Tolkien’ın esin kaynaklarını savaşın teknik veya mekanik yönlerinde değil; savaş sırasında ön cephede yer alan rütbesiz askerlerin gündelik fedakârlıklarında, hayatını kaybedenlerin “insan”dan çok sayı olarak kayda geçmesinden duyduğu üzüntüde ve pis, susuz, hastalık dolu siperlerdeki dostluk ve kardeşlik öykülerinde aramak gerek.
LEYLA TUNÇ YELTİN
Tolkien ve ‘Yüzüklerin Efendisi’ yazı dizimizin son bölümündeyiz.
Geçtiğimiz dört haftada Tolkien ve eserleri ile ilgili pek çok alanı ele almamıza karşın, hala biraz orada biraz burada, biraz sıkıntılı biraz eğlenceli bazı konular kaldı geride.
Tam “kalan tüm konulara kısa kısa değineceğimiz son bir bölümle karşınızdayım” diyecektim, baktım ki o kısa kısa değinilecek konular bir araya gelince hayli uzun oluyormuş.
O yüzden son bölüm, iki bölüm halinde geliyor karşınıza.
Ama arkası yarın… hemen yarın. İki bölüm, iki gün.
Bugün sizlerle esin kaynakları, ırkçılık eleştirileri ve gerçek bir çevreci olan Tolkien’ın kitaplarındaki doğa dostu izlekleri (temaları) değerlendireceğiz.
Başlamadan önce küçük bir not: Yazımın kapağındaki görsel Tolkien’in monogramı. John Ronald Reuel Tolkien kelimelerinin sanatsal bir birleşimi. Bir nevi yazarın logosu. Ama ben süslü bir versiyonu kullandım. Tolkien’ın tüm kitaplarında kullandığı monogram tek renk.
İddia o ki monogram, belirli bir Çince kelimeye (Haikka) çok benziyormuş. O da “ortasındaki topraklar” anlamındaymış. Yani “Orta Dünya”. Bu sembol Tolkien’ın yine zekice bir tasarımı olabilirmiş. Ya da Tolkien hayranları işi iyice abartmış… bilemiyorum. Ama bu bilgi de eksik kalmasın dedim. Ve şimdi konumuza dönelim.
Tolkien’nin esin kaynakları ile başlıyoruz.
At binen, at üstünde savaşan ve yaşayan Rohan halkının Orta Asya Türk boylarından esinlendiğine dair kaynaklar da mevcut.
Beowulf destanını bilir misiniz? Birkaç filmi de çekildi. İngilizlerin en eski destanı olduğu söylenir. Dilden dile dolaşmış anonim bir eser. İlk kez on birinci yüzyılda yazıya geçirilmiş.
Danimarkalı bir kahramanın insanlara bela olan bir canavarı öldürmesi ve sonra da kral olması ile ilgili.
Tolkien da özellikle ilk kitabı “Hobbit”i yazarken ve Orta Dünya’yı yaratırken büyük ölçüde bu destandan etkilenmiş. Zaten kendisinin Beowulf hakkında kapsamlı bir çalışması var.
Konu ya da karakterlerden ziyade şiirsel ve karmaşık dil yapısından, eski dillerden türetilen yeni kelimelerden, ayrıca yer ve insan isimlerindeki anlamsal titizlikten etkilenmiş. Ve hepsinden önemlisi Beowulf’daki büyülü atmosfere benzer bir dünya yaratmak istemiş.
Tolkien’in esin kaynaklarından bahsederken muhakkak İskandinav mitolojisine de yer vermek lazım. Kuzey (Nors, Cermen) mitolojisi Tolkien için gerçekten önemli: büyülü objeler ve yaratıklar, insanın kısa ömrü ve bunu kahramanlıklarla doldurması gereği, ejderhalar, elfler, troller, canavarlar, runik alfabe, kahramanların kahramanlık yapmaya “isteksiz” olması gibi.
Bunun yanı sıra, at binen, at üstünde savaşan ve yaşayan Rohan halkının Orta Asya Türk boylarından esinlendiğine dair kaynaklar da mevcut. İlkay Aydın “Orta Dünyanın Analizi” adlı kitabında bu konulara değinmiş ve Yüzüklerin Efendisi’nde Türk mitolojisinin izlerini sürmüş.
Aragorn ile Türk mitolojisindeki Gezer Han (Abay Geser) arasındaki benzerlikleri sıralamış. Örneğin Gezer Han da Aragorn da halklarını kurtarmak için gizli bir âleme (ölüler/lanetliler diyarına) yolculuk yaparlar, ikisi de ağır yaralıları iyileştirmek için cennete/güzel bir diyara gider ve başarıyla geri dönerler (Aragorn için bu ayrıntı kitapta var, filmlerde çıkarılmış).
Tabii Aragorn ile Kral Arthur arasında da benzerlikler bulmak mümkün. Kırılan/taşa saplanan kılıcın gerçek sahibini bulması, acıklı bir çocukluk, kral olmaya isteksizlik gibi.
Dünya mitolojisini çok iyi bilen ve bir kitap kurdu olan Tolkien’in yarattığı destansı dünyada, kutsal kitaplardan, mitlerden ve efsanelerden etkilenmiş, esinlenmiş olması şaşırtıcı değil, yanlış da değil.
Dünya Savaşlarının Yüzüklerin Efendisi üzerindeki etkisi… Yüzüklerin Efendisi’nde yer alan her iki savaşı Somme muharebesine benzeten akademik araştırmalar çoğunlukta.
En başta şunu belirmekte fayda var. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi serisinin herhangi bir savaşın (herhangi bir şeyin) alegorisi olmadığını açık ve net bir şekilde ifade etmiş.
Öte yandan, yazarımız iki savaş görmüş bir kuşağa mensup ve Yüzüklerin Efendisi de genel anlatımıyla bir savaş romanı sayılacak kadar çok savaş ve çatışma içeriyor.
Bu iki gerçek bir araya gelince Tolkien’in dünya savaşlarından etkilendiğini ve bu etkilenmeyi kitabına yansıttığını düşünmek mümkün. Ama doğrusu ben de elimizdekinin alegorik bir roman olduğunu sanmıyorum.
Böyle bir yorum hem kolaycılık hem de Tolkien’in vermek istediği asıl mesajlara haksızlık olur.
Tolkien Birinci Dünya Savaşı’na katılmış. Somme muharebesinde (Güneydoğu Fransa) bizzat yer almış. Somme zorlu bir çatışma olmuş. Zafer beklentisiyle başlayan muharebe dört ay sürmüş ve yaklaşık bir milyon asker hayatını kaybetmiş. İngiliz ordusu çok az mevzi kazanabilmiş ve Alman hattını yaramamış; arzu ettikleri kesin zaferi elde edememiş.
Yüzüklerin Efendisi’nde yer alan her iki savaşı Somme muharebesine benzeten akademik araştırmalar çoğunlukta.
Öte yandan, akademik çevrelerin itibar etmediği bazı forum sayfalarında özellikle Minas Tirith muharebesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana kuşatmasına benzetildiğini görüyoruz. Büyük bir ordunun kuşattığı, az sayıda savunmacıya sahip muhkem bir kale/şehir ve son anda gelen destek gibi benzerlikler bulanlar var.
Benim fikrim kendi kişisel deneyimlerinden faydalanmış olduğu yönünde. Çünkü zaten Tolkien’in asıl ilgilendiği savaşların teknik veya mekanik yönleri değil.
Bir teoriye göre, kitapta Sauron Hitler’i; Gondor Krallığı İngiltere’yi temsil eder. İkinci Dünya Savaşı’nda büyük zayiat veren Sovyetler Birliği de Rohan’ın durumuna benzer.
Tolkien’ın esinlerini; savaş sırasında ön cephede yer alan rütbesiz askerlerin gündelik fedakârlıklarında, hayatını kaybedenlerin “insan”dan çok sayı olarak kayda geçmesinden duyduğu üzüntüde ve pis, susuz, hastalık dolu siperlerdeki dostluk ve kardeşlik öykülerinde aramak gerek. Kitaplarda en çok tekrarlanan izleklerden biri “savaş meydanındaki ve zor zamanlardaki kardeşlik, dostluk”.
Bunları söyledikten sonra konuyla ilgili araştırmalarım sırasında tüm Orta Dünya macerası ile ilgili ilginç bir teoriye rastladığımı da belirteyim.
Bu teoriye göre: Orta Dünya, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Avrupa’dır. Mordor, gelişmiş sanayisi ve bir önceki savaşı kaybetmenin hıncı ile giderek güçlenen Almanya’dır (Mordor üç bin yıl önceki savaşı kaybetmiş, Almanya ise Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmıştır).
Sauron Hitler’i; Gondor Krallığı İngiltere’yi temsil eder. İkinci Dünya Savaşı’na katılmakta önce tereddüt eden, katıldıktan sonra ise büyük zayiat veren Sovyetler Birliği de Rohan’ın durumuna benzer.
Savaşa karışmak istemeyen, ilk tehdit karşısında hemen Orta Dünya’yı terk etmeye karar veren, kendilerini diğer ırklardan üstün ve hepsinden daha zarif gören Elfler de Fransızlar olabilir.
Ve savaşa son anda İngiltere’nin baskısı ile katılan ABD de; Orta Dünya’da olup biteni aslında hiç umursamayan ama üç bin yıl önce güçlü bir müttefike verdikleri sözü yerine getirmek için savaşa son muharebede katılarak gidişatı değiştiren Lanetli Ölüler Ordusu olabilir.
Yazı dizimizin ilkinde, Birinci Dünya Savaşı Verdun muharebesinde söylenen “Geçemeyecekler” sloganını Tolkien’in, ateş iblisi ile olan mücadelesinde Gandalf’a söylettiğinden bahsetmiştim.
O nedenle, kitaplarda en çok -yazarın da bilfiil katılmış olduğu- Birinci Dünya Savaşı’nın etkilerinin görüldüğünü söylemek mümkün. Yazım aşamasına denk gelen İkinci Dünya Savaşı’nın umutsuz atmosferi ise “gelmekte olan karanlık” olarak kendini göstermiş.
Avrupa tarihi aslında bir savaşlar tarihidir. Yüzüklerin Efendisi de savaşlara çok sayfa ayırmış bir fantazya romanıdır. Ve savaş savaşa benzer… diyerek hangi savaştan nasıl esinlendiği meselesini noktalayalım. Başka konulara geçelim.
Yüzüklerin Efendisi’ne yönelik ırkçılık eleştirileri… Tolkien uzmanı tarihçi Jared Lobdel ırkçılık söylemlerini reddederek, iyi ve kötünün savaşını anlatan her öyküde ırkçılık iddiasını destekleyecek noktalar bulunabileceğini belirtiyor.
Kitaplara yönelik temel ırkçılık eleştirileri Orklar, Troller ve kötülerin tarafında savaşan diğer ırklarla ilgili. Daha doğrusu, bazı ırkların iyi bazılarının kötü olduğu varsayımı ve kitabın genelinden “kötü olan çirkindir” algısının çıkarılabilme ihtimali ile ilgili.
Tolkien ve ırkçılık üzerine akademik bir araştırma yayımlayan Dimitra Fimi, “Tolkien ırkçı mıydı?” sorusunun cevabının “hem evet hem hayır” olduğunu söylüyor.
Orta Dünya’nın Orta Çağ Avrupası’ndaki teolojik hiyerarşiye benzer bir yapılanması olduğunu belirterek, en tepede Tanrı ve melekler, sonrasında Elfler ve İnsanlar… en altta da Orklar gibi canavar yaratıklar bulunduğunu kaydediyor. Bunun teolojik bir düzen olduğunu, kasıtlı olmayan ayrımcı bir altyapı yarattığını vurguluyor.
Seride Ork tanımı çok net olmasa da var: Çekik göz, esmer ten, geniş burun delikleri. Hal böyle olunca, çok açık renkli olarak tanımlanan Elf ve Hobbitlerle kıyaslandığında, fiziksel özellikler açısından Ork ve Trollere “üstten bakan” bir anlayış ile yaklaşıldığını söyleyebiliriz.
Sanırım, Viktorya dönemi İngilteresi’nin anlayışı çerçevesinde; akli özellikleri ve karakter yapısını, fiziksel özelliklerle eşleştirme eğilimini görüyoruz.
Irkçılık ve kölelik konularında uzman olan Dr. Stephan Shapiro, Tolkien dünyasında iyiler beyaz, kötüler siyahtır (kötü büyücü Saruman, Sauron’un kendisi, Gollum hep beyaz gerçi) diyor. Filmlerle birlikte günümüzde daha geniş bir kitleye ulaşan “beyaz ve kültürlü halkların, koyu renkli ve kültürsüz halklar tarafından istila edilmesi korkusunun” İslamofobi çerçevesinde kendine bir yer bulabileceğinden endişe ediyor.
Ayrıca, iyilerin batıda yer aldığı, kötülüğün ise doğudan geldiği bir coğrafi ırkçılıktan da bahsetmek mümkün. Her iki Dünya Savaşı’nın kendi ülkesine göre doğuda kalan Almanya tarafından başlatılmış olması Tolkien’daki bu doğu/batı sorunsalını açıklayabilir.
Öte yandan, haksızlık etmemek lazım. Kötü karakteri fiziksel özelliklerle bağdaştıran ne ilk ne de son yazardır Tolkien. Hele ki yazıldığı tarih ve o dönemin alışkanlıkları dikkate alındığında.
Tarihçi ve Tolkien uzmanı Jared Lobdel de ırkçılık söylemlerini reddederek, iyi ve kötünün savaşını, canavarlar ve kahramanlar arasındaki destansı bir fantazya ile anlatan hemen her öyküde -aranırsa- ırkçılık iddiasını destekleyecek noktalar bulunabileceğini belirtiyor.
Bence Tolkien, özellikle siyasi veya sosyal bir mesaj olsun diye değil, -hepimiz gibi- çağının önyargıları ile malul olduğu için yapmış bu fiziksel tanımlamaları. Yani kasıt yok. Bu önyargılar kalemine gizlice sızmış.
Bu konulara takılıp kitabına gerçekten niyet ederek/kastederek koyduğu; dostluk, kardeşlik, fedakârlık, cesaret gibi pek çok değeri gözden kaçırırsak bu sefer biz önyargılı davranmış oluruz.
Böyle güzel masalsı bir dünya içindeyken kendimizi bunaltacak kadar ırkçılıktan bahsettik. Hemen daha güzel bir konuya geçelim.
Tolkien’ın Çevreciliği… Yüzüklerin Efendisi günümüzdeki anlamıyla “çevreci” kitap kategorisine girmeyebilir ama çevreye karşı tutkulu bir sevgi ve bağlılık vardır.
Tolkien karakter itibariyle asla aktivist bir kişi değil. Ama büyük bir çevreci.
Çocukluğu, İngiltere’de batı Midlands’ta geçmiş. Hayatı adeta, Viktorya döneminin sonlarında artık iyice plansız ve vahşi hale gelen sanayileşme devrimi ile yeşillikler içindeki İngiliz kırsalının sükûneti arasında bölünmüş. Sanayileşmenin çirkin yüzünün, yaşadığı ve sevdiği yerlere adım adım yayılmasına tanık olmuş.
Yirmi iki yaşında katıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda da, kara dumanlar çıkaran, tehlikeli ve gürültülü devasa tanklar, tanksavarlar, zırhlı personel taşıyıcıları, tahrikli toplar hep ilk kez kullanılmış. Birinci Dünya Savaşı sanayi devrimini takip eden ilk savaş olması nedeniyle aynı zamanda ilk “endüstriyel” savaştır da.
Tolkien’in vahşi sanayileşmeye duyduğu öfke, serinin ikinci kitabında kötü büyücü Saruman’ın ormana ve ağaçlara yaptığı katliamla en üst noktaya çıkar.
Ağaçsakal’ın ifadesiyle Saruman’ın aklı sadece metalde ve dişlilerdedir. Toprakta yetişen canlılara sevgisi kalmamıştır. Orklara, ağaçların çoğunu makineler ve silahlar yapmak için kestirir, yaktırır. Ama ağaçların bazıları sırf zevk olsun diye kesilir.
Entler ve Hobbitler bu katliam karşısında hem acı hem büyük bir öfke duyarlar.
Yüzüklerin Efendisi günümüzdeki anlamıyla “çevreci” kitap kategorisine girmeyebilir ama sadece dönemi için değil, bugün de çevreye karşı tutkulu bir sevgi ve bağlılık vardır sayfalarında. Bu tutkuyu okuyucuya da aktarmayı başarır.
Mesela Hobbitlerin doğayla barışık yaşamları ve bugünkü tanıma tam denk gelecek şekilde “sürdürülebilir organik tarım” yapmaları ilginçtir.
Elfler zaten gerçek anlamda doğanın içinde yaşayan bir halk. Ağaçları ve bitkileri, onlara hiç zarar vermeden kullanabilecekleri hale getiriyorlar. Ormanda, tüm orman yaratıkları ile uyum içinde yaşıyorlar.
Bu iki ırk da Tolkien teolojisi çerçevesinde Tanrı Eru’nun en sevdikleri değil miydi? Öyleyse yaratıcı Eru (ya da Tolkien diyebilir miyiz) kesinlikle bir doğaseverdir.
Ve tabii Entler. Ağaçların ve ormanların bekçileri. Onlar, yabani hayatı tam olduğu gibi en yabanıl formunda korumaya ant içmiş en büyük çevreciler. Daha önce sizinle bir Ent görseli paylaşmıştım. Ama hem Entleri çok sevdiğimden hem de paylaşacağım görsel enteresan olduğu için bir tane daha geliyor.
Deyan Kossev tarafından Bulgaristan’daki Balkan ormanlarında çekilmiş gerçek bir ağaç fotoğrafı bu. Orta Dünya’da büyülü yaratıkların devri kapanıp İnsan çağı başladıktan sonra Ent’liğinden vaz geçip ağaca dönüşmüş bir orman bekçisidir belki de.
Bugünlük sizlere bu güzel görsel ile veda etmiş olayım. Yarın yeniden görüşeceğiz. Yarınki yazıda neler var derseniz:
- Oscar’lı filmlerdeki güzel görüntüler ve güzel müzikler (sizlerle bazı parçalar da paylaşacağım),
- Kitaplar ve filmler arasındaki farklar ve Tolkien’ın oğlunun filmlerden neden nefret ettiği,
- Ve Yüzüklerin Efendisi ile ilgili eğlenceli bazı bilgiler… mesela meşhur Beatles’ın Tolkien’la ne ilgisi var.
ARKASI YARIN.
(Yarın son kez Tolkien ve “Yüzüklerin Efendisi” diyeceğiz).