıyor.

Şiirleri üzerine tez hazırladığı Erdem Bayazıt’a mektubunda Engin Fırat, “Erdem Bayazıt’ın Şiirlerinde İman Epistemolojisi ve İslamcılık Mefkûresi” başlıklı tez konusunu çalışırken çok zorlandığını yazdı.

Fırat,  bir süre yüksek lisansı bırakmayı bile düşünmüş.

Mektubunda Bayazıt’ın şiirlerindeki ideolojik-siyasi tavırla gerçek yaşamındaki tavrını da karşılaştıran Fırat, “Sayın Bayazıt, gelinen son noktada idealizmin etkisiyle manayı harfiyle baktığınız tabiat kan ağlıyor. Bizi bağrına basacak bir toprak parçası bile kalmadı yedi tepeli şehirde; Aydın illeri, Munzur, Karadeniz’in dereleri ve yaylaları dile gelse alın başınıza çalın HES’lerinizi, JES’lerinizi demekten bir an bile çekinmezler” diyor.

Engin Fırat mektubunda ayrıca, Erdem Bayazıt’a Bosna, Çeçenistan ve Afganistan’da yaşanan acı olayları şiirleştirirken doğup büyüdüğü, “her fırsatta soluk almak için gittiğiniz Maraş’ta yaşanan katliama hiç üzüldünüz mü” sorusunu da soruyor.

Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt

1939 yılında Kahramanmaraş’ta doğan Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ersin Gürdoğan gibi şairlerle 1976’da Mavera dergisi ve Akabe Yayınları’nı kurdu. 1972’de ilk şiir kitabı “Sebeb Ey”i 1972’de, Risaleler’i, 1987’de ve Gelecek Zaman Risalesi’ni 1998’de yayımladı. Hamle, Edebiyat, Diriliş ve Mavera olmak üzere Büyük Doğu, Yedi İklim ve Hece dergileri ile Yeni İstiklâl, Yeni Devir, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde yazdı. 1987’de ANAP’tan Kahramanmaraş Milletvekili seçildi. 2008’de İstanbul’da ölen BVayazıt’a aynı yıl, TBMM Başkanlık Divanınca Üstün Onur Ödülü verildi.

İşte Engin Fırat’ın o mektubu:

Ey İman Şairi,

31 Mayıs 2020 / Uşak  

1960 kuşağı İslami neslin ağabeyi ya da beyzadesi mi demeliyim, bilemedim. 5 Temmuz 2008’den beri Eyüp’te kıyamı bekleyen yurdumun şairi Adil Erdem Bayazıt, ‘Aramak’ isimli şiirinizde: “Ey hep bir kelime arayan kalbim / Sonra arayan tekrar arayan kalbim.” diyorsunuz ya açıkçası ben sizinki gibi mistik bir arayış içinde değilim.

Sizi, 2013 yılında yüksek lisans aşamasında danışman hocam: Hasan Aktaş aracılığıyla tanıdım. Kusuruma bakmayın lütfen. Hatta öyle ki tez konum bile oldunuz: “Erdem Bayazıt’ın Şiirlerinde İman Epistemolojisi ve İslamcılık Mefkûresi”… İnanın çok zorlandım. Bir müddet yüksek lisansı bırakmayı bile düşündüm. Eşimin ve danışman hocamın destekleri sayesinde çarçabuk toparlanıp tezimi bitirdim.

Neden, diye sorduğunuzu göksel bir ses kulağıma fısıldıyor sanki? Açıklama yapmak elzem oldu o zaman.

Sayın Bayazıt, Nuri Pakdil’e ithaf ettiğiniz, ‘Birazdan Gün Doğacak’ isimli şiirinizdeki: “Beton duvarlar içinde bir çiçek açtı / Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın / … / Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü / Çatlayacak yalanın çelik kabuğu / Sizin bahçenizde büyüyecek / Aşkın ve inancın güneş yüzlü çocuğu.” dizelerinizde ‘Siz’ diye hitap ettiğiniz genç dindarlar dönemine ne yazık ki şahidim ve hiç de dediğiniz gibi güneş yüzlü değiller.

Fakat Sezar’ın hakkı Sezar’a şimdi, genç dindarlar büyüdü ve ahde vefa örneği göstererek tüm devlet ricaliyle cenaze töreninize katıldılar.

ÖRGÜTLEYİCİ İDEOLOJİK BİR ÇIĞLIK

Sayın Bayazıt, İz yayıncılıktan çıkan “Şiirler” isimli eserinizde işlediğiniz temalar genel olarak şöyle sıralanabilir: Hz. Muhammed döneminde yaşanan savaşlarla birlikte sahabelerin ve müminlerin peygambere besledikleri eşsiz sevgi ve teslimiyet duygusu; Afganistan, Bosna-Hersek, Çeçenistan savaşları üzerinden ümmetçilik ve cihat anlayışı; ölüm-diriliş düşüncesi üzerinden ahiret inancı; şehir ve tabiat imgeleriyle yaratılış, modernizm ve dinsel yabancılaşma gibi konular üzerinde ağırlıklı olarak durmuşsunuz.

Ayrıca şiirlerinizde dağ, deniz, gece, gökyüzü, güneş, kuş, su, toprak, ağaç gibi tabiat imgelerine; duvar, ev, makine gibi şehir imgelerine; çağ, el, ses gibi bağımsız imgelere yer vererek bütünsel, anlamı önceleyen ve somut imgelere başvurmuşsunuz.

Sayın Bayazıt, şiirlerinizde en çok dikkati çeken noktalardan biri, ‘ey’ nidasına yetmişe yakın dizede yer vermenizdir. Söyleyiş açısından bu tarz seslenmeler, yinelemeler şiirinize belli bir müzikalite katmaktadır. Fakat ‘ey’ nidasının şiir anlayışınızda özsel olarak farklı bir yeri olmalı.

1966 yılında Ankara’da kaleme aldığınız ve Fethi Gemuhluoğlu’na ithaf ettiğiniz ‘Sebeb Ey’ isimli şiirinizin şu dizeleri:

“Ürpertir tabiat üfleyince rüzgarı derin gök soluğu / Ulu ses dokununca çarka / Düşer ölümün gölgesi eşyaya. / Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden / Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden / Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini / Sonra ses olur / Zamanın idrak incisi ses döner döner döner de / Yönelir sebebe / Sebeb ey. / … / ”  aslında ‘ey’ nidasının değerini ortaya koyuyor.

‘Ey’ nidası sizin için bir çeşit şiirsel dürtü, gelenekseli çağrıştıran, örgütleyici ideolojik bir çığlık, okuyucuyu şiire hazırlayan ve diri tutan bir çeşit uyaran…

Yine “Sebeb Ey” şiirinizdeki bu nida poetik anlam dünyanızı ve niyetinizi açığa çıkartıyor. ‘Ey’ nidası Kur’anî’dir. Tanrı kullarına doğrudan hitabının bir karşılığı olarak uyarma, dikkat çekme bakımından pek çok ayetin başında bu nidaya yer vermektedir. Bu yönüyle poetikanızı hem bir üst anlatıya dayandırıp hem de epistemolojik zemine oturtuyorsunuz.

O vakit şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Erdem Bayazıt’ın epistemolojik açıdan iman anlayışını şekillendiren kaynaklar: vahiy, hadis, sünnetle birlikte bireysel tecrübe ve tanıklıklardır.

TÜSİAD İLE MÜSİAD ARASINDAKİ FARK NEDİR

Sayın Bayazıt, ‘Birazdan Gün Doğacak’, ‘Şehrin ölümü’, ‘Gölgelere Dair’, ‘Karanlık Duvarlar’ gibi şiirlerinizde yer verdiğiniz şehir, ev, duvar, makine, dişliler, saat gibi imgelerle kent yaşamını ve modernleşme sürecini acımasızca eleştiriyorsunuz. Çünkü modernleşme süreci geleneksel şehirlerin dokusuna, mimarisine hücum ederek onu ve yaşamı dönüştürmektedir. Böylelikle makine düzeni içinde insan, kutsal değerlerden uzaklaşarak özüne yabancılaşmaktadır.

Fakat burada bir sorun var: yabancılaşma sorunu… Hegel, Feuerbach ve Marx’ın yabancılaşmadan anladığıyla sizin yabancılaşmadan anladığınız bambaşka şeyler… mesele idealizm ve diyalektik materyalizm…

Marx, yabancılaşmayı insanın kendi emeğinden kopması olarak açıklarken özel mülkiyet ve emek meselesine odaklanır. İslami çevreler ise bu mevzuya dinsel yabancılaşma algısıyla yaklaşırlar.

Dinsel açıdan yabancılaşma insanın yaratılış fıtratından uzaklaşarak tanrı-insan ilişkisinin kurulamaması, İslami değerlerin dejenere olması, dinsel sembol ve kurumların işlevini gerçekleştirememesi şeklinde kurgulanır. Oysa yabancılaşmaya dair dinlerin genel yanılgısı bilime, akla, sınıflara ve uluslara dair yöntemsel yanlışlıklarıdır.

Sayın Bayazıt, ideolojik bakışla Kapitalist modernitenin yarattığı olumsuzlukları gerek eserlerinizde gerekse yaşamınızda cumhuriyet rejimine ve onun kurucu kadrolarına fatura etmektesiniz. 29 Ekim 1923’ü, öz değerlerden kopuş ve yabancılaşma evresi olarak görmektesiniz. 2008’de hasta yatağınızda yazmaya başladığınız; ama bitiremediğiniz “Üsküdar Risalesi”ndeki heyecanlı üslubunuz Daru’l-İslam olan Osmanlı dönemine derin bir özlemi içerir.

Aslında sizin de çok iyi bildiğiniz gibi bu topraklarda modernleşme süreci cumhuriyetle başlamamıştır. III. Selim, II. Mahmut hatta İslami kesim tarafından çok sevilen II. Abdülhamit, Jön Türkler gibi uzar gider.

Fakat şu konuda haklısınız; modernleşmeye dair esas başarılı atılımlar cumhuriyet dönemini kapsar. Sayın Bayazıt, modernizm eleştiri yapmak pek doğal hakkınız; lakin esas sorun bunu yaşama dair tanıklıklar ve tecrübelere ne kadar aktardığınızdır. Türkiye’de özellikle 24 Ocak kararlarının altında imzası olan; 12 Eylül darbe hükümetinin -ulusal ve uluslararası sermayenin öne çıkardığı- ekonomiden sorumlu bakanı, neoliberal politikaların mimarı Turgut Özal’ın genel başkanı olduğu Anavatan partisinden 1987 yılında Maraş milletvekili olmanızdır.

Yine esas sorun “İpek Yolundan Afganistan’a” kitabınızın İran seyahati bölümünde özel teşebbüsü savunmanızdır. O zaman haklı bir soru ortaya çıkıyor. TÜSİAD ile MÜSİAD arasındaki fark nedir, destekledikleri hükümetler kime hizmet etmektedir? Sorular sorular sorular…

Erdem Bayazıt

MANAYI HARFİYLE BAKTIĞINIZ TABİAT KAN AĞLIYOR

Uzun uzun Kapitalizm ve modernizm tahlilleri yapmaya gerek yok. Mesele Daru’l-İslam’da kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak mı? Ne yazık ki yaşananlar sizi haklı çıkarmıyor. En azından II. Abdülhamit’e benzettiğiniz Turgut Özal dönemi ve günümüzde Türkiye toplumunu yöneten İslamcı hükümetin pratikleri ortadadır.

Sayın Bayazıt, gelinen son noktada idealizmin etkisiyle manayı harfiyle baktığınız tabiat kan ağlıyor. Bizi bağrına basacak bir toprak parçası bile kalmadı yedi tepeli şehirde; Aydın illeri, Munzur, Karadeniz’in dereleri ve yaylaları dile gelse alın başınıza çalın HES’lerinizi, JES’lerinizi demekten bir an bile çekinmezler.

Dikkatinizi çekerim şurası çok önemli: yabancılaşmanın merkezi olan şehirlerde gökdelenler tanrıyı arıyor, göç ve mülteci sorunu yolunu kaybetti. Kadınlar ve çocuklar ölümsüz günlere hasret,  İşsizlik ise hani bana hani bana diyor.

Sayın Bayazıt, özellikle ümmetçi bir bakışla kaleme aldığınız: ‘Sürüp Gelen Çağlardan’, ‘Bosna’ya Yazıt’, ‘Çeçenistan’, ‘Savaş Risalesi’ne Zeyl -Afganistan 1400-‘ isimli şiirlerinizde slogancı bir üslup hakim. Belagatiniz güçlü olabilir; lakin şiir bildiriden fazlasıdır. İnsanın özne olduğu, estetik kaygılar gözetilerek politik şiire özgün koşullarda yer verilebilir. Fakat siz kabaca şiirlerinizi araçsallaştırıp ideolojinin hizmetine sunmayı tercih etmişsiniz. Bu konuda Cahit Zarifoğlu’nun gölgesinde kaldığınızı itiraf etmeliyim.

Bu husus 1960 kuşağı şairlerinin genel sorunu, pek az şair bunu aşabilmiştir.

KAPİTALİZM VE EMPERYALİZM ÖLDÜRÜR

Sayın Bayazıt, özellikle Bosna’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da yaşanan acı olayları şiirleştirirken mesela sizin de doğduğunuz, büyüdüğünüz, her fırsatta soluk almak için gittiğiniz Maraş’ta yaşanan katliama hiç üzüldünüz mü ya da Çorum ve Sivas katliamlarında hiç gözyaşı döktünüz mü? Ben şiirlerinizde böyle bir izlenimi ne yazık ki göremedim. Hayır hayır kesinlikle yaşanan acı olayları yarıştırmıyor ve önemsizleştirmiyorum. Yaşam hakkı kutsaldır ve hiç kimsenin insanlık onuru ayaklar altına alınmamalıdır.

Sayın Bayazıt, 1981’de Ajans 1400’ün çekeceği belgesel için İran-Pakistan-Afganistan-Hindistan’a uzanan yolculuğunuzu, “İpek Yolundan Afganistan’a” isimli eserinizde yer verdiniz. Bu eserde belirttiğiniz gibi amacınız: SSCB’nin Afganistan’ı işgalini ve savaşan mücahitlerin sesini dünya kamuoyuna duyurmaktı. Sizin de hayattayken bir kısmına şahit olduğunuz gibi öfkeli çocuklar yani ‘mücahitler’ evrile evrile günümüzde El-Kaide, Taliban, Işid, Heyet Tahrir el Şam, Fetö gibi silahlı İslami örgütler halini aldılar. Bu örgütler en son Suriye ve Irak’ta yaşanabilecek bir şehir bile bırakmadılar. Kapitalizmin ürettiği araçlarla meclisi, sokakları camileri ve arkeolojik sit alanlarını bombaladılar. İnsanları diri diri yaktılar. Ezidi kadınlarına tecavüz edip 21. yüzyılda cariye pazarlarında sattılar.

Bu konuya değinmemin sebebi ise İslam medeniyeti ve şehir algısıdır. İslamcıların bu konudaki algısını şöyle özetleyebiliriz:

Mekke, Medine, Kudüs gibi tabiat ve inançla iç içe geçmiş; ümmetin sömürülüp katledilmediği; dayanışmanın, paylaşmanın ve kardeşliğin hakim olduğu; samimi, huzurlu ve mutlu insanların temiz sokaklarında gezdiği erdemli şehirlerdir.

Sizin bu mevzuda en uygun şiirinizse: ‘Kuş Sayfaları’dır. Özellikle şiirinizdeki:” … / Ötede kuşlar derlenir ana olurken bir gün doğumuna / Kent horozlarla uyanır sularla gerinir zamana / geçerken ezanla / Sayfalar sayfa olurken Kur’an’la. / …/” dizeleri bu açıdan önemlidir. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi İslam coğrafyasında ne yazık ki yaşanabilecek pek şehir kalmadı.

Kısacası Sezai Karakoç’un etkisiyle şekillenen medeniyet tahayyülünüz çöktü. Geriye nur topu gibi Arap kışı ve BOP kaldı.

Sayın Bayazıt, mektubu yazarken hep şunu düşündüm; tezimde çeşitli sebeplerle değinemediğim noktalara yer vermek… Bu mektupla içimi döktüğüm için çok mutluyum. Kısacası gelinen son noktada anlaşılmaz bir şekilde memnuniyet duymadığınız, şikayetçi olduğunuz, yerdiğiniz kapitalizmi savunuyorsunuz.

Fakat unutmayın ki Kapitalizm ve emperyalizm öldürür… İnsanca pek insanca yaşama umuduna sımsıkı sarılarak güneşin sofrasında buluşmak dileğiyle…

Engin Fırat.