Delirtecek misiniz len beni?

Bizdeki ustalarla işler çatallanır. Ya elinden iş gelmeyen ve sadece çatalını sergileyen bir usta ile cebelleşirsin ya da çatalı kafasındadır ve oradan iş çıkmaz; takılır kalırsın. Bu memlekette işler böyle yürür

 

 

 

 

EMİNE SUPÇİN

Bazı filmler sert bir girişle başlar. Tam bir cinayetin, patlamanın, terörün ortasındadır kahraman. Ardından ekran kararır ve bir yazı çıkar:

Dört gün önce.

Ve böylece olayın dört gün önceki başlangıcına taşınırsınız.

Şimdi size öylesi bir andan söz edeceğim:

O gün, hangi ara zıplamaya başladığımı bile hatırlamıyorum. Bir yandan olduğum yerde deli gibi (ki gibisi fazla) zıplıyor bir yandan da “Delirtecek misiniz len beni!” diyorum. Zıp zıp zıp… Delirtecek misiniz len beni? … Delirtecek misiniz len beni?.. Ne zaman sonra farkına varıyorum yaptığımın.

İşte o andan, iki ay öncesinde başlıyor her şey.

İşyeri olarak kiraladığım 300 metre karelik kocaman ve bomboş bir alan. Bu koca alandan bir mutfak, bir yemek salonu, bir idare odası, beş tuvalet, dört sınıf çıkacak. Bölme işlemlerini yapacak tadilatçısı, elektrik tesisatçısı, sucusu, mimarı, mobilyacısı ve bilumum aklıma gelmeyen daha nicesi ile görüşmeler yapıyorum, işler başlıyor ve genellikle hepsi de ters gidiyor.

De ki, niye?

Aranızda evde tadilat yaptıranlar varsa beni anlarlar. Bizdeki ustalarla işler çatallanır. Ya elinden iş gelmeyen ve sadece çatalını sergileyen bir usta ile cebelleşirsin ya da çatalı kafasındadır ve oradan iş çıkmaz; takılır kalırsın. Bu memlekette işler böyle yürür. (E, meslek liselerinin sadece adı var ya bizde ondan. Ancak Afrika ülkelerindeki gibi usta çırak ilişkisi ile öğrenilir ustalık.)

Sınıf olacak alanlara, dört duvar çekip pencere açmayı unutanını mı ararsın, elektrik tesisatını yanlış bağladığı için komple tesisatı yakanı mı ararsın, malzeme taşıyayım derken girişteki cam kapıyı kıranı mı? Ne ararsan var. Her geçen günle ve her yeni gelen aksilikle birlikte gerilen sinirlerimse yay gibi. Tiz sesler çıkıyor ama yine de olabildiğine olumlu ve sakin kalmaya gayret ediyorum. Bu esnada yanımda olan ve pek çok işin ucundan tutan hatta maharetli elleriyle beş tuvaletin kapısını kendi elleriyle yapıp takan ve lavaboların alt profillerini ölçüp biçip kaynatan canım kardeşim Ali’m olmasa hepten zıvanadan çıkacağım.

Elbette bu işlerin bir de devlet prosedürleri var; o kapı senin, bu kapı benim, bugün git yarın gel, şu olmamış değiştir’ler de illallah ettiriyor.

Öyleydi böyleydi derken nihayet ortaya bembeyaz tertemiz bir işyeri çıktı. Ne kaldı? Telefon, internet bağlantısı. Kablo Net’e gittim, içinde tv, internet, telefon olan bir paket seçtim, ödemesini yaptım. Ödeme yaparken hiç sorun çıkmıyor biliyorsunuz. Şıkır şıkır her şey. Ertesi gün belirttikleri saatte teknik elemanlar geldi. Modemi idare odasına kurdular fakat aynı paketin içinde belgesel kanalları da var ve o kanalların izleneceği sinema salonu kurumun öteki ucunda. Yani kablo çekmeleri gerekiyor. Ne deseler beğenirsiniz? “Elektrikçinizi arayın, onlar kabloyu çeksin, biz yeniden gelip bağlarız.” (Hay bin kunduz!)

“Peki, siz çekemez misiniz kabloyu?”

“Hayır, bu bizim işimiz değil.”

“Bir saniye, siz buradayken elektrikçiyi arayayım, eğer uygunlarsa çekiversinler siz de gitmeden belki halledebiliriz.”

Aradım. Anlattım her şeyi. Bizim teknik elemanlar karşımda bel bel bakıyorlar. Telefondaki kişi de bana, bu kablo çekme işinin onlara ait olduğunu fakat işlerine gelmediği için elektrikçiniz yapsın dediklerini söyledi. “Bir saniye, telefonu teknik ekibe veriyorum, dilerseniz bir de siz görüşün,” dedim. Bir iki konuştular, telefonu tekrar bana uzattı eleman. Elektrikçi ısrarla onların işi demeye devam ediyor, karşımda duran ikisi de toplamışlar alet edevatlarını gitmeye çalışıyorlar.

İşte o an koptum. Geçici delilik hali diye bir kavram var mı bilmiyorum ama ben o kavramın göbeğindeydim artık. Devrelerimin hepsinin birden sigortası atmıştı. Normal nedir veya normu kim icat etmiştir ile ilgilenmeyen, kibarlığın, nezaketin, medeniyetin esamisinin bile okunmadığı, tamamen ilkel beynin koşumları ele aldığı an’daydım. Olduğum yerde zıplamaya ve “Beni delirtecek misiniz len!” diye avazımca çığırmaya başlamışım. Kendi sesimi duymaya başladığımda araya bir sesin daha girdiğini işittim. “Tamam abla yaparız, biz.”

Allah cezanızı versin len! İlle de delirtmeniz mi gerekiyordu? Günün sonunda kabloyu da çektiler, işlerini de yapıp gittiler. Fakat bende sinir kalmadı, ayrı konu.

Hah işte, şimdi de ülkece aynı duruma geldik geliyoruz.

  • Halk olarak hiç birimizin haberinin olmadığı 13 tane yiğit memleketim evladı terör örgütü elindeymiş ve kurtarma operasyonu esnasında hepsi insafsızca infaz edilmiş üstüne, çıkmış ekrana tek başına yöneten “Beceremedik” diyormuş. (Ben seyretmiyorum, başka yerlerden duyuyorum, o bakımdan.) Bir beceremedik, bir aldatıldık, bir yanıldık, bu ne len?
  • Tüm bu acılar yaşanırken, kendini süper güç zanneden demokrasi havarisi Amerika, “Eğer gerçekse, kınıyorum,” diye bir mesaj gönderesiymiş. Dinime küfreden Müslüman olsa denir ya hani, aynen öyle. Güvenirliği kalmamış bir ülken olduğuna mı yanarsın, elin oğlunun oradan babalanmasına mı? Sadece babalanmıyor üstelik, terör örgütleriyle (ypg’ymiş, ışid’miş bilmem ne bok imiş) birlikte çalışıp bizim de topraklarımızın içinde yer aldığı özerk bir bölge daha inşa etme peşindeymiş. Yanı sıra “Acil müdahale edilmesi gereken ülkeler” arasına bizim de adımızı yazasıymış. (Vay namussuz!)
  • Yetmezmiş gibi fetö örgütünün tamamen temizlenmediği, özellikle siyasi ayağının olduğu yerde yiyip için memleketin canına okumaya devam ettiği de ortada, malumunuz. Kara Kuvvetleri İstihbarat Dairesine atanmış bir tanesi, nasıl olduysa ortaya çıkmışmış. Acaba daha kaç tane var? (Kafam kaşınıyor! Her yer hain dolu artı haini şikayet edeceğin mercilerin de hain olması olasılığı söz konusu! Tutacak yeri yok.)
  • Tüm bunlar yetmezmiş gibi dibimizdeki çulsuz Yunanistan, Ege adalarındaki topların ucunu bize çevirmiş, pusuda bekleyesiymiş.
  • Güya Karadeniz’de tatbikata gitmekte olan Amerikan gemisi boğazdan geçerken takıldığı kırmızı ışık nedeniyle, “Bize kırmızı ışık olmaz,” diye twit atasıymış.

Bu ne len?

Bir kere daha delirtecek misiniz bizi?! Ha, delirtecek misiniz laaaan!

Not: Alttaki linke tıklayıp okuyalım:
https://www.ataturkungencligehitabesi.com/

 

Lily Brayton, Hamlet oyununda Ophelia rolünde, 1905

 

BEĞENDİYSENİZ LÜTFEN PAYLAŞIR MISINIZ