Dostoyevski’nin Delikanlısı Genç Seneca’nın İhtiyarı

Bu naneyi hep birlikte nasıl yediğimiz üzerinde durup düşünmeyeceksek ve bütün suçu Perinçek’e yıkıp artık önümüze bakacaksak işimiz yaş. Çoğunu tanıdığım ve sevdiğim dostlarımın içinde yer aldığı MDD hareketinin yayınladığı bildiriyi okurken işte bunları düşündüm. Bildiri, “biz şimdi bir şeyler söyleyeceğiz de, Perinçek bizim hakkımızda ne düşünür” diye ince elenip sık dokunmuş ve öyle kaleme alınmış gibi

 

RİFAT KORUR

Dostoyevski’nin Delikanlı romanında Arkadiy mealen şöyle der:

“Bir ülküm, ulaşmaya çalışacağım bir hedefim vardı. Ne hayallerle ne umutlarla yola çıkmıştım. Ama sonunda ortaya bir rezalet çıktı”

Aydınlık hareketini ifade etmek için, onun tarihini özetlemek için dünya literatüründe kapsamlı bir araştırma yapsaydık bundan daha özlü, daha cuk oturan bir cümleyi zor bulurduk.

Onca yıl, onca emek, onca para, onca söz, onca söylev, onca yazı, onca dergi, onca gazete, onca toplantı ve bütün bunlara dâhil olan on binlerce hevesli, cesur, sorumluluk sahibi genç insan.

Çoğu yaşlanmayı beklemeden ayrıldı ve pek çoğu bir daha böyle işlere bulaşmaya tövbe etti.

Ama pek çok fedakâr ve cesur insan da harcadığı emeği yakıp gitmeyi göze alamadığı için delikanlılığında girdiği bu fiktif yapının içinde ömrünü tüketti, ihtiyarlayıp gitti.

Bu insanlar ortalama bir zekadan fazlasına sahip olmalarına rağmen zaman içinde aynılaşan tek düze bir dile ama en kötüsü benzer bir akıl yürütme şablonuna sahip oldular. Bunu ortak akıl sandılar. Zamanında tepki geliştirmeyi, karşı çıkmayı yahut ayrılmayı başaramadıkları için ortaya çıkan nihai üründe onların da payı oldu ister istemez.

Bir an geldi rezaleti akla uygun hale getirmekte ve savunmakta artık zorlanır oldular ve “Vatan Partisi dışında yapılacak bir devrimcilik yoktur” aşamasından sonra “bir devrimcinin Vatan Partisinde yapacağı bir şey yoktur” aşamasına geçtiler.

Emek harcayacak, ortak ürüne kendinden bir şeyler katacak kafası çalışan insan kıtlığı çektiğimiz bu Ortadoğu ülkesinde dört kuşak gencin zekâsı ve emeği, hatta bazen erdemi ve onuru ve ahlakı anca bu kadar çarçur edilebilirdi.

Bu israf telafi edilebilir ve affedilebilir bir şey değildir.

Yazık oldu. Gerçekten yazık oldu.

“Olan oldu. İyi mücadele ettik ama yenildik artık önümüze bakacağız.”

…Da nasıl?

Türkiye’nin yeni bir öz hakiki Aydınlık hareketine ve yeni totolojik (kerameti kendinden menkul) Perinçeklere ihtiyacı var mı?

Biz sadece böyle söylemeyi ve böyle düşünmeyi biliyoruz ve bu yöntemle çalışabiliyoruz diye gerçekliğin bu şablona uyması mı gerekiyor? Bu şablon işe yarıyor olsaydı sonuçlarını bunca yıl boyunca görüyor olmaz mıydık?

Gördüğümüz bu değil. Gördüğümüz şey hepimizi utandıran bir rezalet maalesef.

Ve bu naneyi hep birlikte nasıl yediğimiz üzerinde durup düşünmeyeceksek ve bütün suçu Perinçek’e yıkıp artık önümüze bakacaksak işimiz yaş.

Mehmet Bedri Gültekin ağabeyimizin başını çektiği, pek çoğunu tanıdığım ve sevdiğim dostlarımın içinde yer aldığı MDD hareketinin yayınladığı bildiriyi okurken işte bunları düşündüm.

Ama onlar da “biz şimdi bir şeyler söyleyeceğiz de, Perinçek bizim hakkımızda ne düşünür” diye düşünmüş olmalılar.

Okuduğumuz bildiri, “aman ters bir şey söylemeyelim de üstümüze sıçratmayalım hatta mümkünse itiraf etmese bile takdirini kazanalım” diye ince elenip sık dokunmuş ve öyle kaleme alınmış gibi.

“Çatal çıkmazlar”, “mecburiyetler” Türkiye gemileri değilse de Türkiye cepheleri, paragraflar boyunca devam eden Amerika’nın çökmesi, AKP’nin doğru yaptıklarının yanındayız vurgusu…

Üstelik Amerika’nın bu şekilde anlatılması somut bir tahlil değil artık. Soyut, neredeyse transandantal bir düşman tarifi bu. Hani az daha zorlasak Bektaşi’nin “ne yerde, ne gökte, ne orada, ne burada, hem orada, hem burada olan Allah’ına benzeyecek bu Amerika.  Ve bunu algılamıyorlar.

Eğer metnin bir yerlerinde “kınından çıkmış kılıç gibiyiz” ya da ne bileyim “gümbür gümbür geliyoruz” filan denseymiş tam olacakmış.

Ki bir başka sorun da şu. Aydınlıkçılığın ahalide bıraktığı izlenimin hemen tüm unsurları Perinçek ile özdeşleşmiş haldedir ve bu intibaın müsebbibi de demokratik merkeziyetçilik kavram ile hiç yanılmayan öncü ve cesur Başkanın analojilerini, metaforlarını ve vurgularını bile taklit etmeyi birbirine karıştıran Aydınlıkçılar olsa gerektir.

Kanımca bu saatten sonra Perinçeksiz bir Aydınlıkçılık biraz zor yapılır.

Bildiride dış politikadan boş kalan yerlerde bir iki satır pandemi var. Hâlbuki insanlar ölüyor, sevdiklerini kaybediyor, ölmeyen helak oluyor, işsiz ve beş parasız kalıyor ve bunun suçlusu ABD değil işte! En azından doğrudan ABD değil. Bunun sorumlusu salgının başından beri her türlü numarayı çeviren iktidar!

İnsanlar mahvolmuş gitmiş, bunlar sanki salgın kahveciler ve lokantacılar ve meyhaneciler yüzünden yayılmış gibi garibanlara sarıyor. Buralar dışında kapanan bir şey yok aylardır. 

Ah bir de basın açıklamaları, milli bayramlar ve yürümek ve vatandaş cenazeleri yasak. Lebaleb olan her şey serbest ama. İnsanlar bunu görmüyor mu, diş bilemiyor mu? Bunu nasıl sıradan bir şeymiş gibi geçiştirirsin?

Bütün dünya kapanırken ülkeyi folluk gibi açan ve virüsün memleketin her zerresine kadar sızmasını sağlayan reis, iş işten geçtikten sonra bütün dünya açılırken ülkeyi kapatmaya kalkıyor. İşinin, alış verişinin, eksik gediğinin derdine düşecek insanlar ve “Reis bu soykırım lafından dolayı Amerika’ya ne diyecek acaba” diye düşünmeyecekler ve büyük oyun bozulmuş olacak öyle mi?

Bir tarikata girmemişsen yahut imam hatip mezunu değilsen evladına iş miş hak getire. Herhangi bir yerde en eyyamcı en çapsız kim ise onun bir yerlere getirildiğini görmüyor mu millet?

İnsanların nasıl burnundan soluduğunun farkına varmayan, kendi gündemini ve önceliklerini ülkenin gündemi sanan tipik Aydınlıkçı tavrı bu.

1980’den bu yana izlenen politikaların bugünleri yarattığından bugün için millete ne? Ayrıca 1980 öncesinin hiç mi kabahati yok? Madem derine ineceğiz, neden Kanuni devrinde kırpık akçe basılmaya başlanmasına kadar götürmüyoruz sözümüzü? Biz böyle söyleyip durdukça AKP’nin sorumluluğundan uzaklaştırıyoruz dikkatleri. Dahası artık insanlar sadece AKP’nin gitmesini değil aynı zamanda AKP’den hesap sorulmasını da istiyorlar. İşler daha da kızıştığında bu talebi görmezden geleni millet de görmezden gelir. Benden söylemesi.

Bu ifade tarzı hedefi büyütüyor ve muğlaklaştırıyor, çıplak gözle apaçık algılanmasını zorlaştırıyor. Tarih makalesi yazmıyoruz. Bir siyasi hedefimiz olduğunu ilan ediyoruz. Ona uygun söyleyelim o halde.

İyi, yiğit, cesur, fedakâr insanlarız evet. İyi niyetliyiz, gücümüz kuvvetimiz yerinde ve siyasete doymamışız belli. Takdir ediyorum ama bizim bu MDD’li, baş düşmanlı, mecburiyetli düşünme ve düşünceyi bu şekil ifade etme kalıplarından sıyrılmamız bu yaştan sonra çok zor görünüyor. Yaşımız, eşyanın tabiatı gereği, gerçekliğin başka türlü olabileceğini algılamaya ve kabullenmeye pek müsait değil gibi.

Bu yazının İlk cümlelerini Dostoyevski’nin Delikanlısı söylemişti. Son cümleyi de Romalı filozof “Genç” Seneca söylesin:

“Ömrünün sonu yaklaştığı halde hâlâ gelecek planları yapan hırslı bir ihtiyardan daha acıklı bir şey yoktur.”

PAYLAŞMAK İSTERSENİZ