Akıntıya karşı duran adam, Jan Myrdal’a veda

Jan Myrdal’ın yaşamı, mücadelelerle, okumakla, yazmakla, üretmekle dolu dolu geçen 93 yıllık bir serüvendir. Kırılmadan, eğilmeden, emperyalizme karşı kararlılıkla direnenlere, devrimcilere örnek olacak bir yaşamdır. Ne yazık ki, yazılarını, eserlerini yeterince Türkçeye kazandıramadık. Ülkemizde bu büyük düşünür ve yazarı yeterince anlatamadık. Umarız bu yazı, bu sagu ile onu bir parça da olsa okura tanıtabiliriz.

 

ABDULLAH GÜRGÜN

Jan Myrdal 4 Aralık 2016 Pazar günü Stocksund’daki Küba Büyükelçiliği’nde Fidel Castro’yu anma toplantısında konuşma yaparken

Jan Myrdal’ın yaşamı bir destandır. 2020 yılında 93 yaşını doldurmuştu. Son ana dek klavyesinin başında yazı yazıyordu. 17 yaşında Värmlands Folkblad gazetesinde önce gazeteci sonra köşe yazarı (skriftställare) olarak başlamasından bu yana 76 yıl geçmişti. Mücadelelerle, okumakla, yazmakla, üretmekle dolu dolu geçen 93 yıllık bir serüvendir onun yaşamı. Kırılmadan, eğilmeden, emperyalizme karşı kararlılıkla direnenlere, devrimcilere örnek olacak bir yaşamdır. Ne yazık ki, yazılarını, eserlerini yeterince Türkçeye kazandıramadık. Ülkemizde bu büyük düşünür ve yazarı yeterince anlatamadık. Umarız bu yazı, bu sagu ile onu bir parça da olsa okura tanıtabiliriz.

 

YAZI CEPHESİ KOMUTANINI KAYBETTİ

İsveçli dünyaca tanınmış Gazeteci Yazar Jan Myrdal 30 Ekim Cuma günü 93 yaşında yaşama veda etti.

“Hain Avrupalı”, “asi yazar”, “huysuz yazar”, “devrimci yazar”, “Marksist yazar”, “Komünist yazar”, “mazlumların dostu yazar”, “gazeteci yazar”… Onun için herkes bu sıfatlardan birini kullandı ama o kendisi için “yazar” sıfatını hiç kullanmadı. Bunun yerine “skriftställer” adını bulmuş, onu kullanıyordu… (…)

Myrdal “skriftställning”lerine, yani köşe yazılarına 1963 yılında Clarté (Aydınlık) dergisinde başlamış 1964-65 yıllarında Stockholm Gazetesi’nde, daha sonra da Aftonbladet ve Folket i Bild dergilerinde sürdürmüştür. Kendi isteğiyle 2019 sonunda yazılarına son vermiştir. Tüm bu yazılar 21 adet numaralı “Skriftställning” kitabında toplanmıştır.

EMPERYALİZME KARŞI EDEBİYAT CEPHESİ KOMUTANI

1971 yılında, bugün de İsveçli devrimcilerin yayın organı durumundaki FOLKET İ BİLD KULTUR FRONT’u (Resimdeki Halk Kültür Cephesi) kurmuştu. Bunların ilk başkanı ve ölünceye dek de onursal başkanıydı. 

“Emperyalizme karşı olmak”, “düşünce ve anlatım özgürlüğünü savunmak” ve “halkın ulusal kültürünü savunmak“ ilkeleri etrafında çok geniş bir cephe oluşturmaya önem veriyordu.

MYRDAL’I YAZMAK ZOR

Myrdal deyince aklıma gök gürültüsü gibi sesiyle meydanlardaki, salonlardaki kalabalıklara konuşma yapması gelir. Yalnız İsveç’te değil, değişik ülkelerde kentlerde… Mazlum insanların haklı davalarını savunmak için konuşur, yazar. Türkiye’ye de gelmiştir.  Röportajlar yapmıştır. Yazılar yazmıştır. Doğru bildiğinden şaşmaz, anasına babasına bile eyvallah etmez, yalakalık yapmaz… Sosyaldemokrasinin teorisyenleri Nobel Ödül’lü ana ve babası Alva ve Gunnar Myrdal ile bu sivri dilliliği ve ‘Doğrucu Davut’luğu yüzünden dargın ayrılmışlardır. İki kız kardeşiyle de öyle.

Jan, sosyal demokrat teorisyen, Nobel ödüllü anne ve babası Alva ve Günnar ile ikiz kızkardeşleriyle

Myrdal’ın ardından bir yazı yazmak çok büyük bir borcu ödemek gibidir. Yalnızca özgeçmişini yazsanız, sadece kitaplarını, senaryolarını, sergilerini, filmlerini, konferanslarını yazsanız kitap olur. Güncel ulusal ve uluslararası sorunlar hakkındaki düşüncelerini yazmaya kalksanız gene bir kitap olur. Bir de bunlara makalelerini ekleyin… Bunları her okuduğumda Türkçeleştirmek istemişimdir. Çok azını çevirebildim. Zaten onun yazma hızına sizin çevirme hızınız ayak uyduramaz. Jan Myrdal’ı ne kadar yazarsanız yazın eksik kalacaktır. O bakımdan bu uzunca yazının yetersiz kalacağını, Myrdal’ı tanımak için epeyce çalışmak, zaman harcamak gerektiğini baştan söylemeliyim.

ÖZGEÇMİŞ

19 Haziran 1927’de İsveç’in başkenti Stockholm’de doğdu. Annesi ve babası Sosyaldemokratların önde gelen isimlerinden, Alva Myrdal ve Gunnar Myrdal’dır. Alva Myrdal Nobel Barış Ödülü, Gunnar Myrdal da Nobel Ekonomi Ödülü sahibidir. Oğul Jan Myrdal ise devrimci çizgiyi seçmiştir. Dünyaca isim yapması da 1963 yılında yazdığı Çin Köyü Raporu ile olmuştur (Kitap Türkçeye Çin Raporu adıyla çevrilmişti. Myrdal 1975 ve 1983 yılında aynı köye giderek, Liu Lin Köyünden Çin Sorunları ve Yirmi Yıl Sonra Çin Köyü kitaplarını yazdı). Üçüncü Dünya ülkelerine sayısız gezi yaptı, kitaplar yazdı. Örneğin, Afganistan, Pakistan, Türkistan, Kamboçya, Meksika, Hindistan, Arnavutluk… Yazdığı konular en güncel ve ciddi dünya sorunlarından, şarap konusuna (1999’da Şarap Hakkında kitabını yazdı) mekanik oyuncaklara dek (2005’te Meccano kitabını yazdı) geniş bir alana yayılıyor.

80’li yıllarda yazdığı ve anne babasıyla hesaplaştığı, çocukluk ve gençlik yıllarını anlattığı kitaplar aynı zamanda Sosyaldemokrasiyle de bir hesaplaşma niteliğindeydi.  Önce İngilizce olarak yazdığı Avrupalı Bir Hainin İtirafları kitabı New York Times Book Review tarafından, yılın en önemli on kitabından biri olarak tanıtılmıştı. Türkçeye de çevrilen kitap bir vicdan muhasebesi ve dürüst, antiemperyalist Avrupalı bir aydının özeleştiri ve eleştirileri niteliğindeydi.

Çok yönlü kültür adamıydı. Fikirlerini çekinmeden söyleyip yazdığı için “özgür düşünür” şiir, roman, röportaj, araştırma, söyleşi, makale vb her türlü yazdığı için “yazı üreticisi” gazeteci, yazar, belgesel 

filmci, tartışmacı, sanatçı vb yönleri nedeniyle “çok şeyle uğraşan” anne babasıyla bile yıllarca dargın kalacak şekilde fikirlerinden ödün vermediği için “asi”, “hain” gibi pek çok sıfat taşıyan, Marksizm, Leninizm ve Mao Zedung düşüncesinin İsveç’teki  en tanınmış savunucusu bir “dinazor-guru” idi.

ÇİN VE ABD’DE ONUR DOKTORU BİR OTODİDAKT
Myrdal İlköğretim’de  4. Sınıftan sonra okulu bıraktı (öğretmenlere karşı geldiği için hep sorun çıkıyordu). Kendi kendisini yetiştirdi. Durmadan okuyordu. Yazmaya başladı. Yazdı, yazdı… 100 kadar kitabı var. Çok sayıda TV ve radyo belgeselleri ve iki de uzun metrajlı kon

ulu filmi var. Çok sayıda sergi açtı. Pek çok ödül aldı. Hem ABD’de edebiyat onur doktoru hem de Çin’de felsefe onur doktoru oldu.

1942’de Clartè (Aydınlık) dergisine yazmaya başladı. 1944’te İsveç Komünist Gençlik Birliği’ne üye oldu. Aynı yıl Värmlands Folkblad Gazetesi’nde gazeteci olarak çalışmaya başladı. 1949 Budapeşte, 1951 Berlin, 1953 Bükreş ve 1957’de Moskova Dünya Gençlik Festivallerinin örgütlenmesinde çalıştı. İlk kitabı Halk Evi’ni 1953’te yayınladı. 1954 yılında gülmece romanı Eve Dönüş ile kendini kabul ettirdi. 60’lı ve 70’li yıllardan bu yana antiemperyalist, devrimci, “Maocu” hareketin en önde gelen teorisyeniydi. Mao öldükten sonra bir televizyon söyleşisinde, gazetecinin Maoculuk konulu sorusuna verdiği yanıt ilginçti:

“Mao artık öldü. Maocu olduğumu söylemem bana bir yarar sağlamaz. O nedenle açıkça Maocu olduğumu söyleyebilirim. Ve Maocu olan sadece ben değilim çok sayıdaki Maoculardan biriyim”…

Jan Myrdal, Başkan Mao Zedung ile, Bejing 1967

Entelektüel birikimi, yurtsever/ulusalcı ve enternasyonalist duruşu ve devrimci dünya görüşüyle ulusal ve uluslararası olayları doğru irdeleme, tartışma ve çözüm önerileri sunma yeteneği ile yeri zor doldurulamayacak bir aydındı.

Her olaya sınıf mücadelesi ve antiemperyalist gözle baktığından Pol Pot Kamboçya’sı, Mao Çin’i, Stalin Sovyetler’i, Mollaların İran’ı, Enver Hoca’nın Arnavutluk’u  vb.ülkeleri  savunduğu için çoğu kez insan haklarına saygı duymamakla eleştirildi. ABD’nin, Japonya’ya atom bombası atmasına, Kore savaşına, Vietnam, Laos, Kamboçya saldırganlıklarına, Irak ve Afganistan işgallerine, Suriye’yi karıştırmasına, Kuzey Afrika ve Suriye’deki vahşetine kararlılıkla karşı çıktı. Sovyetler’in Afganistan ve Çekoslovakya işgaline karşı çıkanların da başındaydı. Denebilir ki, dünyanın en tehlikeli yerlerine en tehlikeli zamanlarda gitmekten çekinmiyor, oralarda ne olup bittiğini görüp, yaşayıp yazıyordu.

TÜRKEŞ’TEN ESİNLENEREK YAZILAN ROMAN

Myrdal Türkiye’yi de birçok kez ziyaret etti. Ancak Türkiye konusunda kitabı yok. Türkmenistan üzerine kitabı var. Yalnız Kariyer romanını Alpaslan Türkeş’ten esinlenerek yazmış. Türklerle ilgili olarak bana anlattığı en hoşuna giden anısı da Alparslan Türkeş ile ilgiliydi:
Türkeş’e “Enver hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusunu sormuş.
Türkeş: Myrdal’ın komünist olduğunu bildiği için başlamış Arnavutluk Lideri Enver Hoca’yı anlatmaya. Oysa Myrdal, Türkeş’in Turancılığını düşünerek Enver Paşa’yı sormak istemişmiş. Olay pek hoşuna gitmiş ki, yıllar sonra bu olayı anımsadığında gene gökgürültüsü gibi kahkahasını patlatıyordu.

‘BEN SİZİN ASKERLERİNİZİ DE, SİYASETÇİLERİNİZİ DE ANLAMIYORUM’
Jan Myrdal 2003 yılı Ocak ayında İstanbul’da yapılan, Irak savaşına karşı düzenlenen uluslararası toplantıda, iki şiir kitabını çevirdiğim İsveçli Şair Peter Curman ile birlikte İsveç’i temsil etmişti. TBMM’de Irak’a girme teskeresi kabul edilmediği için “Ankara Barışın Başkenti olabilir” diyordu.

Daha sonraki bir konuşmamızda yine Büyük Ortadoğu Projesi’nden konuşurken, “Bu harita halklar arasında sürecek düşmanlıklara neden olur” diyordu.
Suriye yeni bir Irak olur mu?” diye sormuştum.  Düş kırıklığı içinde aşağı yukarı şu yanıtı vermişti:
“Ben sizin siyasetçilerinizi ve askerlerinizi anlamıyorum. Suriye’ye silah gönderiyorlar, içişlerine karışıyorlar. Suriye’nin kuzeyinde Kürtler var. Kürt milliyetçileri var. Onların eline geçerse ne olur? Eğer Suriye Irak olursa Türkiye ne olur?”
Yıllar geçip bugünlere gelince Myrdal’ın endişesinin ne kadar yerinde olduğunu anlıyoruz.

Ancak Myrdal ABD konusunda oldukça net konuşuyordu:

“ABD aslında gerileyen çöken bir güç. (…) Yeniler geliyor. Çin, Hindistan. Çin artık çok büyük yol aldı. Hindistan da öyle, durmadan yükseliyor. ABD ise krediyle savaşı sürdürüyor.”

YAŞAMI AÇIK ANLATIYOR

Yaşamın sınırlarını iki karanlık arasında bize ayrılan zaman olarak tanımlıyor, önemli olanın görevlerimiz ve bunları yerine getirmek için çalışmak olduğunu söylüyordu. Kitaplarında, bu zamanı nasıl değerlendirdiğini birinci tekil şahıs olarak, kendi ağzından anlattığı romanlarında yansıtıyordu.

Sürekli çalışır, çalışır…

Romanlarında kendi yaşamını apaçık gözler önüne sererek insanların önyargılarından çekincelerinden, korkularından kurtulmalarına yardımcı olmaya çalışıyordu.

Sadece romanlarında değil her fırsatta ve her ortamda bu düşüncelerini siyasal ve kültürel olarak, hiçbir İsveçli yazarın başaramadığı ölçüde, evrensel, antiemperyalist, mazlumların gözünden ve sınıfsal bir bakış açısıyla savunuyordu. Yazılarında hep sömürüye, sömürgeciliğe, emperyalizme ve büyük güçlerin her türlü baskısına karşı çıkıyordu.En güncel sorunlara el atıyor, yeni analizlerle okuyucuyu aydınlatıyordu.

Tüm bu yazılarını, Jan Myrdal’ın kendi deyişiyle, “genel kanılar, geçerli görüşler denen yalanlar ağına takılmadan ve ciddiyetle, kaynaklara inerek” yazmıştır. Sahtecilik yapmadan dosdoğru yazmaya gayret etmiştir.

2019 yılında yayınladığı kitapta kendisini çırılçıplak, harbice ortaya koyuyor ve bunu, insanları utanç ve ayıplarından kurtarmak için yazdığını söylüyordu. İnsanların tabu haline getirdikleri inanç ve davranışları nedeniyle duygu ve düşüncelerini çoğu kez bastırarak ya da saklayarak sahte bir şekilde yaşadıklarını anlatıyordu. 

Üçüncü ve en uzun süre birlikte yaşadığı Gun Gessle ile olan ilişkisini de buna örnek olarak vermişti.  Gayet ciddi bir şekilde, yarım asır süren evliliklerine doğru ilk adımı attıklarında Gun Gessle’den belsoğukluğu hastalığı kaptığını açıklamıştı ki, bu evlilik Gun Gessle ölünceye kadar sürmüştü. Bu beraberliğe çok özenmişimdir, hatta kıskanmışımdır. Bir keresinde serin bir havada Myrdal’ın omuzlarına Gun’un bir hırka atıp şefkatle okşadığını görmüştüm. Jan Myrdal mutlu olduğunu her haliyle belli ediyordu. Gun Gessle sanatçıydı. Birlikte yurt içi ve dışında gezerler, çoğunlukla Gun’un çizdiği resimlerle, çektiği fotoğraflarla süslenen kitaplar hazırlarlardı. Evde ve dışarda kafaları, kimyaları uyuşan iki insanın hayat arkadaşlığıydı bu…

Gun Gessle ve kedi yavrularıyla

Gençliğindeki kendi kendini tatmin alışkanlıklarından iktidarsızlığına dek herşeyi açık açık anlatmaktan çekinmiyordu. En hoşuna giden anılarından biri, on bir yaşındayken evlerindeki hizmetçi kızın memesini sıkıp odasına kaçmasıydı. İnsanların memeye ilgi gösterip boğaların neden göstermediğini merak ediyordu.

Myrdal hep kadınlarla birlikteydi. 2018’de dördüncü ve kendinden kırk küsur yaş genç eşinden ayrılınca yalnız yaşamaya başlamıştı. Bunu da açıkça, “Cinsel olarak yaşlanmak bir gerçekliktir. İnsan doksan yaşında iken kendinden kırk yaş küçük bir kadınla evlenirse umarsız bir durum ortaya çıkar” diyerek belirtmişti.

Yine de tek yaşamaktansa çift yaşamayı yeğleyen Myrdal, cinsel ilişkiye en önde yer vermediğini; sohbete, dokunuşa, bir kadınla birlikte uyumaya (eşcinselliğe kesinlikle karşıydı) daha çok değer verdiğini anlatıyordu. Bir kadının ayaklarını kendi ayakları üstüne atarak uyumasından büyük bir mutluluk duyduğunu söylüyordu.

Myrdal son zamanlarında bile yeni bir eş aramış, internete resmiyle birlikte ilişki arama ilanları vermişti. Ancak kimsenin yanıt vermediğinden şikâyet ediyordu: “Kimse bir moruğa bakmıyor. Durum bu. Azıcık ilgilenenler de gazetelerin diline düşmekten korkuyorlar. Ne yazık ki artık oyundan atılmış durumdayım” diyordu.

SÖYLEŞİLER

Jan Myrdal ile yapılan ve Türk okuyucuya onu tanıtan ilk ciddi ve uzun söyleşi 1978’de Aydınlık Gazetesi’nde yayınlandı. 1973 yılında ilk kez İsveç’e gittiğimde TİKP ile İsveç Komünist Partisi (SKP) arasında ilişki kurmak için Özer Yavuz arkadaşımla birlikte önce SKP’nin uluslararası ilişkiler sorumlusu Stefan Hjerten ile görüşmüştük. Daha sonra partinin yayın organı Gnistan ve Jan Myrdal’ın kurduğu Folket i BildKulturfront çevresi ile tanıştık. Toplantılarına katılıyordum. Stefan Lindgren ve Christer Lundgren, Robert Ashberg, Thomas Bolme, Jan Guillouvb bugün İsveç kültür yaşamının önemli isimleri olan kişilerle ve artık aramızda olmayan, Yazar Jan Myrdal, Oyuncu Sven Wolter, Yayıncı Karl Häglund gibi isimlerle de o sıralarda tanışmıştım. 1974 yılında İsveç Türkiye Halk Birliği isimli derneğe başkan olmuş ve BİRLİK dergisini çıkarmaya başlamıştım. Kağıt, baskı, İsveççeye çeviri konularında Gnistan ve Folket i Bild çevresindeki yoldaşlardan yardım alıyorduk.

1978 yılında Aydınlık Gazetesi günlük olunca bu gazetenin de İsveç sorumlusu oldum. Çok sayıda arkadaşımız gazetenin muhabiri oldu.

1978 yılında Myrdal ile görüşmeye,o sırada Stockholm Üniversitesi’nde linguistik okuyan, yazmaya hevesli Yavuz Çekirge arkadaşımızla birlikte gitmiştik. Sorduğumuz sorulardan biri Çin’e Coca Cola’nın girişini eleştirme amaçlıydı. Tekellere karşıyız ya… Ama O soruyu çok kolay geçiştirmişti: “Bence İsveç gazozu Pomak’ı tercih etseler daha yararlı olur”. Kaderin cilvesi mi desek, Yavuz Türkiye’ye dönünce Coca Cola’ya girdi, başarılı, yüksek bir yönetici oldu. Ama yazmayı da sürdürdü. Kitapları var. Üretmeye devam ediyor.

EVLER, ARŞİV VE KÜTÜPHANE

Mariefred’deki bu ev Myrdal’ın yaşamında önemli bir yer tutar. Kitaplarında geçer… Yanılmıyorsam büyük babasından kalmıştır. Küçük Jan anne ve babasıyla Cenevre, Stockholm ve NewYork’ta yaşamakla birlikte daha çok büyükbabası ve büyükannesiyle burada büyümüştür. Onları sever. Çok meraklıdır. Yerinde duracak biri değildir. Okuma, yazma, dünyayı öğrenme merakı vardır. Hem İsveç içinde hem dışında pek çok değişik yerde yaşar, bulunur, gezer… İsveççenin yanı sıra İngilizce, Almanca ve Fransızcaya hakimdir.

Mariefred’deki evine girdiğinizde zengin bir kütüphaneye girmiş gibi olursunuz. Geniş bir salonu bölen çift yönlü kitaplıklarda değişik dillerde binlerce kitap. Hele bir de alt kata inin; sanırsınız sihirli bir yerdesiniz. Her odaya isim vermiş: Lenin, Robespierre, Hogarth, Brandes, Çin, Hindistan, Balzak, Strindberg, Dickens, Brecht…

Evinin kitaplıklarında, market arabasıyla kitap taşır

… Her yerde kitaplar, broşürler, afişler… Her birine, 1950’lerde Sven-Olov Ehren’in çizdiği, devrimci yumruğu ve onun üstünde bir bebek resmi ve yanda Jan Myrdal adı olan “exlibris” damgasını vurmuştur.  Öyle ki, Arnavutluk Başbakanı Mehmet Şehu’nun 28 Kasım 1974’te Arnavutluk’un kurtuluşunun 30. Yılı nedeniyle yaptığı konuşmanın kopyasında bile bu damgayı şaşkınlıkla görebilirsiniz. Ressam’a göre, bebek, onun yumuşak yanını; devrimci yumruk, sert yanını gösterir.

Evine ilk gittiğimde evde oldukça gösterişsiz, üzeri kitap ve kağıtlarla dolu bir çalışma bir masası vardı. Mälardalen gölüne bakan bir pencere kıyısındaydı. Bir kıyıda da konuklarını oturtacağı masa ve koltuklar vardı. Burada söyleşmeyi seviyordu. Aklına bir şey gelince hemen gidip kitaplığından çekip çıkarıp geliyordu. O kadar kitabın yerini bil(e)bilmesi de beni şaşırtmıştı.

Myrdal, Abdullah Gürgün ile

Buradan Skinnskatteberg’de Gun Gessle’ye miras kalan bir eve taşındılar. Bu ev de ormanlar içinde sessiz, sakin bir yerdi. Bulması bile oldukça zordu. Bir görüşmemizi burada yapıp, kameraya alacaktık. Gazeteci arkadaşım Metin Altınışık kamerayı kullanacaktı.Otomobil ile evi bulabilmek için ormanda akla karayı seçmiştik… Gun Gessle’nin ölümünden sonra 4. evliliğini yaptığı Andrea Gaytan ile de burada tanıştık. Ancak bu evilik uzun sürmedi.

Buradaki çalışma masası da savaş meydanı gibi karman çorman, kağıt ve kitaplarla doluydu…

Gaytan’dan ayrıldığında artık 90’ındaydı… Binlerce kitabından oluşan kütüphanesinin ve zengin arşivinin ölümünden sonra korunmasını istiyordu. Ama nasıl? Varberg’de bir otel sahibi Lasse Diding ve yazar Henning Mankell, Myrdal’ın amacını yerine getirmesi için bir bina ve bir milyon İsveç Kron’u(yaklaşık 900.000 TL kadar) para armağan ettiler ve kütüphane Varberg’e kurulmuş oldu. Jan Myrdal da son günlerini Varberg’de geçirdi.

Özellikle radyoculuğa adım attığım 1976 yılından itibaren Myrdal’ın toplantılarını, konuşmalarını, yazdıklarını kaçırmamaya çalışmış, bunlardan haber yapmaya gayret etmiş, pek çok kez söyleşiler yapmışımdır.

Bunlardan sonuncusu Haziran 2018’de Berfin Bahar’da yayınlanmıştı.

Myrdal bu söyleşisinde İsveç ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmaması gerektiğini de açıklıyordu:
‘EĞER BEN TÜRK OLSAYDIM’

“Benim, Türklerin ne yapacağı konusunda aslında bir şey söylememem gerekir. Bu benim meselem değil. Buna ne isteğim ne de hakkım var. Ben de Türklerin bana İsveç’te ne yapacağımı söylemelerini istemem. Öte yandan eğer Türkiye’de insanlar AB’den başka diğer işbirliği şekilleri var diye düşünürlerse daha olumlu bulurum. Eğer ben Türk olsaydım AB’ye karşı olurdum. En basit nedeni de ulusal sorunların Ankara’da, seçimle gelen siyasetçiler tarafından çözülmesini istememdir. Türkiye’nin meseleleri, Ankara’da, İstanbul’da, Türkiye’nin içinde çözülmelidir, Brüksel’de değil.

“İsveç, AB üyesi. AB’nin komutası altında. Siyasetçiler halktan koptu (…) Öte yandan AB’ye karşı olanlar örgütlü değil. Tüm İsveç bir bakıma AB’nin komutası altında. Hadi tarafsızlığımızı demeyeceğim, zaten tarafsız değildik, ama egemenliğimizi büyük çapta kaybettik.”

EMPERYALİZMİN BÖLÜCÜLÜĞÜ

Myrdal Kürtler ve bölücülük konusunda da bölünmeye dikkat çekiyordu. Kuzey Suriye’de ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğine dikkat çekerek, “Suriye Irak olursa Türkiye ne olur sorusunu soruyordu”. Myrdal’ın şu sözleri dikkat çekiciydi: Kürt sorunu konusunda uzman değilim. Bir zamanlar benim oraya gelmemi istediler. Eşim Gun Gessle ile gidiyorduk. Ancak bunu kimin düzenlediğini fark ettik. Şah’ın gizli polisi SAVAK örgütlüyordu. O zaman kabul etmedik. Şunu söyleyebilirim: Kürt liderler ne yazık ki, düşünülebilecek herkesle ittifak kurmaktan çekinmediler. Bu, Şah da olabiliyordu, GPU da, CIA da, MOSSAD da… Maalesef…’

‘Kuşkusuz İran bölünebilir, Türkiye bölünebilir. Hindistan’ı söyledim. Düşünmesi bile insanı korkutuyor. (…) Bu tipik bir süreçtir. Türkiye’nin bununla karşı karşıya bulunuyor olması kuşku götürmez. Büyük ve güçlü bir ulus… Onu çökertmek, onlar için büyük kazanç olacaktır…”

Myrdal baş örtüsü konusunda da bölücülüğe dikkat çekiyordu:

“Bu başörtüsünü de ilginç bir sorun haline getirdiler Avrupa’da. Halkı parçalamak için kullanıyorlar. Türkiye’de, Almanya’da, Fransa’da değişik şekillerde ama hep aynı amaçla, halkı parçalamak için kullanıyorlar.’

DÖRDÜNCÜ KUVVET JAN MYRDAL

Jan Myrdal “Dördüncü Kuvvet” olma çabasına örnektir. Resmi yalanları ifşa etmesi, egemen güçlere karşı emekçilerden yana olması ve emperyalizme karşı direnci nedeniyle hep susturulmak, dışlanmak, karalanmak, çamur atılmak istenmiş ya da ciddiye alınmıyormuş gibi gösterilmek istenmiştir. (Bu tavır Türkiye’den de bize tanıdık gelmiyor mu? Hani doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali)

Yazdıkları, elli bin kitaba sahip kitaplığı,İsveç Kraliyet Kütüphanesi’ne bağışladığı afiş, broşür, bildiri vb. koleksiyonları, çevirdiği filmleri onun nasıl bir aydın, entelektüel olduğunu göstermeye yeter. Bir ansiklopedi kapasitesindeki bilgi birikimine, en büyük kapasiteli bir bilgisayarın hafızasını ekleyin, buna yıllar boyu yorulmadan ve pek çok değişik alanda ürettiği sayısız yapıtını ekleyin, ABD, Çin, Kamboçya, Pakistan, Hindistan, Afganistan, Meksika, Türkmenistan ve Türkiye gibi pekçok ülkeden yaptığı röportajları, gezi yazılarını, Strindberg, Balzac, Dickens, Restif de la Bretonne, Simenon ve Sartr gibi pekçok düşünür, yazar hakkındaki eserlerini de baharat diye üstüne koyun…

Yokluğunu yalnız devrimci, antiemperyalist, demokratik çevreler değil hem İsveç içinde hem de dışında, her türlü siyasi görüşten insan hissedecektir. Ama asıl İsveç kültür ve siyasi yaşamı oldukça kuru, tatsız, heyecansız kalacaktır.

KAFA DENGİ “BABA” ADAM

Myrdal akıntıya kapılmazdı. İsveç’in tüm “aydınları” emperyalizmin soykırım yalanlarının ve yalancılarının ardında bir papağanlar korosu oluşturup emperyalizmin çürümüş sakızlarını çiğnerken Jan Myrdal bunları eleştiriyordu. Onları sahtecilikle suçluyordu. Parlamentoların soykırım kararlarıyla alay ediyordu. Bunları sahtekarlıkla suçluyor, Batı’nın, sömürgeciliğin, emperyalizmin tarihte işlediği kitlesel imha örnekleriyle onların ikiyüzlülüğünü yüzlerine çarpıyordu.

Parlamentoların kendi görevleri dışında işlerle uğraşmalarına bir başka örnek olarak, eşcinsellik konusunda da çok sert yazıyordu. “Mesela parlamentoda eşcinselliğin kalıtımsal mı yoksa bulaşıcı mı olduğunu tartışıp kalıtımsal olduğuna karar veriyorlar. Meclis üyeleri eşcinsellik uzmanları mıdır?” sorusunu soruyordu.

Son kitaplarından: Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız

Myrdal devrimci, disiplinli çalışkan bir hayat adamıydı. Sekter değildi. Başkalarının yargılaması, dedikodusu onu doğru bildiğini yapmaktan alıkoyamazdı. Dört evlilik yapmış hatta en son 80’li yaşlarda çocuklarının itirazına rağmen 47 yaşındaki Meksikalı bir kadınla evlenmekten çekinmemişti. Her akşam birkaç kadeh şarap içmeyi son anına dek bırakmamıştı. Hatta televizyonda içki içmenin, içki göstermenin yasak olduğu sıralarda çok tanınmış, TV yönetiminin diş geçiremediği, birkaç yazar ile birlikte içkili programlar yapmışlardı.

1970’li yılların başında kimisi ona guru derdi, ben “baba” adını takmıştım. Devrimci Türk arkadaşlar arasında bu isim iyi tutmuştu. Sözün özü “kıyak” adamdı…

DOĞRUCU DAVUT

Anasını babasını, başbakanı ve hatta kralı eleştirmekten çekinmiyordu. Doğruya doğru demekten de çekinmiyordu. Türkiye’de askeri darbeleri eleştirirken Irak teskeresinin kabul edilmemesini yüceltiyordu.

Myrdal Türkiye’ye gene gelmek istiyordu. Kısmet olmadı.

Avrupa’nın haini, mazlumların, bizim dostumuz artık itiraflarda bulunamayacak. Yazdığı kitaplarını yazılarını genç kuşaklarla buluşturmak bizim borcumuz olsun.

MYRDAL’IN MİRASI  

Hindistan komünistlerinin bir gösterisinde

2013 yılında Myrdal ve sevenleri tarafından Jan Myrdal Topluluğu, Jan Myrdal ve dostlarının gelirleriyle Jan Myrdal Vakfı ve Jan Myrdal’ın elli küsur bin adet kitabıyla Jan Myrdal Kütüphanesi kuruldu. Ayrıca Jan Myrdal Topluluğu tarafından bir büyük ödül, 100.000 İsveç kronu değerinde Lenin Ödülü ve küçük ödül, 10.000 kronluk Robespier Ödülü veriliyor. Lenin Ödülü İsveç’te yaşayan sol görüşlü, eleştirici ve isyancı bir yazar ya da sanatçıya, Robespier Ödülü de iktidara eleştirel yanaşan genç bir yazar ya da sanatçıya veriliyor.

HUYSUZ HAİN MYRDAL’A VEDA

Organ bağışının azlığını ve tıp öğrencilerinin eğitim amacıyla kullanacakları beden bulamamalarını düşünerek, organlarını bağışlamış, bedeninin eğitim öğrenim amacıyla kullanılması için Karolinska hastanesine verilmesini istemişti. “Düşünün, herkes organlarını bağışlasa ne kadar insanın hayatı kurtulurdu” diyordu.

Myrdal ölmekten korkmuyordu. Ama bunamaktan, anımsamamaktan korkuyordu. “Sislere dalmak istemiyorum. Birçok arkadaşım beni hatta eşlerini tanıyamaz hale geldiler. Böyle olacağımı bilsem beyne giden kanı birkaç dakika durduruvermek isterim” diyordu.

Genç Jan

Denebilir ki, Mydal bir sıçradı, iki sıçradı üçüncüde öldü… İlki zorlu bir kalp ameliyatı nedeniyle idi. Ölümünü bile belgelemek istemiş filme aldırmış ve bunu bir belgesel yaparak televizyonda yayınlamıştı. İkincisi bir konferans sırasında kendisini zayıf hissetmiş, kan zehirlenmesi olduğu anlaşılarak ambulansla hastaneye yetiştirmişlerdi. Üçüncüsü yaşlılık nedeniyle doğal bir ölüm oldu…

93 yıllık yaşam ve üretim kendisine de ilginç bir sıfat verilmesini sağlamıştır “Den vanartige Jan Myrdal” yani “Kötü huylu Jan Myrdal”.

Kötü huylu, asi yoldaşım, dostum, büyüğüm Jan Myrdal ışıklar, kitaplar, kalemler, kağıtlar içinde uyusun. Yıldızlar yoldaşı olsun. Emperyalizme karşı mücadele edenlerin, gerçek aydınların, mazlumların, insanlığın, hepimizin başı sağolsun.

ABD’nin Vietnam işgalini protesto günlerinde

 

                                                          ( Bu yazı Berfin Bahar dergisinin Aralık 2020 tarihli 274. sayısından alınmıştır)