DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ… Yaralıyken şiir, sakinken öykü

Öykü ile şiirin kardeş olarak kabul edildiği doğrudur. Jale Demir bir yazısında öykü ile şiirin sevgili olduğunu ileri sürmüş. Akla yatkın buldum bu yaklaşımı da. İkisinin sevgililiğinden yepyeni güzellikler doğacak. Birlikte örgütleyecekler yaşamı çünkü.

HAYRETTİN GEÇKİN

Bilindiği gibi 14 Şubat, Dünya Öykü Günü… 14 Şubat, Sevgi Günü de aynı zamanda…

Öykü Yazarı Reyhan Yıldırım yönetiminde Çanakkale-Kepez Semt Evi’nce düzenlenen ve zoom üzerinden gerçekleştirilen Öykü Günü Etkinliği; “Yazar Kadınlar Taciz ve Şiddetin Edebiyatlarına Etkisini Araştırıyor” başlığını taşıyordu.

Arzu Eylem, Ayfer Feriha Nujen, Berna Özpınar, Melike Şenyüksel, Reyhan Yıldırım, Semrin Şahin, Tekgül Arı, Tuğba Gürbüz gibi yazarların konuya yaklaşımları hem birbirinden farklıydı, hem de birbirinin devamı ve birbirini tamamlar nitelikliydi. Etkinliğe izleyenler de katkı verdi. Etkileyiciydi açıkçası.

Ben de söz almayı düşündüm başlarda… Sonradan vaz geçtim. Belki de etkilenimlerimi ve düşüncelerimi kasten bu yazıya bıraktım… Bilmem!

Bir yandan konuşmaları dinlerken, söz alırsam şunları şunları söylerim dediğim şeyleri önümdeki bir kâğıda not aldığımı etkinliğin sonunda fark edebildim ancak. Fazla değişiklik yapmadan aktarıyorum işte:

Çünkü dünyayı merak ediyoruz.

Dünyanın başına gelen felaketlerden kurtulması için dünyanın sakinleri olarak kendimize hangi farkındalıklar kazandırmalıyız diye bir derdimiz olmalı.

İnsan ve doğa kırımları korkunç.

Örgütlü kötülük dünyayı ele geçirmiş durumda. İstersek bu durumu bozabiliriz. Bu elimizde aslında. Dünyanın sakinleri olarak el ele vermeliyiz. Aydınlık bir geleceği ne kadar istediğimize bağlı bu… Bilgimize, bilincimize, vicdanımıza…

Yazmanın şiddeti parçalayarak sevgiyi aralayacağını düşünenlerdenim.

Kadına yönelik şiddeti ele alan yazarların verimleri, erkek düşmanlığı yaratmamalı her şeyden önce. Eğer öyle olursa örgütlü kötülük kazançlı çıkar bundan. Tersine bu verimler erkeklerin en azından bir bölümünü kadının özgürlük mücadelesine kazandırmalı. Kadınların özgürlük mücadelesinde erkeklerin yol arkadaşlığına ihtiyaç var. Kadına şiddetten muzdarip olan sadece kadınlar olduğunu kabul etmiyorum. Erkekler kadınların acısı karşısında kayıtsızsa ileri bir insanlıktan bir ütopya bağlamında bile söz edemeyiz çünkü. Küçük küçük kum taneleri, kum tepecikleri, kum dağları, kum fırtınaları… Başka türlü bir dünya.

Edebiyat toplumdan, toplumdaki farklılıklar üstünden gelişir. Bire bir insan maceralarından… Olaylara genelleme yaparak yaklaşılırsa; edebiyatın; yani öykünün, şiirin, romanın, denemenin vb. alanlarını daraltmış oluruz. Tiyatro ve sinemanın da kuşkusuz. Bu durum edebiyata ve sanata uygulanan şiddet olmaz mı?

“Yazar, sözcükleri kusmak yerine yutmalıdır” sözünü kimin söylediğini anımsayamıyorum. Öykü ile şiirin kardeş olarak kabul edildiği doğrudur. Jale Demir bir yazısında öykü ile şiirin sevgili olduğunu ileri sürmüş. Akla yatkın buldum bu yaklaşımı da. İkisinin sevgililiğinden yepyeni güzellikler doğacak. Birlikte örgütleyecekler yaşamı çünkü.

Dünyayı kendimize anlatmak için yazmalıyız. Ben kendimi yazdıklarımdan da keşfedebiliyorum. Yazdıklarımdan başkalarını ve dünyayı anlayabiliyorum. Güzel değil mi?

İtiraz etme duygumuz gelişmeli yazarak. Ama bir kova okuyup bir damla yazmadan böyle bir şansı yok kimsenin.

Eksilterek anlatırsak bir karşılık bulabilir yazılan. Kendisinin tamamlayacağı boşluklarla karşılaşmalı okur yazılanları. Yaralıyken şiir, sakinleşmişken öykü yazarsak fena olmaz. Yazmak şiddet karşıtlığı değil mi ki zaten?

Bir ikilik iliştirelim mi bu yazıya?  Belki uçurtmaya dönüşür.

Bana uzun bir öykü anlat

Bir sözcükte geçsin bütün macera

BEĞENDİYSENİZ PAYLAŞINIZ