Çevirmen, çeviri, çeviri dili

İngilizcemi beğenmediğim, Fransızcayı da bilmediğim için yabancı yazar ve ozanların yapıtlarının Türkçeye çevrilmesine, çevirenin kim olduğuna, diline, öz Türkçenin kullanımına takıntı derecesinde dikkat ederim.

CEM BAYINDIR

Son dönemlerde kitapçılarda, çevirisi belirsiz kitaplar, başka çevirmenlerin her sayfada 3-5 sözcüğü değiştirerek çeviren, çevirmen olarak da kendi imzasını atan kişileri, hatta çevirmeni belirtilmemiş korsan ya da çalıntı çevirileri daha sık görmeye başladık.  

Türkçeye çevrilmiş kitaplarda çok iyi çeviriler olduğu gibi, karmakarışık, eski sözcüklerin bol olduğu ya da teknik anlatımın çok kullanıldığı çeviriler de yok değil. 1930’ların sonundan başlayarak Hasan Âli Yücel’in önderliğinde kurulan Tercüme Bürosu ile yüzlerce Batı ve Doğu klasiği Türkçeye çevrilerek kültür dünyamız için büyük bir adım atılmıştır.

Hasan-Âli Yücel, dünyayı, özellikle de Batı’yı tanımak zorunluluğuna değinerek, “bu durum bizi geniş bir tercüme seferberliğine davet ediyor” demiş, 28 Şubat 1940’ta, ilk toplantısını A. Adnan Adıvar başkanlığında yapan kurul, dört toplantının ardından daimi büro kurulunu kurmuş, kurulda, Nurullah Ataç’ın yönetiminde Saffet Pala, Sabahattin Eyuboğlu, Sabahattin Ali, Bedrettin Tuncel, Enver Ziya Karal ve Nusret Hızır gibi adlar görev almışlardır.


1946 yılında kadar Doğu ve Batı klasiklerinden yaklaşık 500 yapıtın Türkçeye çevrildiği o dönem, Türk halkı çok önemli yazar ve yapıtları tanıma, okuma olanağına kavuşmuştur.

Jane Austen, Oscar Wilde, Henry James, Gustave Flaubert, Edgar Allan Poe, Goethe, Anton Çehov, Dostoyevski, Tolstoy, Alexander Dumas, Montaigne, Durkheim, Balzac, Diderot, Aristo, Rousseau, Huxley, Descartes, Zola, Çehov, Shakespeare gibi Avrupalılar, Eski Yunan düşünürleri, eski Türk felsefecileri, tarihçileri, yazarları, Doğu klasikleri 496 kitabın çevirilerini yapanlar da çok başarılı işler yapmış olup, çeviriler o döneme egemen olan Türkçe sözcükleri barındırsalar da bugün bile rahatlıkla anlaşılabilecek bir dille üretilmiştir.   

Günümüz iktidarının yakın tarihte kapısına kilit vurduğu Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitap basma, çeviri bölümleri kapatılıncaya değin, çevirilerde görev alan kahramanlar arasında Nurullah Ataç-Sabri Esat Siyavuşgil, Sabahattin Eyuboğlu, Mehmet Nuri Gençosman, Abdülbaki Gölpınarlı, Nihal Yalaza Taluy, Enver Behiç Koryak, Seniha Bedri Göknil, Beria Okan, Şaziye Berrin Kurt, Nurettin Sevin, Behlül Toygar, Orhan Şaik Gökyay, Mithat Bahari Beytur gibi adları sayabiliriz.

Benim de Akşit Göktürk’ün İngilizceden çevirilerine ayrı bir hayranlığım vardır.  Akşit Göktürk çeviriyi bir bilim olarak görür ve çok yetkindir.

Yine, İngilizceden çevirilerde Sabahattin Eyuboğlu, Talat Sait Halman, Atilla Tokatlı, Murat Belge, Fatih Özgüven, Mina Urgan özenli çeviriler yapmışlardır. Almanca çevirilerde ise, Behçet Necatigil, Ahmet Cemal, Kamuran Şipal, Selahattin Batu; Rusçadan çevirilerde Hasan Ali Ediz, Nihal Yalaza Taluy, Nazım Hikmet, Va-Nu, Leyla Soykut, Ergin Altay; Fransızcadan da Engin Sunar, Sabahattin Eyuboğlu, Kemal Özmen, İlhan Berk, Ahmet Necdet, Roza Hakmen, Nesrin Altınova, Cemal Süreya, Erdoğan Alkan, Tahsil Yücel; İtalyancadan Bedrettin Cömert, Rekin Teksoy, Şadan Karadeniz, Necdet Adabağ; İspanyol ve Latin Amerikan yazınından Sait Maden, Ülkü Tamer, Tekin Sönmez,  Celal Üster; Yunancadan Azra Erhat; Farsçadan Mehmet Kanar, Abdülbaki Gölpınarlı, Mehmet Nuri Gençosman, Âsaf Halet Çelebi gibi adları saymamız gerekiyor.  

Çeviri çok güç bir eylemdir, sabır ister, bilgi ister, yazın ile ilgili olmak ister. Çevrilen yapıtın, şiirin, öykünün, romanın, konunun özünü bozmamak gerekir. Özellikle şiirde yapılan çeviriler artık o şiirin dönüşmesini bambaşka bir şiir oluşmasını sağlar. Can Yücel’in Shakespeare çevirilerinde olduğu gibi bazen de tümüyle ayrı bir dilde yeni bir şiir yazılmış olur.

Tercüme Bürosu toplantılarına başkanlık eden A. Adnan Adıvar çeviri için şöyle diyor: “Bilgi cumhuriyeti hazinesinin gelirlerinden biri de çeviridir. Çeviriden ne eski devirlerde ne de bu yeni dün­yada uzak durmak olanaksızdır. Bilim ve sanat aleminde çeviriyi ihmal etmek ve ‘el elden üstündür, ta arşa varınca’ gerçeğini de bir dakika bile unutmayarak daima her taraftan sormak, almak ve gelişen bilim ve irfan di­yarının pencerelerini dışarıdan gelen aydınlığa ve sıcaklığa karşı kapamak ancak maddi ve manevi hüsranı göze almak demektir.” Fransız yazar ve ozan Valery Larbaud da, “güzel, ince, zarif bir eserin; kaba, ukala bir çevirmenin eline düştüğünde hiç acı duydunuz mu?” der.  Onat Kutlar’ın sözleri daha da ilginçtir:

Beni en çok şaşırtan olay, günün birinde, iki insanın sözlerini aynı dilde birbirine çevirirken, benim kullandığım sözlerle yeni ve üçüncü bir dil oluştuğunu görmem oldu. Çünkü eninde sonunda iki taraf arasında bulunan ben de, bir dille konuşuyordum. Ve bu dil, öbür ikisinden farklıydı. İki insan, iki topluluk ya da yeryüzü ile insan arasında yeniden üretilen bir dil.”

Geçtiğimiz günlerde aldığım, yeni baskı, Mark Twain’inKral Arthur’un Sarayında Connecticutlı Bir Yankee” adlı romanının çevirisi bana o denli karmaşık gelmişti ki kitaba hiç ısınamamıştım. Bu yüzden biz okurlar için, çevrilmiş bir yapıtta yazar denli çevirenin de çok önemli olduğunu, ancak onların elinden geçen kitabın bize ulaşabileceğini, çevirenin de yazar gibi yapıta katkı verdiğini, bir başka anlatımla yapıtı Türkçe olarak bir kez daha yazdığını unutmamak; ayrıca her dil bilenin de çeviri yapmasının mümkün olmadığını, çevirmenin şiirle, romanla, öyküyle, edebiyat tarihiyle ve en önemlisi Türkçeyle ayrılmaz bağlarının olması gerektiğini belirtmek gerekiyor.