Duygular ve insanda ağlama işlevi

Neden ağlıyoruz?
Kadınlar niçin erkeklerden daha çok ağlıyor?
Hayvanlar ağlamıyor mu?
Duygusal ağlamanın diğer ağlamalardan farkı nedir?
Evrim, duygu çeşitliliği, duygu kontrolü ve ağlama…
Duygusal ağlamanın yararları nedir?

 

PROF. DR. GÜLAY MİLLİ LOĞOĞLU

Leslie S. Greenberg’e göre yedi temel duygu vardır: Korku, üzüntü, öfke, tiksinti, utanç, coşku (mutluluk) ve şaşkınlık. Bu temel duygulara, bazı kaynaklarda ilgi duygu durumu (kabul, dostluk, güven, şefkat, sevgi/aşk, bağlılık) da eklenmektedir. Genelde memeliler, özelde ise insanın duygularının, evrimsel gelişme sonucunda bugünkü karmaşık (kompleks) yapısına ulaşmış sinir sistemi işlevlerinin bir ürünü olduğu; yani duygu dünyamızda gerçekleşen her şeyin temelinde beyindeki sinirsel etkileşimlerin olduğu kabul edilmektedir (5,8).

İnsan organizmasının en kompleks organı olan beyin, insandan önceki memeli beyninin aşamalı evrimi ve gelişiminin bir sonucudur. İnsan beyni, ilk memeliler de dahil tüm memelilerde ortak olan ve bu nedenle memeli beyni olarak da adlandırılan hipotalamusu içerir. Ayrıca yapısında hipotalamusun yanı sıra çeşitli başka kısımların da bulunduğu limbik sistem, daha çok hayatta kalmayı sağlayan dürtülerin, içgüdülerin, ve gereksinimlerin ortaya çıkmasından karşılanmasına kadar olan süreçlerin yönetildiği ve duygusal hareketliliğin denetlendiği yerdir. Temel duygular burada ortaya çıkar; söz gelimi bir tehlikeyle karşılaşan memelinin hayatta kalması için yapması gerekenlere dair istek ve dürtünün oluşması, limbik sisteme ait bir işlevdir (8).

Evrim sürecinde insana dair en önemli kapasitenin, duygu çeşitliliği ve bu duyguların kontrol edilmesi olduğu ileri sürülmektedir. İnsan da dahil tüm memelilerde, duygu denetiminin en zor davranış şekli olduğu belirtilmektedir. Bir kabule göre duygular, gelişen olaylara uyum sağlamaya yardım eden, olaylara göre davranışları şekillendirerek uyum sürecini kolaylaştıran yaşantılardır. Darwin’e göre, duygular insanın huzuru için gereklidir. Benzer görüşü yansıtan bir diğer görüşe göre de, her bir duygu organizmanın yaşam mücadelesinde ayakta kalmasına yardım edecek biçimde evrim geçirmiştir(8,9).

Duyguların evriminde biyolojik gereksinimler ve alışkanlıklarla birlikte toplumsal/kültürel koşulların da etkili olduğu söylenebilir. İnsanın temel ya da ilk duygularının korku ve öfke olduğu (hayatta kalma mücadelesi) kabul edilmekte; yine mutluluk ve üzüntünün de ilk duygular arasında bulunduğu düşünülmektedir (8).

Duygular, çeşitli şekillerde davranışlara yansır, dışa vurur.

Üzüntü/keder, bazen de aşırı sevinç, coşkunun bir yansıması olarak ‘ağlama işlevi’

Bu konuda yapılmış çok fazla çalışma olmamakla birlikte, mevcut bulgulara göre; insan, duygusal nedenlerle ağlayan (gözyaşı döken) tek canlıdır (fiziksel acı, duygusal travma, mutluluk nedenli…)

Emosyonel (duygusal) nedenli gözyaşlarının sadece insana özgü bir görüngü olduğu düşünülmekle birlikte; insan bebeklerinin huzursuz olduklarında çıkardıkları sesler, diğer memelilerin ve kuşların yavrularının annelerinden ayrıldıklarında çıkardıkları seslerle özellikle benzeşmektedir(3). Ayrılığa tepki olarak aniden gelişen bu sesler refleks benzeri bir özellik taşımakta, bunların öğrenilmiş bir davranış kalıbı olmadığı düşünülmekte ve diğer çeşitli memeli ve kuş türlerinde de gözlenenlerle oldukça benzeşik-tutarlı bir özellik taşımaktadırlar. İnsandaki duygusal ağlamanın evrimsel temelinin, bu hayvanların huzursuzluk/sıkıntı nedenli çıkardıkları seslerin gelişimine dayandığı düşünülmekte; bu seslerin yardım sağlama ve beslenme isteği davranış kalıbını yansıtmaları ise, bu görüşü desteklemektedir. Yenidoğan bebeklerde sıkıntıyı-huzursuzluğu yansıtan sesler çıkarıldığında (vokalizasyon), göz çevresini saran orbikularis okuli kasındaki güçlü kasılmaların korneadaki duyarlı duyusal sinirleri uyardığı, bunun da gözyaşı bezlerinden gözyaşı salgılanmasına neden olduğu öne sürülmekte ve bu durumun, sesli ağlama ile gözyaşı arasındaki bağlantının gelişmesine temel oluşturduğu düşünülmektedir.  (Esneme sırasında gelişen, duygusal olmayan göz yaşarmasında olduğu gibi.) Bu benzeşme, en azından diğer canlılarda olduğu gibi, insanın da evrimin herhangi bir evresinde, gözyaşlarının avantaj sağlayabileceği benzer tehlikeler-zorluklar-engeller ile karşılaşmış olduğunun göstergesi olabilir(1,3).

Benzerliklerine karşın; insanlardaki ağlama davranışı, diğer hayvan türlerindeki sıkıntıyı yansıtan sesler ile iki açıdan farklılık göstermektedir: bunlardan birincisi, hayvan türlerinin çoğunda bu davranış temelde bebeklik döneminde gözlenirken, erişkinlikte istisnai bir durumdur (köpekler hariç); diğeri ise, hayvanlarda ağlama yalnızca seslerle ifade edilirken (sıkıntılı durumlar, ayrılık, fiziksel acı gibi), insanda gözyaşı da tabloya eklenmektedir. (Gözyaşı dökme, bebeklerde yaklaşık 4.-8. haftalardan itibaren başlar.) Gözyaşı oluşumu genellikle yaşla birlikte sıklığı artarak ağlamaya eşlik ederken, ses bileşeni sıklığını yitirir(1).

Gözlenebilir gözyaşı oluşumunun, insana özgü olan uzun çocukluk dönemine bağlı bir durum olduğunu öne sürenler de vardır. Bu uzun gelişme döneminde çocuklar motor becerilerini tümüyle kazanmış olsalar dahi; korunma, beslenme, öncülük edilme gibi durumlar açısından hala daha erişkinlere bağımlıdırlar. Özellikle gelişme döneminde sesli ağlama yerine yeğlenen bu ses çıkarmadan ağlama stratejisinin, yabancıların ve olası tehlikeli kişilerin/canlıların dikkatini çekmek yerine gerçekten destek olabilecek/yardım edebilecek kişilerin dikkatini/ilgisini çekmeye yönelik bir işlerge olarak geliştiği düşünülmektedir. Bu çıkarımlarda bulunan Gracanin ve arkadaşları, ağlamanın temel işlevinin sosyal bağları ve karşılıklı/ortak prososyal davranışları (olumlu toplumsal davranışlar)  güçlendirmek olduğu sonucuna varmışlardır(1,3).

İnsandaki ağlama davranışının gelişimi sırasında, yaşa bağlı olarak ağlama yanıtına neden olan uyaranlar da değişmekte, ayrıca cinsiyete özgü farklılıklar da ortaya çıkmaktadır. (Bazı bulgulara göre; neden olabilecek uyaranların varlığında, erişkin kadınlarda ayda ortalama 4-5 kez, erişkin erkeklerde ise ayda 0-1 kez.) Erişkin insanda duygusal gözyaşı dökme, evlilik ve çocukların doğumu gibi olumlu, ve ayrılık, ölüm gibi olumsuzlar da dahil, özellikle yaşamlarının en önemli olayları sırasında gelişmektedir; ancak erişkin insandaki duygusal ağlama sıklığı göz önünde bulundurulduğunda, görece sıradan koşullarda da sıklıkla ağladığımız bir gerçekliktir (günlük olağan çatışmalar, düş kırıklıkları, bir film ya da müziğe tepki olarak,..) (9,10).

Duygusal ağlamanın işlevleri açısından bakıldığında; son zamanlara değin, bu davranışın yalnızca ağlayan kişiye olan doğrudan etkileri incelenmiştir. Ancak, son zamanlardaki çalışmalarda, ağlamanın ağlayan kişide oluşturduğu olası olumlu duygu durumu, çoğunlukla çevrenin gözyaşı dökülmesine olan tepkisine de bağlanmıştır. Ağlayan kişiler bazı çevrelerce genellikle daha sıcak, dostça, içten ve dürüst olarak görülürlerken; değişik çevrelere göre de aynı zamanda duygusal olarak daha dengesiz, yetersiz ve manipülatif (etkileme-yönlendirme amaçlı) olarak değerlendirilebilmektedirler(1,2,6).

Ağlama işlevine katılan yapılar ve ağlamanın nörobiyolojisi

Ağlama davranışına eşlik eden özgün vokalizasyon (ses çıkarma) ve gözyaşı oluşumunun yanı sıra, bazı yüz kasları da etkinleşerek, yüz ifadesi de değişir. Bu emosyonel yüz ifadesinden sorumlu olan yüz kaslarının denetimi, beyin kabuğunun özgün motor alanları aracılığıyla gerçekleşir.

Sesli ağlamadan sorumlu olan vokal (sesle ilgili) sistemin işlevi karmaşık olup; temelde larinks (gırtlak) aktivitesini, solunumsal hareketleri ve gırtlak üstü etkinliğini (artikülasyon, telaffuz, söyleyiş) içerir. Bunlar, genellikle söz içermeyen emosyonel vokalizasyonlardır. Bu aktiviteden sorumlu olan motor sinir ağı, beyin sapından omuriliğin aşağı (lumbar) kısımlarına kadar dağılmıştır(1).

Refleks ve duygusal nedenli gözyaşından sorumlu olan gözyaşı bezlerinin işlevinden ise otonom (istemsiz; sempatik ve parasempatik) sinir sistemi sorumludur. Refleks göz yaşarmasına ve/veya gözyaşı dökmeye neden olan duyusal sinirsel girdiler kornea ve konjunktiva kökenli olduğu gibi (örneğin göze yabancı cisim kaçması nedeniyle) limbik sistemden (örneğin singulat girus) ve premotor korteks gibi beyin kabuğu alanlarından da duyusal girdiler söz konusudur ve kompleks bir süreçtir. Gözyaşı salgısına neden olan parasempatik sinir liflerinin etkisi, salgı işlevinin temelini oluşturur; bu sistemin işlev kaybında gözyaşı bezi işlevi de baskılanır. Sempatik sinir liflerinin gözyaşı salgısı üzerindeki etkisinin ise ikincil olduğu ve gözyaşı bezini besleyen kan damarları üzerinden, dolaylı olarak gerçekleştiği düşünülmektedir. Öz olarak söylemek gerekirse; gözyaşı salgısının doğrudan denetimi, merkezi otonom sinir ağı ve limbik sistemin etkisi ile gerçekleşir(1).

Parasempatik aktivasyon genel olarak enerji korunumu ve kalp atım hızında yavaşlama ve sonuçta da istirahat, gevşeme, rahatlama gibi süreçlerle ilintili iken; söz gelimi stres durumunda kalp üzerindeki parasempatik etki baskılanarak, fizyolojik bir ‘’tetikte olma’’ durumuna geçilir. Emosyonel ağlama sırasında, muhtemelen daha yüksek beyin merkezlerince, hem kalbe, hem de gözyaşı bezlerine giden parasempatik lifler uyarılmaktadır. Ağrı giderici ve rahatlatıcı etkileri olan ve endojen (iç) opioid sisteme ait sinir ileticileri olarak bilinen beyindeki enkefalinler (morfine benzer maddeler) ise, gözyaşı bezi salgısını baskılayıcı etki gösterirler(1).

Son zamanlarda, insan ağlama davranışına yönelik iki ayrı kuram öne sürülmüştür:
1) ağlama, sıkıntıya/huzursuzluğa eşlik eden bir ‘’uyandırma, harekete geçirme’’ davranışıdır,
2) ağlama, sıkıntılı duruma bağlı tepkisellik durumunu azaltmak için devreye giren yatıştırıcı bir işlevdir(1).

Amerikan askerlerinin napalm bombalarından dehşet içinde ağlayarak kaçan Vietnamlı çocuklar

İnsandaki ağlama işlevine yönelik net psikofizyolojik bilgiler henüz yeterli olmamakla birlikte (deneysel modellerin oluşturulmasındaki zorluklar, bilimsel bilgiye ilişkin verilerin ölçümünde kullanılacak analizlerin özgünlük sorunu, vb…) ağlamaya eşlik eden sempatik sinir sistemi etkinliğindeki artış ve daha karmaşık olmakla beraber parasempatik işlevde de gözlenen artış, ağlamaya eşlik eden parasempatik etkinliğin bir ‘’iyi hissetme/iyileşme’’ sürecini yansıttığını düşündürmektedir. Ağlama süreci olasılıkla bir ‘’uyarıcı sıkıntı sinyali’’ olarak başlayıp, daha sonra fizyolojik/psikolojik olarak dengeyi onarıcı bir işleve bürünmektedir.

İnsanlarda duygusal ağlamaya ilişkin, görüntüleme yöntemlerinin de kullanıldığı çalışmalar henüz çok yetersiz sayıda olup, bu konudaki kısıtlı nöroanatomik bilgiler temelde hayvan modellerinde yapılan araştırmalara, patolojik ağlama ile seyreden bazı nörolojik olgulara ilişkin olgu sunumlarına ve bazı çok ender görülen olgulara (örn. anensefalik çocuklar; beyin, kafatası ve saçlı derinin önemli bir kısmının doğuştan oluşmaması) dayanmaktadır. Bu tür olgulara ilişkin çalışmalar, beyin kabuğunun ve beyin yarıkürelerindeki diğer bazı yapıların, sesli ağlama davranışı için şart olmadığını göstermektedir. Ancak bu durum en azından, emosyonel bileşenin olmadığı refleks ağlama süreçleri için geçerlidir. Bazı araştırmacılar bu durumu, ağlamada ‘’beyin sapı modeli’’ olarak adlandırmaktadırlar(4). (Daha ‘’yüksek’’ beyin yapılarının ağlama işlevine katılmaması.)

Ancak diğer olgularda, beyin kabuğunun (korteks) denetimi altında olan her işlevde olduğu gibi; PAG (orta beyinde bulunan, ağlama işlevine de katılan, merkezi otonom sinir ağının bir bileşeni; periakuaduktal gri madde) üzerindeki korteks denetimi ortadan kalktığında, vokalizasyon ve ağlamaya eşlik eden yüz ifadesi de denetimden çıkmakta, olgular bu hisleri taşımadıklarını bildirmelerine rağmen, aşırı neşeli ya da aşırı kederli bir yüz ifadesine bürünebilmektedirler. Dolayısıyla PAG’nin, limbik sistemden gelen emirlerin vücut sistemlerine iletildiği (yaşamın sürdürülmesi için gerekli yanıtlar; kaçma, kavga, donakalma, vd…) ve/veya duygusal dışavurumun gerçekleştirildiği (vokalizasyon, şarkı söyleme, ve özellikle de gülme ve ağlama) ve beyin kabuğunca denetlenen, ağlama işlevinden sorumlu önemli ve kritik bir ‘istasyon’ olduğu düşünülmektedir. Ağlama davranışının eşgüdümüne/düzenlenmesine beyincik de katılmaktadır(1).

Özgün olarak ağlama davranışı üzerinde yapılmamış bir pozitron emisyon tomografi (PET) insan çalışmasından elde edilen bulgular da, PAG’nin, duygusal dışavuruma neden olan motor-vokal işlevlerin eşgüdümünde özellikle rol aldığını düşündürmektedir (ağlamaya eşlik eden özgün sesler ve yüz ifadesi) (7,11).

Duygusal ağlama ve beyin

İnsanda yapılan ve medial prefrontal korteks (mPFC) etkinliğinin değerlendirildiği ‘’duygusal ağlama ve beyin’’ konulu bir çalışmada, ağlamaya ilişkin ardışık üç evre bildirilmiştir:
1) gözyaşı öncesi evre,
2) gözyaşını tetikleyen evre,
3) ağlama evresi. Ağlama evresinde mPFC etkinliğinde keskin bir artış gelişmekte olup; araştırıcılar bu bulgunun, sempatik etkinlikten parasempatik etkinliğe ani geçişe, yani gözyaşı salınımına işaret edebileceğini bildirmişlerdir (bu bulgu, bazı psikofizyolojik bulgularla da desteklenmiş). Ancak bu bulgunun, ‘’beynin ağlamaya başlanacağını algılaması’’na da işaret edebileceği, ya da bir mPFC etkinliği olan ve ağlama nöbetlerine sıklıkla eşlik eden beynin öz-denetim çabalarını da yansıtabileceği değerlendirmeleri de yapılmıştır. Olasılıkla mPFC, daha genel olarak, emosyonel bilginin işlenmesinden ve düzenlenmesinden kritik olarak sorumludur(1).

Beyin kimyasının (oksitosin, vazopressin, prolaktin, serotonin, endojen opioid sistem,..) da insandaki duygusal ağlama üzerinde etkileri söz konusu olabilir; ancak bu etkilerin doğrudan ya da dolaylı mı olduğu konuları henüz net olmayıp, genel olarak insanda ağlama davranışını ilgilendiren nörobiyolojik bilgiler çok sınırlıdır. Bu sinir ileticilerinden vazopressin, oksitosin ve prolaktinin, insan ve hayvanlarda bazı sosyal davranışların (sosyal bağ) düzenlenmesi ile ilişkili oldukları bilinmektedir ve bu sinir ileticileri, limbik sisteme ait bir yapı olan amigdalada özellikle etkin olarak bulunmaktadırlar. Bu bağlamda tekrarlamak gerekirse; yukarıda, ağlamanın aynı zamanda bir ‘’sosyal bağlanma’’ sürecini de yansıtabileceğine değinilmişti. Ağlama sürecinde etkinleşebilecek opioid sistemin neden olacağı ‘’rahatlama, haz’’ etkileri de, burada özellikle anımsanmalıdır. Bu beyin molekülleri, insanın evrimsel geçmişinde çok erken bir dönemde gelişmiş ve olasılıkla ilk başlarda, ağrı giderici ve diğer bazı vücut işlevlerini dengeleyici (homeostaz, homeostasis, dengeleşim) etkileri nedeniyle evrilmişlerdir; daha sonraki ileri evrimsel aşamalarda ise, aynı zamanda sosyal süreçlerle de ilişkili bir işlev kazanmışlardır.

Ağlama davranışının ve eşiğinin kadın ve erkeklerde gösterdiği farklılığın ise bazı hormonlarla da ilişkili olabileceğine işaret eden bulgular vardır. (Söz gelimi kadınlarda prolaktin hormonunun olası etkisi, erkeklerde testosteron hormonunun ağlama işlevini baskılayabileceği, gibi…)(1).

Sonuçta öz olarak belirtmek gerekirse; duyguların nöroanatomisi, nörobiyolojisi, nörofizyolojisi ve bu süreçlere eşlik eden beyin kimyası son derece karmaşık olup, duygular ve bunların dışa vurumu, ‘’baş denetleyici, orkestra şefi’’ gibi bir denetleyici-ilişkilendirici ‘’üst’’ işlev gören beyin kabuğu da dahil, sinir sisteminin çeşitli yapılarının da katıldığı bir etkinlik sonucunda gelişir. İnsandaki ağlama davranışına ilişkin bilimsel bilgiler ise henüz çok yetersiz olup, bu yazıda genel bir bakış, olabildiğince sadeleştirilerek verilmeye çalışılmıştır.

İnsan duygularıyla var olan bir varlıktır ve duygularımız bizim insan olarak olaylar, nesneler, diğer insanlar, çevre, doğa ve canlılara, tüm oluşlara… yönelik hissedişler dünyamızı oluşturur. ‘’Duygusallık sendromu’’na girmeden, ancak duygu yitimine de uğramadan bir ‘’duygu kontrolü’’ olasıdır ve bunun için de, dengeli çalışan/çalışması sürdürülen bir ‘’orkestra şefi’’ (beyin kabuğu) gereklidir. Bir eğretileme (metafor) olarak söylemek gerekirse, bunun için de, kişinin ‘’ağzından çıkanı kulağının duyması’’ yetisine sahip olması gerekir. Yani, duyusal girdiler, bir bilgi işlem merkezi gibi çalışan ve belki de yeryüzündeki en karmaşık yapı olan beynimizin ilgili kesimlerinde işlenmeli, ilişkilendirilmeli ve böylece, uyaranlara verilecek yanıtlar uygun bir biçimde tasarlanıp, denetlenmelidir. Daha önceki bir yazımda açıklandığı gibi (eskimiyen.com plastisite), beynimiz geliştirilebilen, yapılandırılabilen bir organımızdır.

Ağlanır da… gülünür de… Bir Anadolu deyişi ile; açılan solar, ağlayan güler… Karşıt gerilimlerin uyumu, gelişmiş ve dengeli bir beyin işlevinin ürünüdür.

Yazıyı, Herakleitos’un sözleriyle sonlandırmak isterim: ‘’Aynı şey içimizde, diri ile ölü, uyanık ile uyur, genç ile yaşlı; biri olur öbürü, öbürü biri.’’

Kaynaklar

(1)Bylsma LM, Gracanin A, Vingerhoets AJJM: The neurobiology of human crying. Clin Auton Res 2019; 29(1): 63-73.

(2)Bylsma LM, Vingerhoets AJJM, Rottenberg J: When is crying cathartic? An international study. J Social Clin Psychol 2008; 27: 1165-1187.

(3)Gracanin A, Bylsma LM, Vingerhoets AJJM: Why only humans shed emotional tears: evolutionary and cultural perspectives. Hum Nat. 2018 doi: 10.1007/s12110-018-9312-8. (PubMed)

(4)Newman JD: Neural circuits underlying crying and cry responding in mammals. Behav Brain Res 2007; 182: 155-165.

(5)Pulat F, Gündüz H, Kılıç E: Güdülenme kuramı ve duygu odaklı terapinin entegrasyonu. Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisi 2020; 3(5):17-34.

(6)Rottenberg J, Bylsma LM, Vingerhoets AJJM: Is crying beneficial? Curr Dir Psychol Sci 2008; 17:400-404.

(7)Schulz GM, Varga M, Jeffires K, Ludlow CL, Braun AR: Functional neuroanatomy of human vocalization: an H2150 PET study. Cereb Cortex 2005; 15: 1835-1847. (PubMed)

(8)Torun T: Duyguların evrimi. https://dergipark.org.tr

(9)Vingerhoets AJJM, Bylsma LM: The riddle of human emotional crying: a challenge for emotion researchers. Emot Rev 2016; 8: 207-217.

(10)Vingerhoets AJJM: Why only humans weep: unravelling the mysteries of tears. Oxford, 20013.

(11)Zhang SP, Davis PJ, Bandler R, Carrive P: Brain stem integration of vocalization: the role of the midbrain periaquaductal grey. J Neurophysiol 1994; 72: 1337-1356. (PubMed)

PAYLAŞMANIZ İÇİN