Çürüme

Şu gün tanesi 1 lira olan maskeye pandemi  başlangıcında 15 lira ödedim. Belki de kendi stokuna 25 kuruştan aldığı maskeyi 15 lira gibi uç bir fiyattan satabilen kimdi? Eczacı. Yani en az dört yılını üniversite eğitimine harcamış, bu memleketin yetiştirdiği ve ortalama aydın olarak nitelendirebileceğimiz insan.

 

EMİNE SUPÇİN

Montesquieu’nun dediği gibi her toplum layık olduğu biçimde yönetilir. Layık olmak liyakat kökenlidir. Demek ki toplum bireylerinin de vatandaş olma liyakati söz konusudur. Öyle ya, Afrika’nın kapitalist devler tarafından sömürülmüş; sefaletin ve cehaletin kol gezdiği, sınırları kalemle çizilmiş güdük ülkelerine baktığımızda gördüğümüz; yöneticileri silahlı, darp zihinli medeniyetten uzak zavallılardır. Halkın göstergesi, temsilidir yönetim. Halkın liyakati neyse, yönetimin zihniyeti de o kadardır. Ki zaten kendi içinden insanlardır, halkın kendisidir yöneticiler.

Gelelim bizim toplumumuza…

Pandemi yenice peydahlandığı sıralarda, şu aptal maskelerin karaborsa oluverdiği dönemi anımsıyor musunuz? İşte o dönem, bir eczaneye uğradım. Maske istedim. İki tip maske vardı ellerinde. Biri şu herkesin kullandığı cerrahi maske, diğeri N-95. Cerrahi maskeden rica ettim ve fiyatını sordum. 15 lira dediler. Şu gün tanesi 1 lira olan maskeye o gün için 15 lira ödedim. Belki de kendi stokuna 25 kuruştan aldığı maskeyi 15 lira gibi uç bir fiyattan satabilen kimdi? Eczacı. Yani en az dört yılını üniversite eğitimine harcamış, bu memleketin yetiştirdiği ve ortalama aydın olarak nitelendirebileceğimiz insan.

Peki, bu durum bir çürüme göstergesi miydi? Bana göre kesinlikle evet. Garabetten haraç çıkarmak bu, musibetten fayda sağlamak. Bilirsiniz, savaşı bile fırsata çeviren bencil, leş yiyiciler çıkar, işte o dönem eczacıların da çoğu aynı şekilde davrandı. Yani memleketin aydını da aynı çürümüşlükte, cahili hepten bitik.

Bir örnek daha vereceğim. Geçen birlikte çalıştığımız öğretmenimiz anlattı. Bizden önce başvuru yaptığı eğitim kurumlarında kimi iş yeri sahipleri, maaş veremeyiz ama yol paranı öderiz; kimi, sigorta yapmayız gibi, insan hak ve emeğini hiçe sayan anlaşmalar öne sürmüşler.

Öte yandan bana çok daha zalimce gelen bir şey var. Örneğin “Acil satılık ilanları.” Acil para ihtiyacından ötürü evini, arabasını satıyor insanlar ve kelepir gözüyle bakıyor alıcılar. Oysa o acil satan da insan, belki de komşun…

Bakın buna çok güzel bir yaşantı örneğim var.

Çocukluğumda… Bir yaz mevsimi… Babam, koca yürekli adam. İhtiyaç sahibi birine banka kredisi alırken kefil olmuş. Kefil olduğu kişi parayı kaybetmiş. Doğal olarak banka icra yoluyla bize çöktü. O dönem tütün yapıyoruz, elbet para gelecek ama vakti var daha. Bu yüzden babam bari ortadaki borca bir de faiz eklenmesin diyerek evde ne var ne yok satmaya karar verdi. O gün için, ahırdaki inek (Adı, Selcik)  ve danaya ek olarak, televizyon ve buzdolabını satılığa çıkardı. Avuç içi kadar köy, kahvede birine söyle, herkes duyar zaten.

Akşamüstü amcam palas pandıras çıkageldi; soluk soluğa. Duymuş babamın satılığa çıkardıklarını. (Tam şu an aklınızdan, kurtarıcı geldi diye geçiyor, değil mi? E, öyle ya, insanın kardeşi gelmişse, kesin kurtarıcıdır. Yoook…) Alıcı bizzat kendisi. Ve bir pazarlık edişi vardı ki tiksinmemek ne mümkün akrabalıktan!

Demem o ki bu toplum çoook uzun zamandır çürük. Artık bu çürüme her tabakaya ve kesime yayılmış durumda. Çürümüş toplum layık olduğu şekilde yönetiliyor. Geçmediği köprünün vergisi, izlemediği TRT’nin vergisi, yatmadığı hastanenin, yürümediği yolların vergisi ve hatta uçmadığı hava yollarının vergisini ödüyor toplum… Öte yandan pırlanta lükse girmiyor, gemiler muaf vergiden.  Böylesi dandikliğin içinde halkın kokuşması kadar doğal ne olabilir?

Fakat çözüm bulmak zorundayız.
Elbette eğitim şart fakat uzak hedef değil, kısa vadede çözümler üretmemiz gerek. Sizlerin yorumlarını da ekleyeceğim bir çözümler silsilesi yazmak istiyorum. Bir sonraki yazımızı hep birlikte yazmaya ne dersiniz?