Devrim düşü, işçi sınıfı ve öznel durum

METİN CENGİZ

Günümüz nesnel durumu incelendiğinde emekçi kesimleri bir tarafa bırakın, orta burjuvazi için bile umut verici bir gelecek görülmemektedir. Kapitalizm yaşantı biçimlerinde göreceli bir iyileşmeye gitse de aslında bütün sistemi daha fazla kâr amacına ayarlamış bulunmaktadır. Ve bu hedef uğruna insan, doğa, çevre demeden, bütün insanlık değerlerini çiğnemektedir. Böyle bakınca devrim için nesnel durum hazır gözükmektedir. Fakat bir taraftan da insanların aidiyet (kimlik/milliyet), din ve günlük popüler çıkarlarını kullanarak ve bu çıkarları tatmin ediyormuş duygusunu ve inancını elindeki teknolojik, medyatik bütün araçlarla ve güçlerle pompalamaktadır. Yani elinde bulundurduğu kitle partileri, meclisler, senatolar, siyasetçiler, din adamları, camiler, kiliseler, havralar, mabetler, ordular, generaller, hapishaneler, polisler, bekçiler, özel harp gurkaları, edebiyatçılar, şovmenler, mankenler, şarkıcı ve türkücüler, tv ve radyo spikerleri, dj’ler, sunucular… ile kitleleri gütmekte, onlarda yarattığı sisteme güven duygusunu yeniden ve yeniden üreterek yaşamı olağan akışında göstermektedir. Hatta bu olağan akışa ters her şeyi kitleler nezdinde karalamakta, pompaladığı yalan dünyasıyla çelişen her düşünceyi, fikri bizzat güttüğü yoksul ve emekçi halkın kendisine karalattırmaktadır.

Bütün bu hal ve şerait içinde objektif açıdan devrim durumu devrim düşümüzü kamçılar vaziyetteyken şapkayı önümüze koyup derin derin düşünmek durumunda kalıyoruz. Şu soruyu sorduğumuzda iki kesin ve net cevap alabiliriz. Devrim durumu için nesnel koşullar hazır mı? Dünya ölçeğinde evet. Kapitalizmin genel durumu açısından evet. Ama kapitalizmin yine dünya ölçeğinde yarattığı gerçeklik algısı bağlamında hayır. Yani devrim durumu en gelişmiş ülkeden en yoksul ülkeye doğru konjonktürel olarak hazır ama hazır değil.

Bir örnek vererek durumu daha somut hale getirebiliriz. 2008 yılında Manisa’nın Develi köyünde geçen olay tipik bir örnek, okuyalım: Develi köylüleri, Manisa Belediyesi köylerine çöp imha tesisi yapmaya kalktığında kendilerine destek veren tek parti TKP’ye seçimde bir oy bile vermedi. Köyde AKP birinci, MHP ikinci parti oldu.  Çöp merkezine karşı Oktay Konyar önderliğinde mücadele eden Develi köylüleri, TKP’nin desteğine rağmen, AKP’ye oy vermelerini “Köylülerin beklentilerini AKP karşılayabilir” diyerek açıklıyor. İbrahim Özsavran, “Belki ileride AKP’ye oy verdiğimiz için pişman olabiliriz ama çöplüğü de yaptırmayız” diyor.

Haberin devamı şöyle: Manisa Belediyesi, Saruhanlı ilçesine bağlı Develi köyüne çöp imha tesisi yapmaya kalkışınca, köylüler bunu durdurmak için harekete geçti. Sivil toplum kuruluşlarından destek arayan köylülere, sadece Bergama’daki altın madenine karşı yapılan pijamalı eylemlerde tanınan ve bölgedeki bu tür çevre eylemlerinde her zaman en önde yer alan Oktay Konyar ile üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi destek verdi. Konyar her eylemde en önde yer alırken, partisi de hukukçular ve tarım uzmanlarıyla köylülere destek oldu. Bu destekle köylülerin başvurduğu İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararı verdi. Köylülerle TKP’liler arasındaki ilişki de giderek arttı.

Seçimler gelip dayanınca köylüler önce seçimlerde oy vermeme kararı aldı. Ancak daha sonra sandık başına giden köylüler, oylarını kullandı. Sonuçlar açıklandığında ise köylülerden 194’ünün AK Parti’ye, 72’sinin MHP’ye, 55’inin CHP’ye, 7’sinin de Genç Parti’ye oy verdiği ortaya çıktı. Hatta köylüler Saadet Partisi, Liberal Demokrat Parti ve Halkın Yükselişi Partisi’ne bile 2’şer oy vermiş ancak, TKP’ye tek bir oy bile vermemişti. Köylülerden Çöpe Hayır Komitesi Başkanı Muhittin Bektaş, mücadeleleri boyunca hiçbir büyük partinin kendilerine destek olmadığını ve yalnız kaldıklarını söyleyerek, “Sadece Türkiye Komünist Partisi yanımızda oldu ve eylemlerimize destek verdi. Oyumuzu bu partiye vermeyi düşünüyorduk, ancak yüzde 10 barajını geçemeyeceği için seçmenin büyük bölümü kararsız kaldı. Aylardır bizim liderliğimizi yapan Konyar’a ve TKP’ye ayıp ettik” dedi.

***

Bu örneğin birçok benzerine 1980lerden bu yana tanık olmaktayız. Bu olayda köylüler oylarının boşa gitmesini istememişler ve oylarını köylerini çöplüğe çevirmek isteyen iktidardaki partiye vermişler. Avın avcısına âşık olma durumuyla açıklanamayacak bir olgu elbette. Ama yukarıda anlattıklarımızla birlikte okunduğunda mesele açık bir biçimde anlaşılıyor. Bütün Türkiye aslında Develi köylüleri gibi düşünüyor. “İktidar böyle ama muhalefet yok”, “güvence vermiyorlar”, “ülkeyi bunlar mı yönetecek? Yönetemezler” vb. gibi aklıllara durgunluk verecek bahaneler yaratarak kendilerinden şarap yapıp sofralarında afiyetle içen partilere oylarını veriyorlar. Somut durum, yaşanan gerçekler, çekilen acılar ve çektirenler elbette Develi köylülerince de bal gibi biliniyor ama sıra oy vermeye gelince bütün dünyada olan oluyor. Acı çektiren, yoksul kanı içen kazanıyor. Bu örnekte içinde bulundukları kapitalist koşullarda Develi köylüleri devrimci bir pratik yaşamalarına rağmen henüz kendisi için bir sınıf haline gelememiştir. Yani yaşadıkları devrimci pratik sayesinde koşulların değiştiğini görseler de kendilerinin değişiminin bu koşulların değişimiyle paralel olduğu bilincine varamamışlardır. Dolayısıyla kapitalist sistemle çelişkilerini de kavrayamamışlardır. Olay onlar için yalnızca “bir ayıp etme” olgusu içinde kalmıştır.

Develi köylüleri yerine işçi sınıfını ikame ederek düşünmeye devam edersek… İşçi sınıfı ile sermaye arasındaki çelişkinin ayrımında bir işçi sınıfının varlığı (kendisi için sınıf olma bilincine varmış bir işçi sınıfı) önemlidir ancak devrimci dönüşüm için yeterli değildir. Nesnel koşulların olgunlaşmış olması devrimci durum için gerekli olan öznel koşulların yeterli olması demek değil. İşçinin somut, yaşayan bir insan olarak benliğiyle yaşam koşulları arasındaki çelişkinin de ayrımında olması gerekiyor. İşçinin yaşam koşullarını belirleyen ise ücretli emek statüsünde çalışıyor olmasıdır. Ücret artsa da kapitalizm o ücretle işçinin insan gibi yaşaması için gerekli olan koşulları hiçbir zaman sağlamayacaktır. Bu demektir ki işçi sınıfının bizzat kendi ücretli emekle çalışma durumunu aşması gerekmektedir. Sağlıklı bir sosyalizmin kurulması da buna bağlıdır. İşçinin ücretli emekle çalışmasının sürmesi ve soyut bir işçi statüsünde zorunlu ihtiyaçlarının giderilmesi teorisi sosyalizmde de işçi üzerindeki sömürünün ebediyen sürüp gitmesine yol açmaktadır. Kapitalist sistemde tarihsel olarak gerçek ücretler artsa bile işçinin yoksullaşması da artar. Asıl çelişki işçinin kendi benliğiyle olan çelişkisidir. M. Beyond Lebowits bunu şöyle açıklıyor, “Daha yüksek ücretler için verilen mücadele, artan toplumsal ihtiyaçların karşılanmaması biçiminde karşımıza çıkan işçinin kendi benliğiyle çelişkisini yadsımak üzere verdiği, onun kapitalizmdeki durumuna içsel olan bir mücadeledir.” Bu benliğin aşılması ise kolektif işçi sınıfı bilincini gerektirir. (Lenin’in “Proleteryanın devrimimizdeki görevleri”ni saptarken yaptığı ekonomiyi denetleyen işçi sınıfının ekonomiyi yönetmesi gerektiği sözleri hatırlansın.) Kapitalizmin yerine gerçek bir sosyalizmin gelmesi için işçi sınıfının bu kolektif bilince de sahip olması gerekiyor.

İmdi işçi sınıfının bu özelliğinin devrim durumunu belirleyen öznel durum için oldukça önemli olduğunu söylemek gerekli. Yani işçi sınıfı devrimci partinin varlığında kendisi için kolektif bir bilince sahip özne değilse sistem değişse de durum reel sosyalist ülkelerde gördüğümüz gibi değişmiyor zira işçi sınıfı ekonomik duruma yabancılaşıyor.
Şiirli günler dilerim