Elma

Ben yürüdükçe çocuk da bana doğru yürüyordu şimdi. Rengi solmuş turuncu tişörtü, paçalarını kıvırdığı kot pantolonu, kirli kocaman ayakkabılarıyla yaklaşıyordu. Yayvan yayvan gülerek bir şey diyecek oldu. Elimi attığım gibi poşetten bir elma çıkarıp uzattım. Durup öylece baktı elmaya.

GİZEM PINAR KARABOĞA

Bugün eskiden yirmi elmayı koyduğum poşette altı tane olduğunu gördüm. Eskiden poşet de ücretsizdi. Onlara çöpümüzü atardık. Yanımdan geçen, başka dilde konuşan kadının poşeti yoktu. Bir elinde elma, öteki elinin içinde esmer oğlanın avucu. Annenin yeşil elmayı tutan eline uzanıyordu. Kadın öfkeyle çocuğu çekiştirip tükürür gibi bir şeyler söyledi. Yanımdan biri daha geçti; onun ne dediğini anladım:

“Bunlardaki rahatlık da bizde yok!”

Ardından karşıki kahvenin çırağına el etti: Havada işaret parmağıyla bir çember çevirdi. Sanırım şekerli çay istedi. Oturduğu masanın yanından geçerken işittim: “Herifler nasıl düştüler pıtır pıtır uçak tekerlerinden” diye.

Gazeteler hışırtıyla içine kapanıp bıyıklar dudakları örttü. Mırıldanmalar:

“Öyle!”

Çocuk, annenin avucundan kurtulur kurtulmaz koşup elma ağacına bir tekme savurdu, sonra da bana dönüp sırıttı. Dosdoğru yoluma devam ettiğimi görünce parmaklarını birleştirip ayırarak zil çalar gibi komik hareketlerle dans etmeye başladı. Annesi iki kez bağırarak seslenmesine rağmen yüzüme bakıp sallanmayı sürdürdü. Yanından bir tavuk geçti. Kendisine epeyce büyük olan ayakkabısıyla tavuğun kıçına tekme savurdu. Dansı bırakıp omuzlarını dikleştirdi. Bir gıdaklayarak kaçan tavuğa bir de bana baktı. Annesi çocukla ilgilenmeyi bırakmış, çöp tenekesinin yanındaki demirlere asılmış kilimi sırtlamaya girişmişti. Ben yürüdükçe çocuk da bana doğru yürüyordu şimdi. Rengi solmuş turuncu tişörtü, paçalarını kıvırdığı kot pantolonu, kirli kocaman ayakkabılarıyla yaklaşıyordu. Hani uzaktan küçücük görünür de yaklaşınca büyür sanırsın; giysileri bollaştı ama bedeni iyice çelimsizleşti, küçücük kaldı yanımda. Yayvan yayvan gülerek bir şey diyecek oldu. Elimi attığım gibi poşetten bir elma çıkarıp uzattım. Durup öylece baktı elmaya. Avucumda duran büyük yeşil elma. Başını kaldırıp yüzüme baktı sonra. İçtenlikle gülümsediğimi görünce olduğu yerde kıpırtısız kaldı. Gözbebeklerinin içindeki hınzır, arsız ışıklar bir anda söndü. Kapkara iki delik! Başını eğip yeniden elmaya baktı. Sahi, ona mı veriliyordu bu elma? Kumral yumuşak bir avucu dolduran yeşil elma, iki kara avuca birden mi yerleşecekti? Nasıl yapmalı; nasıl alıp da kaçmalı? Her şeyi bir anda nasıl unutmalı? Elmaya isteksizce uzandı. Yavaş adımlarla uzaklaşırken bir daha bakmadı yüzüme.

Kapıyı açıp eve girdim. Ellerimi yıkadım. Geçenlerde Marmaray’da melodika çalan çocuğa para vermedim diye üzerime tükürmüştü. Bu kez ucuz atlattım, dedim. İçimden ekşi bir bulantı yükseldi. Halıların altına saklanmak istedim.

(18.08.21)