Devrim düşü ve öznel koşullar… KENDİ GİTTİ, LAFI KALDI

Gezi olayları, Fransa’daki Sarı Yelekliler olayları, Amerika’daki Siyahi başkaldırı, hepsi öznesiz hareketlerdi ve dolayısıyle bu hareketlerin toplumsal bir kazanımı olmadı.

METİN CENGİZ

Lenin nesnel koşulların olgunlaştığı, kapitalizmin devrevi bunalımının şiddetli olduğu, yani konjonktürü hazırladığı, yani yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemedikleri, yönetenlerin de eskisi gibi yönetemedikleri, sömürünün ve zorbalığın belirleyici yöntem haline geldiği, yönetenlerin kendi koydukları hukuku sürekli ihlal etmek zorunda kaldıkları (ülkemiz için oldukça tanıdık) koşullarda, öznel koşulları işçi sınıfını devrim için seferber edebilecek, öncü teorinin gösterdiği yolda öncü savaşını verebilecek bir partinin varlığıyla açıklar.

Burada subjectif durum nesnel koşulların ortaya çıkardığı toplumsal hareketliliği devrim doğrultusunda yönlendirebilecek organize bir öncü güç demektir. Bu güç öznel gücün billurlaştığı öncü partiden başka bir şey değildir.

TOPLUMSAL DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMÜN ÖZNESİ

Lenin sorunu böyle koyarken işçi sınıfının devrim için karar verecek en önemli güç olduğunu ancak devrimin öznesinin işçi sınıfı değil parti olduğunu vurgulamaktadır. Aslında Lenin işçi sınıfını sosyalizmin kurucu gücü, devrimin lokomotifi olarak görmüyor.

Yani işçi sınıfı kendisi için sınıf bilincine sahip olsa da toplumsal değişim ve dönüşümün öznesi değildir; zira, işçi sınıfı kolektif bir bilince sahip değildir. Hatta kendisi için sınıf bilinci olması için gerekli bilinç bile dışarıdan, devrimci parti tarafından verilir. Bu anlayışın sosyalist ülkelerde işçi sınıfını sosyalizmi inşa eden güç değil, aynen kapitalist sistemde olduğu gibi üretimi sağlayan bir kütle olarak gördüğünü belirtmeliyiz.

Sosyalist ülkelerde görülen aydın oligarkı, parti diktatörlüğü bu durumun sonucudur. Öncü parti örgütlenmesinin Plutokrasinin egemenliğine yol açtığını, öncü gücün egemenliğe üretici güç adına el koyduğunu belirtmeliyiz.

Bu anlayışın bir sol sapmayla sınıflar arası mücadelenin şiddetlendiği devrim durumlarında ortaya çıkan sınıf kavgası sürecini sürekli yaşanan bir gerçeklik olarak görmeye, hatta sınıf mücadelesinin yerine silahlı mücadeleyi koyduğuna da tanık olduk.

ROMANTİZMİN HAKİM OLDUĞU YIPRATICI DÖNEMLER

Dahası… Yönetenlerle yönetilenler arasındaki sınıf mücadelesinin siyasi alanda ifade edilememesinin onlarca sebebinin suni dengeye indirgendiği, her şeyin namlunun ucunda görüldüğü bir görüşün canlandırdığı romantizmin hakim olduğu uzun ve sol açısından yıpratıcı dönemler yaşadık.

Oysa ekonomik düzlemdeki çatışmanın siyasal düzleme birebir yansımadığı, kitle partilerinin ve hatta sosyalist partilerin bile tüzük ve programlarında yaşanan ekonomik düzeydeki çatışmayı yansıtmaktan öte daha genel ilkeler etrafında plan ve program yaptıklarını biliyoruz. Bu durum ekonomik çatışmanın siyasal düzlemde birebir yaşanmasına en büyük engeldir. Hatta kitle partilerinin yaşanan ekonomik sorunlara asıl çözümü getireceğine dair yapılan propagandalar, işçi ve emekçi sınıflarda daha çok karşılık bulmaktadır. Muhafazakar sağ partiler, merkez kitle partileri, sözde sosyal demokrat partiler yüzde 20’nin altına inmezken sol oyların en çok yüzde onlara ulaşması (bizde TİP yüzde 3 civarında almış ve 14 milletvekili çıkarmıştı) manidardır.

SOL, LAFAZANLIĞA SIKIŞIP KALDI

Kendiliğinden patlayan kitle eylemleri ise sol partilerin önünü göremediği, içinde oldukları bulanık havada alışılmış laflarla havanda su dövdükleri ortamda öznesiz kalmaktadır. 1960-1970 öğrenci gençlik hareketlerinin giderek sönümlenmesi ve belli bir program doğrultusunda yönlendirilememesi, Marx’ın dünyayı değiştirme görevi verdiği proleteryanın ve teorik olarak öncü niteliği taşıyan fraksiyoner solun özne olamamasındandı.

Şu yakın geçmişteki Gezi olayları, Fransa’daki Sarı Yelekliler olayları, Amerika’daki siyahi başkaldırı, hepsi öznesiz hareketlerdi ve dolayısıyle bu hareketlerin toplumsal bir kazanımı olmadı.

Avrupa’da kitle hareketlerinden ayrı düşen sol gittikçe sınıf mücadelesinden koptu ve işçi sınıfı bizzat sol tarafından saf dışı bırakıldı. Eylem olarak varılan nokta ise yeni bir lümpen sınıfın hiçbir şey vaat etmeyen, içi boş, dumanı bol, albenili bir özgürlük vaat eden Çiçek Çocukları hareketi oldu (bak. Ellen Maiksins Wood, Sınıftan Kaçış). Bizde ise 1980’e değin aydınların silahlı direnişine indirgenmiş sol giderek sol lafazanlığa sıkışıp kaldı. Kendi gitti, lafı (hikayesi) kaldı.