Eğlenceli ve heyecanlı bir mitokurgu kitabı

İskender Azatoğlu Homeros’un İlyada okumalarını olaylardan 400-500 yıl sonra yaptığının belli olduğunu söylüyor. Ama ekliyor; “belli olmayan ise Homer diye bir şairin gerçekten var olup olmadığıdır. Arkeolojik veriler bu konuda susmakta, İlyada’da adı geçen kahramanların adları ile izleri tarih sayfalarında yer almamaktadır. Bu olgu Troya Savaşı’nın bir senaryo, bir şair fantezisi sayılmasına neden olmaktadır.”

LEYLA TUNÇ YELTİN

“Dövüşme sırası şimdi tanrılardaydı.
Troya ovasında tanrılara göre şenlik,
insanlara göre ölüm oyunu
yeniden başlamıştı.” (sf.68)

Bugün sizlere çok sevgili abim İskender Azatoğlu’nun son kitabını tanıtacağım.

2021 yılının başlarında İskender Azatoğlu kitabın yazımını tamamlamış, ön kapağa karar vermiş, ben kitap için yapacağım kara kalem çizimlerin çoğunu bitirmiştim ki… İskender abi, hayata ve bizlere veda etti.

Kitap bundan sonraki basım macerasını yazarı olmadan sürdürdü.

Tüm kitaplarının son okumasını ve düzeltmelerini yapan sevgili eşi Sema Azatoğlu kitap üzerinde çalıştı. Ben İskender abinin istediği şekilde naif çizimlerle resimleri tamamladım. Grafik çalışmalarını Zafer İzer büyük bir hız ve özveri ile yaptı. Dizgi, düzelti, baskı derken İskender Azatoğlu’nun son kitabı (maalesef lafın gelişi değil kelimenin tam anlamıyla son kitabı) basılmış oldu.

Bizler tüm bu işleri yazarın yokluğunda kotarmaya çalıştığımız için pek çok eksiğimiz olmuştur. Haydi, doğrusunu söyleyeyim: pek çok eksiğimizin olduğunu biliyorum. Bazı eksiklerimizi baskıdan sonra fark ettim. Bazılarının da eminim ki hala farkında değilim.

Elimizden bu kadarı geldi… Sadece dostlarla paylaşmak için sınırlı sayıda basılmış satış dışı bir anma kitabı çıkardık ortaya.

Beş Kentin Öyküsü (Pedessa, Lyrnessa, Khryssa, Killa, Thebe)

İskender Azatoğlu’nun mitokurgu/uzun masal olarak adlandırdığı kitap, kendi masalını ve kahramanını çok bildik mitolojik bir öykü olan Troya Savaşı çerçevesinin içine yerleştirip, okuyucuyu o mitolojik evrende küçük bir yan hikâye ile eğlendirmeyi hedefliyor.

Bir taraftan da sayfaların arasına serpiştirilmiş “ek bilgi” ve “yazarın notu” gibi kısımlarla mitoloji, kurgu, tarih ve coğrafya alanlarında bilgiler veriyor, kendi görüş ve değerlendirmelerini aktarıyor.

Ben de bu tanıtım yazısında benzer bir yaklaşım izleyeceğim.

Coğrafya ile başlayalım: Sapra Gölü

Sapra gölü kadim zamanlarda Edremit (İdaion) Körfezi’nin Ören-Güre arası kısmına kıyısı olan, günümüzde ise Akçay Sulak Alanı olarak adlandırılan ekosistemi de içine alan geniş bir göl/lagün.

Bugün Akçay Sulak Alanı yüzlerce bitki ve kuş türüne ev sahipliği yapan zengin biyolojik çeşitliliğe sahip bir bölge. Hem tüm Edremit Körfezi hem de ülkemiz için çok önemli. Ancak maalesef bu alan parçalanarak, sulak alanlar doldurularak bir yanlışa doğru gidiliyor. Çevreci örgütler konunun takipçisi.

-Akçay Sulak Alanı, başına gelenler ve alanı savunanlar hakkında daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz: https://www.facebook.com/akcaysulakalanisavunmasi/

Aşağıda Sapra gölünün bizzat İskender Azatoğlu tarafından elle çizilmiş bir haritası var.

İskender abinin harita üzerinde yapmayı planladığı değişiklikler vardı, henüz tamamlamamıştı. Baskıya hazırlanırken bizler haritaya çok az dokunduk çünkü ne gibi değişiklikler düşündüğünü öngöremezdik. Göze eksik görünüyorsa bu nedenledir.

Yazarımız antik çağlardaki Sapra Gölü’nü denizden sazlık ve alüvyon bir bölgenin ayırdığından bahsediyor. Gölün denizle bağlantısının sadece iki dalyandan sağlandığını ve bu dalyanların da o çağlarda madencilik zengini olan bölge kentlerinin savunulması amacıyla çok iyi korunduğunu söylüyor.

İşte öykü; bu gölün/lagünün kuzey kıyılarında dizili olan Lyrnessa (Antandros’un yanı olabilir), Khryssa (bugünkü Akçay olabilir), Killa kentleri ile Plak (Eybek) Dağı kenarındaki Thebe kenti (Tepeoba) ve en kuzeyde, İdaion (Edremit) Körfezi’nin ağzındaki Pedassa’nın (bugünkü Assos olabilir) uğradığı saldırıyı anlatıyor.

Fark ettiyseniz Thebe dışındaki diğer dört antik kente tam olarak denk düşen çağdaş bir isim yok. Azatoğlu bunu kitabının özsözünde şöyle açıklıyor:

İda Dağı ve konuşlandığı Troas bölgesi ile İdaion Körfezi mitolojik masallar zenginidir.(…) Bu öyküler hep hayal mahsulü, kurgu olaylardır. Oysa bunlara kaynaklık eden İlyada ve Aeneas destanları bizlere zengin kültürel malzeme sunan eserlerdir. (…) Thebe, anlatılan beş kentin içinde varlığını “karanlık çağ”dan sonra da sürdürebilen, para basan yegâne kenttir ve bu anlatılanlara tanıklık edercesine “ben düş değil gerçeğim” demek istemektedir.”

Böylece, düş ile gerçeği birbirinden ayırmaya çalışarak kitabın coğrafyasını belirledikten sonra masalımıza geçelim. Masalımıza ve kahramanımıza.

Masalımız Troya savaşının akışı içinde ilerliyor

Bu bildik ortama yeni bir kahraman dâhil ediyor yazarımız: İskus! Ve böylece bilici bir rahip ve tam bir serdengeçti olarak, İskus tezahüründe kendisini de katıyor kitabına. Orada kalmayı, yaşamını o öykü içinde sürdürmeyi tercih ediyor. Zaten kitabın sonunda bizlere şöyle sesleniyor:

“Masalımın değerli dinleyicileri; bu masal kendi gerçekliği içinde yaşandı. Evrende, Kozmos’ta kaç gerçeklik vardır ancak kâhinlerin tanrısı Apollon bilir. Ben de bu masalın bir parçasıyım ve son anlattığım halimle oraya hapsolmuş bulunuyorum. Yine de yaşıyorum ve artık mutluyum.”

Mitolojiden hatırlayacaksınız Troya prensi Paris, Sparta kraliçesi Helene’ye âşık olur ve birlikte Troya’ya kaçarlar. Helene’nin kocası Menelaos Akha krallarını yardıma çağırır ve on yıllık hazırlıktan sonra büyük bir donanma ile Troya’ya savaş açarlar. Öykümüz bu savaşın dokuzuncu yılında Troya’nın düşmesinden hemen önceki zamana denk geliyor.

İskus, Akha ordularının Helene’yi bahane ettiğini, asıl amacın Troya’nın ve bölgedeki diğer şehirlerin zenginliklerini yağmalamak olduğunu söylüyor. Fakat mitolojinin gerçeküstü dünyasında bu savaşa tanrılar da karışıyor ve kimin yenip kimin yenileceği onların kararına kalıyor.

İskus ise dilenci ve falcı kılığında tapınaklara, kışlalara, cepheye gidiyor ve hem bilgi topluyor, hem casusluk yapıyor.

Thebe’de düğün hazırlıkları yapılırken olanlar oluyor

Thebe Kralı’nın oğlu ile Khryssa kenti Apollon tapınağının başrahibi olan Khryses’in kızı nişanlı. Düğün hazırlıkları sürüyor. Genç kız hazırlıklara yardımcı olmak için Thebe’ye gelmiş. Müstakbel kayınvalidesi ile birlikte. Ancak Thebe prensi halen Troya’da savaşmakta. Saray ve halk prenslerinin sağ salim dönmesini ve düğünü bekliyor.

İşte tam bu sırada, Sapra gölü sakin ve her yer çok yoğun sis içindeyken Akha ordularının beş kent saldırısı başlar. Saldırının komutanları; Agamemnon, Menelaos, Odysseus, Aias, Nestor ve Akhill.

Helene’nin kocası öfkeli kral Menelaos şehre gizlice girer, çok sayıda casusu vardır zaten. Thebe kralı ve askerleri bu ani saldırı karşısında şaşırsa da kahramanca çarpışırlar ve yurtlarını savunurken can verirler. Kent ele geçirilir. Kraliçe ile Başrahip Khryses’in kızı esir alınır.

İşgal ordularının amacı Troya Savaşı’nda Troyalılara destek veren bu beş şehrin altın ve gümüş depolarını yağmalamak; böylece hem zenginliklerden pay almak hem de bu şehirlerin Troya’ya yardım etmesini engellemektir.

Ancak tanrı Apollon’dan çekinmekteler. Bu nedenle, hedefleri Apollon şehirlerini sadece yağmalamak, diğer şehirlerin halklarını ise ya öldürmek ya da esir almak.

İskus, yırtık pırtık dilenci giysileri içinde fal bakma bahanesi ile Akha ordularının arasında dolaşır ve hem bu bilgileri hem de dostu ve ustası Khryses’in kızının esir olarak Agamemnon’a verildiğini öğrenir. Öğrendiklerini ustası ile paylaşır ve tapınakta dev Apollon heykelinin ayakları dibine oturup genç kızı kurtarmak için plan yaparlar. Ama herhangi bir kurtarma harekâtına girişmeden önce tanrıların onayını almaları lazımdır.

Tanrı Apollon Başrahip Krhyses’in ve İskus’un yanında

İskus gece rüyasında bir pegas (pegasus) üzerinde Olymp (Olympus) dağına çıkar ve baş tanrı Zeus’un liderliğinde devam eden tanrılar toplantısını izler. Zeus’un gazabına tanık olur. Apollon tapınakları yağmalandığı ve başrahibin kızı kaçırıldığı için öfkelidir Zeus. Priam soyunun tükenmesinin kendi kararı olduğunu söyler ancak Aeneas ve onun soyuna dokunulmamasını emreder.

İskus uyanınca, Khryses ile beraber bu rüyanın tanrıların onayını aldıklarına dair bir işaret olduğuna hükmederler ve yola çıkarlar.

İşler tam İskus’un planladığı ve öngördüğü gibi gelişir. Dostlar deniz yoluyla gizlice Troya’ya ulaşır ve Başrahip Khryses kuşatma ordusunun komutanı Agememnon’un karşısına dikilir. Agememnon, Khryses’in kızını vermek istemez.

Bunun üzerine perişan olan başrahip, tanrısı Apollon’a yalvarır, tanrı duyar ve sadık kulunun isteğini kabul eder. Apollon on gün boyunca veba oklarını ordunun üzerine salar. Bu hastalıktan kurtulmak için kızın babasına teslim edilmesi şarttır.

Büyük ve ünlü Troya Savaşı’nın içindeki küçük öykü böylece baba kızın İskus sayesinde kavuşması ile biter.

Bu esnada savaş bitmiş, Troya düşmüştür. İskus ve Başrahip Khryses İda Dağı’na gelirler, Orada tanrıların görevlendirmesi nedeniyle Troya Savaşı’nı terk eden Aeneas’a rastlarlar. Aeneas’tan savaşın kısa hikâyesini; tanrıların nasıl işin içine karıştığını, entrika ve çatışmalar sonucu Troya’nın nasıl yerle bir olduğunu dinlerler.

Aeneas üzgün ama umutludur. Zeus’un buyruğu ve koruması ile sıcak denizlerden Herperia’ya ulaşmaya çalışacağını ve kentini bu ülkede kuracağını söyler.

Mutlu Son

Thebe prensi Troya Savaşı’ndan sağ çıkmış, annesi de kurtarmalık ödenerek evine geri dönmüştür. Böylece kitabın sonunda yazarımız bizi, Prens ile Başrahip Khryses’in kızının düğününe getirir.

Hazırlık dâhil yirmi yıl süren büyük Troya Savaşı bitmiş; kaybeden kaybetmiş, kazanan kazanmıştır. Ama ünlü kahramanların, hatta tanrıların arasına sıkışan bu minik öykü nihayet mutlu sona kavuşur.

Gökten üç altın elma düşer. Yazarımız birini Antandroslulara; birini Roma’ya birini de biz okuyucularına verir.

Siz siz olun bu altın elmayı iyi muhafaza edin. Çünkü tüm bu mitolojik öykülere; Troya Savaşı’na, Beş Kentin Öyküsüne, Aeneas’ın yıllarca süren ve Roma’nın kuruluşuna kadar giden yolculuğuna hep bu altın elma sebep olmuştur.

Masalımız böylece tamamlandığına göre, şimdi çok kısaca kitaptaki ek bilgilere ve yazarın notlarına bakalım.

Ek Bilgiler ve Notlar

İskender Azatoğlu Homer’ın İlyada okumalarını olaylardan 400-500 yıl sonra yaptığının belli olduğunu söylüyor. Ama ekliyor; “belli olmayan ise Homer diye bir şairin gerçekten var olup olmadığıdır.

Troya Savaşı diye bir tarihsel olayın yaşanıp yaşanmadığının da bir bilmece olduğunu belirtiyor. Diyor ki:

Arkeolojik veriler bu konuda susmakta, İlyada’da adı geçen kahramanların adları ile izleri tarih sayfalarında yer almamaktadır. Bu olgu Troya Savaşı’nın bir senaryo, bir şair fantezisi sayılmasına neden olmaktadır.”

Sohbetlerimizde de sık sık değindiği “karanlık çağ”dan da bahsediyor İskender abi. M.Ö. 1200’lerde başlayan ve büyük ihtimalle iklimsel nedenlerle gerçekleşen büyük kitlesel göçün uzun yıllar sürdüğünü ve karanlık çağın başlangıcının da aynı tarihlere denk düştüğünü dile getiriyor.

Bilinen dünyanın yaşadığı en karanlık dönem olarak adlandırıyor karanlık çağı. M.Ö. 750’lerde bittiği varsayılan bu çağda Balkanlar’dan Mısır’a dek olan coğrafyadaki kültürlerin tamamen çöktüğünü, yazının kaybolduğunu, kültür, sanat ve mimari değerlerin üretiminin son bulduğunu anlatıyor.

Belki diyor, büyük göç ve karanlık çağ nedeniyle bazı kaynaklar, bilgiler ortadan kalkmış olabilir.

Böyle diyor, ama aynı zamanda da soruyor “Peki, modern insan İlyada ve Aeneas destanlarının verdiği bazı bilgileri doğru kabul edebilir mi?”

Ve cevaplıyor: “Elbette edebilir. Örneğin coğrafi adlar, kent adları, dağ, dere, tepe adları doğru olmalıdır. (…) Örneğin Troya zamanında savlanan Pedessa yerine Assos, Lyrnessa yerine hemen yanında Antandros kurulmuş olabilir ve bu olgu arkeoloji dünyasında da kabul gören bir gerçektir.”

Böyle söylüyor İskender Azatoğlu… ve bize böyle bir masal bırakıyor. Mitoloji ile gerçeği karıştırmayın diye de uyarıyor. Masal güzeldir ama bilimsel verilerle desteklenen gerçekler esastır demeye getiriyor.

Ve hasta yatağında tamamladığı bu güzel masalın içine kendini usulca, ustaca yerleştiriyor. Artık İskus, Thebe’de sevgili dostu Başrahip ile birlikte yaşamaya, gülmeye, anlatmaya, -bizleri geride bıraktığına göre- yeni dostlar edinmeye devam ediyor.

Doğrusu İskus’un bu güzel maceranın içinde halen yaşadığını düşünmek bana çok iyi geliyor.

Beş Kentin Öyküsü (Pedessa, Lyrnessa, Khryssa, Killa, Thebe) hakkında yazdığım bu kısa tanıtım yazısını İskender abimin sevgili eşi, çok sevdiğim ablam Sema Azatoğlu’nun kitabın başındaki kısa yazısından bir alıntıyla bitireyim:

Dileğim, ömür yumağımın sonuna yaklaştığım bu yılları, çok sevdiğimiz çocuklarımız, kızlarımız, torunlarımız ve bizi hiçbir koşulda yalnız bırakmayan vefalı dostlarımızla sıklıkla onu anarak, kitaplarını yaşatarak geçirmek.

Kosovalı koca İskender, gönlümüzde, kalbimizde, aklımızdasın.”

 

PAYLAŞMAK İÇİN