Cehennemi yutmuşuz biz, korkutmaz sizin küçük alevleriniz

Sıradan insanın algı dünyasında gecenin belalı mekânları olarak anımsanan, ürküntüyle bakılan pavyonlar… Ankara pavyonlarında konsomatrislik yapan 23 yaşında bir kadın. Burcu. Hikâyesini bütün samimiyeti ve yalınlıkla anlatıyor. Hikâyede eğlence dünyasındaki kadınlarla ilgili önyargılara dayalı hayat dekorlarına pek fazla rastlanmıyor. Sade, insani bir hayat öyküsünün pırıl pırıl gerçekliğiyle buluşuyoruz.

CAFER YILDIRIM

“Şehir Söner Biz Yanarız”…

Bir kitabın başlığı olan bu söz eğlence dünyasını ve bu dünyanın odağında bulunan pavyonları işaret ediyor.

Sıradan insanın algı dünyasında gecenin belalı mekânları olarak anımsanan, ürküntüyle bakılan pavyonların kökeni meğer meyhanelere dayanıyormuş.

Meyhaneler Osmanlıya Doğu Roma’dan miras kalmış. Doğu Roma’da rahle benzeri bir yükseltinin üzerine konan ahşap ya da bakır sini etrafına tabureler dizilir, müşteriler bu taburelere otururmuş. İşletmeciye yani patrona “barba”, tezgâhtara “masteri” denirmiş. Garsonlar ise “meyhane yamağı” olarak adlandırılırmış.

sade, insani bir hayat öyküsünün pırıl pırıl gerçekliği

Osmanlı döneminde meyhanecilik özellikle Rumlar tarafından sürdürülmüştür. Meyhane uşaklığı ile köçeklik Rum, Ermeni ve Yahudi 18 ile 23 yaş arasındaki gençler tarafından ifa edilirmiş.

19. yüzyıl sonlarına doğru meyhanelerin yerini “baloz”lar almış. Balozların meyhanelerden farkı buralarda artık kadınların çalışmaya başlamış olmasıdır.

“Baloz” “balo” sözcüğünün halk ağzında değişime uğramış halidir. Varlıklı gayrimüslimler kadınlı erkekli balolarda eğlenirken alt sosyo-ekonomik kesimler balozlarda kendilerine yer bulmuştur. Balolarda kadın ve erkek birlikte eğlenirken balozlarda kadının yegâne işlevi erkekleri eğlendirmektir.

İstanbul’un Doğu Roma’dan Osmanlıya eğlence merkezi Galata olmuştur. Balozlar 1920’lere kadar varlığını sürdürmüş, daha sonra pavyonlara dönüşmüştür.

Bütün bu bilgileri Süreyya Köle’nin “Pavyon Öyküleri” kitabından öğrendim.

Kitabın ilk hikâyesi İzmirli Burcu ile yapılan söyleşiden oluşuyor. Ankara pavyonlarında konsomatrislik yapan 23 yaşındaki Burcu hikâyesini bütün samimiyeti ve yalınlıkla anlatıyor. Burcu’nun hikâyesinde eğlence dünyasındaki kadınlarla ilgili önyargılara dayalı hayat dekorlarına pek fazla rastlanmıyor. Sade, insani bir hayat öyküsünün pırıl pırıl gerçekliğiyle buluşuyoruz. Kuşkusuz sıra dışı ve özgün bir öykü.

Burcu ile yapılmış söyleşiden sonraki bölüm tam anlamıyla bir sürpriz olarak çıkıyor karşımıza. Bu bölümde öykü ve romanlarını severek okuduğum Zeynep Aliye gibi yazarların kurgusal pavyon öyküleri bulunuyor.

Yazarların pavyon olgusuna farklı farklı cephelerden yaklaşımı ile Burcu’nun söyleşisi arasındaki koşutluk yazarlarımızın başarısına işaret ediyor. Gerçeklikle kurgusal gerçekliğin bir arada sunulduğu kitap hem içeriği hem düzenlenişi açısından ilgi ve merakı cezbeden özellikler taşıyor.

giden sana ait değilse kaybettiğin bir şey yok demektir

Kitap “Bir Konsomatrisin Dijital Notları”yla son buluyor. İşte o notlardan bir bölüm:

Akıl sağlığım için kimseye âşık olmuyorum. Sen de öyle yap.

Bende star ışığı var da yanmıyor.

Daha ilerisi uçurumdur, düşersin, dediler; kanatlarım var, dedim.

Çiçekler açar bir gün. Önemli olan sabırla mevsimini beklemek.

Pek anlatılacak bir tarafı yok hayatımın. Yaşadım, yaşıyorum, belki biraz daha yaşayacağım.

Beni bırak, sen anlat yoksa ben sana içki ısmarlamak zorunda kalırım.

Giden sana ait değilse kaybettiğin bir şey yok demektir.

Sen artık benim en sevdiğim manzara değil, herkesin izleyebileceği bir kıyı olmuşsun, ne yapsak değmez.

Cehennemi yutmuşuz biz. Korkutmaz sizin küçük alevleriniz.

Biz bu yola sizinle çıkmadık ki sizinle bitirelim.

Kadın dedi ki, benim siyahım çok, boğulursun karanlığımda. Adam dedi ki, beyazı herkes sever, ben siyahına talibim.

Oysa ben sizin yapmaya cesaret edemediğiniz her şeyim.

Günahkâr değilim, günahın ta kendisiyim.

Şehir Söner Biz Yanarız
Pavyon Öyküleri,
Derleyen: Süreyya köle,
H2O Yayınları,
176 sf.,
Mart 2021, İstanbul.

PAYLAŞMAK İÇİN