Elaziz Halkevinin çıkardığı Altan dergisinin 22 Nisan 1936 tarihli 15. sayısında yer alan bir yazı ilgimi çekti. Cemil ATAÇ adlı yazarın yazısında “Tunceli” adının Dersim olaylarından bir yıl önce verilmiş olduğu açıkça görülüyor
AV. CEM BAYINDIR
Haksız eleştirilere karşın Cumhuriyet Türkiye’sinin toplumsal ve kültürel yaşamında derin izler bırakan Halkevleri, yeterliliklerine göre; dil ve edebiyat, güzel sanatlar, temsil, spor, sosyal yardım, halk dershaneleri ve kurslar, kütüphane ve yayın, köycülük, tarih ve müze adı altında tam 9 dalda çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu etkinlikler içerisinde, yurdun dört bir yanında birçok halkevi; İstanbul’da “Yeni Türk”, Adana’da “Görüşler”, Çukurova, “Akgünler”, Afyonkarahisar’da “Taşpınar”, Antalya’da “Çağlayan”, “Türk Akdeniz”, Balıkesir’de “Kaynak”, Çorum’da “Çorumlu”, Diyarbakır’da “Karacadağ”, Gaziantep’te “Başpınar”, Kars’ta “Doğuş”, Malatya’da “Derme”, Sivas’ta “4 Eylül”, Elazığ’da da “Altan” adında dergiler yayımlamışlardır.
Elaziz Halkevinin çıkardığı Altan dergisinin 22 Nisan 1936 tarihli 15. sayısında yer alan bir yazı ilgimi çekti. Cemil ATAÇ adlı yazarın yazısında “Tunceli” adının Dersim olaylarından bir yıl önce verilmiş olduğu açıkça görülüyor.
Yazıda, dönemin havasını yansıtan, milliyetçi bir dili; içeriğinde de General Hüseyin Abdullah Aldoğan’ın yörenin Türklüğüne ilişkin düşünce ve görüşlerini okuyor ancak yakın gelecekte gerçekleşecek olayları ise öngöremediğini saptamış oluyoruz..
23 Şubat 1934 yılında açılan Elaziz Halkevi’nin, 22 Şubat 1935 tarihinde çıkarmaya başladığı ve 29 Ekim 1939 tarihine değin 48 sayı yayımlanan Altan dergisi her tarih meraklısının ilgilenmesi, edinmesi gereken ve cumhuriyetin ilk yıllarına ışık tutan önemli bir kaynaktır. Dergiden Tunceli üzerine bilgilendirmeler yapan, Tunceli’nin Dersim olayalarından bir yıl önce adını aldığı ve Elazığ, Erzincan’dan ilçeler alarak il olduğu bağlamında tarihi önemdeki makaleden bölümleri buraya alıyoruz.
TUNÇELİ
Elaziz’den alınan, Çemişkezek, Ovacık, Hozat, Pertek, Mazgirt, Nazmiye kazaları ile Erzincan’dan alınan Pülümür kazasından teşekkül eden yeni Vilâyetimize TUNÇELİ adı verilmiştir.
Bu ile Tunçeli adı verilmesi sebebini Sayın Generalimiz ve çok değerli ve derin bilgili Kumandan ve Genel İspekterimiz H. Alpdoğan bir hasbihallerinde şöyle izah buyurmuşlardı:
“Bizim büyük dedelerimiz henüz Orta Asya’da yaşadıkları zamanlarda tunç yapmasını öğrenmişlerdi. Bugünkü medeniyetin bayraktarlığını yapan Avrupa kıt’ası daha taş devrini yaşamakta iken Orta Asya’da Türkler Tunç devrine çoktan girmişler ve tunç medeniyetini de çok ileri götürmüşlerdi. Madenleri işlemesini çok hünerli bir şekilde becermişler Bakırla kalayı yekdiğerine karıştırarak daha kuvvetli ve daha dayanıklı şeyler vücuda getirmişler ve hatta ince san’at denilen işlemeler ve zarif aletler yapmışlardı.
Lâkin artık bütün dünyaca öğrenilmiş olan o büyük kuraklık Asya kıtasının ortasındaki büyük denizleri bile kurutunca medenî hayat çölde kalamamış ve büyük göç başlamıştır. Bu göçler öyle zannedildiği gibi küçük küçük aşiretler ve kabileler halinde olmamış hemen hemen denilebilir ki millet halinde bir göç olmuştur. Bu kalabalık insanlar bittabi yanlarında çok sayıda da hayvan taşıyorlardı. Hayvanların ot ve su bulabilmesi için de bol otlak ve sulak yollar tutulmuştu.
Bol ot ve bol su veren yerler ise daima dağ sırtları ve yayla belleridir. İşte büyük göç ve akın günlerinde Asya dağlarını yol tutan Türkler; bu yolları takip ederek bugün Dersim dağları dediğimiz fakat Asya dağlarının devamı olan Toros dağlarına ulaşıyorlar.
Şimdi Dersim denilen bölgede kendilerine en uygun tabiat şartlarını buldukları için burada yerleşip kalıyorlar. Maden işletmesini çok iyi bilen bu adamlar, Dersim’de bakır ve kalay madenlerinin de yan yana ve pek zengin bir halde bulunduğunu görüyorlar, burada da yerleşiyorlar.
Daha aşağılara inenler ve Avrupa’ya geçenler, cenupta Suriye ve Irak’a gidenler de oluyor. Lâkin şimdiki Dersim’de ve bu dağlarda yerleşenler orada hemen kendi medeniyetlerini kuruyor ve bakırla kalayı işleyip yine tunç yapmaya başlıyorlar. Buralarda o günlerden kalma maden ocakları halâ görülmektedir. İşte şimdiye kadar zanlar ve tahminler üzerine uydurmalarla Dersim adı ile anılan bu güzel yerlere en uygun ve tarihin özünden süzülüp çıkarılan bu ad, yani TUNÇELİ adı verilmiştir.
Bu bölgenin bakırı ve kalayı, taşı ve toprağı kadar sakinleri de Türk’tür. Hem de soyları karışmamış dip diri ve tam manasile öz Türklerdir. Ancak Arap ve İran topraklarına yakın bir yerde yerleşmiş olan bu Türkler, kondukları bu yurtta kendi meziyetleri ve kendi bilgileri ile yaşamaya muktedir oldukları için yıllarca yurtlarının kapılarını yadlara kapamışlar ve kimse ile temas etmemişlerdir. Yerleşikleri bölgenin kolay kolay girilip geçilemez dağlarla çevrilmiş olması onların bu halde yaşamalarına çok yardım etmiş ye asırlarca kendi içlerinde ve kendi kendilerine yaşamışlardır.
Lâkin Arap’ın İran’a, İran’ın Arap illerine ve daha ötelere ilgar edip geçmeleri buralarda oturan Türklere de el uzatılmasını mümkün kılmış ve yurtların kapılarını bunca yıllar harice açmamış olan bu azlık Türkler, medeniyet itibarile pek ilerleyememiş ve oldukları gibi, kalmışlardır.
Bu azlığın bilgide ve medeniyette oldukları halde kalmaları etrafta yaşayan ilerleyen kuvvetli harsın te’sirine tutulmalarına mani olamamış, evvelâ dilleri bozulmuş ve sonra yavaş yavaş karışarak öz Türkçe kaybolmuş yerine, çoğu Türkçe, kısmen Farsça ve kısmen de diğer milletlerin dilinden toplanma başka bir dil vücuda gelmiş lâkin bu Türklere, Arapların olsun Farsların olsun kültür yolundan tamamiyle nüfuz edememeleri çok dikkate değer bir haldir.
İşte bugün Dersim dediğimiz bölgenin sakinleri bu halde bulunan Türklerdir. Onlar kendileri de öz Türk soyundan olduklarını çok iyi bilirler. Ve Türk olduklarım hiçbir zaman unutmamışlardır. Köylerinin, dağlarının, belli başlı sahaların adları tamamiyle Türkçedir.
Aşiretlerin taşıdığı adlar en temiz bir Türkçe ile söylenilmiş çok ahenkli birer lakaptır. Bunlar asla Kürd değildirler ve bu bölgede Kürt yoktur. Yalnız bazı kimselerde öteden beri yanlış ve fena bir telâkki yer etmiştir.
Belki de bu bölgeleri bizden ayırıp kendi haris ve doymaz emellerine amaç edinen yabancılar, yurttaşları birbirine sevdirmemek ve birbirinden uzaklaştırmak için ortaya bir Kürtlük atmışlar ve istifade ederek bu bölgeyi de böylece daima elde tutmak istediklerindendir ki Dersimlilere de Kürt deyip ve bunda da ısrar etmişlerdir. Hâlbuki bu düşünce ve bu zan çok yanlıştır.
Dersimli asla Kürd değildir, tertemiz bir kan taşıyan, tertemiz Türk oğlu Türk’tür. Fakat eski idarelerin onları acıklı bir şekilde ihmal edişi bu adamları da haklı olarak eski idarelere karşı müteneffir kılmış, onlar, biz Türk’üz biz Türklükten ayrılamayız dedikçe, o idareler, aldırış etmemiş ve kazanıcı değil daima kaybedici kötü bir idare siyaseti, tatbik etmişler ve bu adamları da devletten ve idareden soğutmuşlardı.
Cumhuriyet hükümetinin iş başına geldiği günden beri Dersimliler, hiçbir gailenin arkasına takılmamış ve daima devlete sokulacak ve yanaşacak bir yol aramıştı. Ufak tefek ve alelâde vak’alar, bir tarafa bırakılırsa Dersim işi bir mes’ele teşkil etmiş değildir.
Bilhassa General Alpdoğan gibi çok değerli ve geniş görüşlü, sağlam tutuşlu, tuttuğu işte inanı ve azmi, bütün olan bir idare adımı işe başladığı gün Dersim meselesi kendi kendine çözülmüş ve ele gelmiştir. Birçok kimselerin hatta adları anıldıkça muhitlerine korku veren şahısların dahi kendilerine bir teklif vaki olmadan haberler göndererek devlete dahalet etmeleri Dersim mes’elesinin kalmamış olduğunu göstermeğe kâfidir. Esasen aç, perişan, topraksız, hayvansız, cahil bir halk kütlesinin yapacağı ne olabilirdi ki?…
Şimdi bütün bu bölge halkı elindeki silâhım hükûmete vererek kazmaya küreğe, sapana, baltaya sarılacak hem yurdunu imar edip güzelleştirecek ve hem de kendisi refaha erecek, Dersimlilerin de malları, evleri, tarlaları, bağları bağçaları ormanları, sürüleri olacak yaşamanın ve rahat ömür sürmenin ne demek olduğunu gerecek, bundan sonra onlar, hiçbir entrikanın ve hiçbir fenalığın aleti olmayacaktır.
ATATÜRK Türkiyesinde anormal bir yurt bucağı kalmayacak refahın erişmediği bir tek köşe bulunmayacaktır.
Buna her Türk gibi Tunçeli bölgesi de inanıyor ve yakında kavuşacaktır. Ve kavuşmak yoluna girmiştir.”
C.A. (Cemil ATAÇ)