Duman, Derya, Deniz, Tespih ağacı. Biz Nusratlı’da dört kardeştik.

Duman, Derya, Deniz, Tespih ağacı. Biz Nusratlı’da dört kardeştik.
Aramızda en çok tespih ağacı büyüdü. Hiçbirimiz yetişemedik onun boyuna… Bütün o güzel yazlarımızda onun gölgesini paylaştık. Güneşin sıcaklığını, yağmuru, denizi, gökyüzünü, ağaçları, taşı, toprağı paylaştık. 

Deniz.

Küçüktük. İlk kez karşılaşmıştık. Sen yağmurdan sırılsıklam, kulaklarını devirmiş bize bakıyordun. Kendine has kokuna, yağmur kokusu karışmıştı.
Yazı yazmayı bilmiyorduk henüz, okumayı, saymayı ve daha birçok şeyi…
Tek tek öğrendik hepsini, ama “büyümek” dediğimiz var ya, o bambaşkaydı…
Birlikte küçüktük. Birlikte büyüyecek, birlikte öğrenecek, birbirimizi koruyacak, kollayacak, koşulsuz sevecektik. 

Her yaz okullar kapanır kapanmaz soluğu Nusratlı’da alırdık. Kim bilir koca bir kış, sonbahar, ilkbahar neleri değiştirmişti köyümüzde. Kapari çiçekleri açmış olacak mıydı mesela? Ve neler yapacak, neler öğrenecektik… Okulda öğrenilemeyecek kadar çok şey öğreneceğimiz kesindi. Dayım önce kalem tutmayı, sonra çekiç tutmayı, Süheyla ablam toprağı, Kazdağı’nı, doğayı, kadını öğretirdi. Seninle ise geçen zamana tutunarak büyürdük.
Sevginin dili olmadığını birlikte keşfettik. Dünyayı kurtaracak tek gücün o olduğunu da… Korkuyu, korkunca birbirimizden güç almayı birlikte öğrendik, korkmamayı ve cesur olmayı da.
Sonsuza kadar hep böyle yaşayacağımızı sanacak kadar çocuktuk.

Dünyanın en güzel yazları Nusratlı’da geçen yazlardır. Dünyanın en güzel çiçekleri bizim bahçemizde açar, dünyanın en güzel meyvelerini bizim ağaçlarımız verir.
Yaz biter, okullar açılır, biz İstanbul’a dönerdik. Seninle veda zamanı gelirdi, uzun uzun gözlerimize bakar, gelecek yazın planını kurardık. Gelecek yazlara inanırdık Duman.
Sonra sen de gelirdin İstanbul’a, çiçek açardı günlerimiz. Ama bilirdim, sevmezdin bu şehri. Betona, asfalta bastıkça patilerin, köyünü özlerdin. Yine de şehre rağmen bizim evimizi severdin sen..:)
Şimdi yeni bir eve taşındık, biliyor musun? Balkonunda pencereler var. Rüzgârlı olursa kapatırdık pencereleri, üşütmezdin, hava iyiyse açık kalırdı. Senin köşeni belirlemiştik. Şimdi sana bu mektubu senin köşenden yazıyorum.
Zaman sence de çok acımasız değil mi Duman?

Gidişini kabullenmiş sayılmam. Çoğu zaman kendimi ikna edemiyorum bu konuda.. Ama bazen, bilhassa sokakta yürürken durup gökyüzüne bakıyorum, artık bu gökyüzünün altında nefes almadığın geliyor aklıma, o fena. Bir rüzgâr esiyor mesela, sen hissetmiyorsun, halbuki ne güzel havalanırdı tüylerin rüzgârda… Koca çınarın altında rüzgâra karşı durur, ne güzel seyrederdin köyünü.. Yağmurun altında ne güzel ıslanırdın, güneş çıkınca ne güzel uyurdun güneşin altında..

Ne diyordum, “büyümek”!
Sonra birçok yaz geldi, geçti. Süheyla ve Mecit ile dolaşmalarına biz eşlik ediyorduk yalnızca, nihayet üçümüzün de büyüdüğüne karar verdiler, artık yanımızda onlar olmadan gezebilirdik, dağ bayır!:)
Ama hatırlasana, kaç kez peşimize takılan köpekleri atlatmak için kaçtık. Tamam tamam sen kaçmadın, bize uymak zorunda kaldın!
Bak ne geldi aklıma… Bir akşam köyde dolaşırken çoban köpeği yolumuzu kesmişti de can havliyle İsmail abi’ye bağırmıştım, “yetiş!” diye. Aynı anda nasıl yaptıysam dayımı da aramış, köyün ortasında iki pijamalı adamı birbirine güldürmüştük… 

Sonra birkaç yaz daha geldi geçti hızla. Artık iyiden iyiye büyümüştük, köyde yalnız başımıza kalabilecek kadar. Seni bana, beni sana emanet etmişlerdi.
Hayatımda ilk kez soba yakmıştım, yanımdaydın, birlikte ısındık.
Gecenin bir vakti dışardan gelen bir “çıt” sesine birlikte kulak kesildik, bütün ışıkları yakıp birlikte çıktık dışarı, kontrol ettik evimizi. Hep “kediydi” o çıt sesinin sahibi, sen hep homurdanırdın.:)

Bir de Fatmagül’den söz etmeliyim elbette. Onu hiç kıskandın mı bilmiyorum; ama o, kedi şımarıklığı olsa gerek, seni deli gibi kıskandı! Ama bak bu söyleyeceğimi ilk kez duyacaksın: bir gün sen bizim evimizde uyurken gizlice yanına gelip seni izledi uzun uzun… İzlerken uyuyakalmıştı da uyandığında seni görünce nereye kaçacağını bilememişti… Biliyorum ki o da çok sevdi seni Duman, ama gururuna yedirip de belli edemedi bir türlü.:)

Velhasıl.. Yan yana büyüdük.
Duman, Derya, Deniz, Tespih ağacı. Biz Nusratlı’da dört kardeştik.
Aramızda en çok tespih ağacı büyüdü. Hiçbirimiz yetişemedik onun boyuna… Bütün o güzel yazlarımızda onun gölgesini paylaştık. Güneşin sıcaklığını, yağmuru, denizi, gökyüzünü, ağaçları, taşı, toprağı paylaştık. Sabahın ilk saatlerinde, yarı uykulu yarı uyanık Süheyla ablamla çıktığımız o uzun yürüyüşlerde çeşme görünce aynı anda sevindik, yan yana kana kana su içtik.
Yıllar çok hızlı geçmiş. Çocuktuk daha dün, baksana nasıl büyümüşüz..
Meğer zaman, suymuş Duman… Akıp gidiyormuş.


Artık sana dair bütün fiil çekimleri, güzel geçmiş zaman kipi. Zor gelen, biraz da bu…
Yaşamını bizimle paylaştığın için, birlikte büyüdüğümüz için, yürüdüğümüz yollar için, öğrettiklerin için, canımı bir kez olsun acıtmadığın, kalbimi kırmadığın için, sevgin için, güzelliğin için, tek gözünle dünyalara bedel bakışların için teşekkür ederim kardeşim.
Şimdi, birlikte büyüdüğümüz bahçedeki ceviz ağacının gölgesinde sevgimizle uyu…
Hayatımın geri kalanında aklımda, ruhumda ama en çok da kalbimde! olacaksın. Dostum Duman, kardeşim Duman, canım Duman…