Bu zihniyet Muzaffer Sarısözen’i de hayasızlıkla suçlar!

“Zeytinyağlı yiyemem” türküsüne de yapıştırdığı o “hayasız” sıfatı, acı acı gülmekten fazlasını hak eder de, söz konusu fıkraların Namık Kemal ile uzaktan yakından ilgisi bulunmadığını, kültürel donanımı lise talebesi düzeyini geçmiş herkes bilir.

Ama Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 12 Ağustos’ta CNNTürk’teki  açıklamalarından devrim çıkaranbu zihniyet, safsatayı gerçek kabul ve tasdik etmekle halk müziği repertuvarımızın önemli bir kısmını oluşturan, Yurttan Sesler’in kurucusu Muzaffer Sarısözen’i de “hayasız” addetmektedir ki, gaflet ve dalalet budur!

mecitunal@gmail.com

Türkiye’de zeytin ve zeytinciliğin geçmişi hakkında bilgi sahibi olmadan yapılan “keşif”lerin gerçek karşısında hiçbir hükmü yok!

Yakın zamanlara kadar zeytinyağında asit ölçümünden, “erken hasat”tan, “soğuk sıkım”dan, “dizem”den, “tadım”dan haberi olmayan zeytin çiftçisine yılbaşından, zeytin dalda iyice kararmadan önce sırık vurdurulmazdı. Zeytinyağı fabrikaları da günümüzde taşbaskı/sulu baskı denilen “kontinü” üretime göre ilkel ve hijyen açısından kuşkulu bir teknolojiye sahipti.

Türkü ile ilgili iddianın tarihlendiği yıllarda geç hasat yapıldığı ve zeytin dalda karardığı için geri teknolojiyle elde edilen yüksek asitli zeytinyağı, “acı yağ” olarak nitelenmiş ve tereyağı ile “donyağı”nın kullanıldığı bölgelerde kabul görmemiştir.

Bugün bu ilkel teknoloji ile sıkılan yağın kaliteli, orijinal, otantik ve organik olduğuna inanan/inandırılmış geniş bir kesimden söz etmek mümkün.

SAYMAKLA BİTMEZ NİCE ŞEY…

“Zeytinyağlı yiyemem” türküsüne dönersek…

“Saklı Seçilmişler” safsatayı bir adım daha ileri taşıyor ve “naylon çorap giyemedim/öğretmene varamadım” türküsüyle de naylon çorabın özendirilmiş olduğunu ileri sürüyor:

“ ‘Zeytinyağlı yiyemem’ denilerek halk zeytinyağına düşman edildi. ‘Basma fistan giyemem’ denilerek yerel kıyafetlerimiz küçümsetildi. Peki, ne moda yapıldı?

 ABD’den gelen naylon çorap! Türküsü hazırdı:

‘Öğretmene Varamadım/ Naylon Çorap Alamadım…’

Türkü ‘Tokat yöresine’ aitti.”(Sf. 279-280)[1]

Neyse ki aynı yıllarda gelen naylon gömlekle ilgili bir türkü yok da Amerika’nın sipariş ettiği veya zeminini hazırladığı türkülerle ilgili iddia burada kalıyor.

Kitapta iddia, ucuz 45’lik plakların yaygınlaştırılmasına bağlanarak sürüp gider…

Oysa…

Tuhaftır ki, 45’lik plaklardan önce taş plaklar, bağlı olarak gramofon ve pikap ile daha sonra tanışacağımız teyp, televizyon, bilgisayar ile internet de hep batıdan gelmiştir ve de gelecektir.

Sonra…

Laiklik, demokrasi, sosyalizm…

Matbaa, lokomotif, otomobil, uçak…

Saymakla bitmez nice şey hep batıdan gelmemiş midir?

CAN ALICI SORU…

Hasan Âli Yücel

“Saklı Seçilmişler”le bu ortak zemini kullanan VP yöneticisi Serhan Bolluk bir adım daha atarak Cumhuriyet aydınlanmasının temel taşlarından biri olan batı klasiklerinin çevrilmesini de Kalıngiller’in deyimiyle “başkalarının hikâyesi”ne bağlamıyor mu, ağzı açık kalıyor insanın!

Ne zaman modernleşme lafı duysa ürperiyor, hemen akıllarına “1910’lar İstanbul’unda geceleri sokaklardan ceset toplayan belediye görevlileri” geliyormuş. “Ömer Seyfettin anlatır,” diyor;  “İnsanlar açlıktan ölür, istifçilik karaborsacılık kol gezmektedir. Tıpkı şimdinin faizcisi vurguncusu gibidirler. Hüküm süren Von Sadriştayn düzenidir.”

“ ‘Modernleşme’, namı diğer ‘Batılılaşma’, önü sonu bu” imiş ve sıkı durun, “şimdi uzun bir aranın ardından, yeniden Sadri oluyor”muşuz!

Hah ha!

Şimdinin faizcisi, vurguncusu kim peki?

Vatan topraklarını emperyalist şirketlere ve onların yerli işbirlikçilerinin yağma ve talanına göz yuman, peşkeş çeken, yeni imar alanları yaratıp arsa arazi kapatan kim?

Ya onları desteklemekte birbirleriyle yarışa girenler…

Geçelim.

Modernleşmeyi tersinden görüp göstermek, önü sonu budur deyip “batıcılık”la yaftalamak iş değil…

600 yıldır doğudan cehaletten başka ne geldi?

Can alıcı soru budur!

Yine de, hatırlatmakta yarar var; Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı zamanındaki Tercüme Bürosu’nun çevirdiği kitaplardan herhangi birine bakıldığında nelerin, kimlerce çevrildiği açıkça görülecektir.

Merak eden zahmete girer!

MUZAFFER SARISÖZEN DE Mİ HAYASIZ?

Konu nereden nereye geldi…

Diğer kitapları gibi “Saklı Seçilmişler”de de bolca komplo teorisi örnekleriyle karşılaştığımız Soner Yalçın’ın bu kitabına yönelik ciddi eleştiriler yanında dalgaya alan eleştiriler de az değil.

Öyle ki, Odatv’de bunları görmezden gelememiş ve “Soner Yalçın nasıl ti’ye alındı” başlıklı bir habere yer vermiş.

Haberin altına yorum yazan bir okuyucu, Yalçın’ın takmaktan hoşlandığı papyonun da batıdan geldiğini hatırlatmak zorunda kalmış:

“Amerika’nın ve Emperyal güçlerin sinemayla, müzikle gelişmesini tamamlayamamış ülkelere kendi kültürlerini empoze ettikleri bir gerçek ama buna örnek olarak “Zeytinyağlı yiyemem basma fistan giyemem” ya da “Öğretmene Varamadım/ Naylon Çorap Alamadım”ı göstermek gerçekten komik kaçmış… Benim ise asıl takıldığım nokta “Naylon Çorap” oldu, eğer “ne moda” yapıldı deyip “Naylon Corap”ı örnek gösterirsen birisi de çıkıp senin Papyonun (Soner Yalçın’ında severek taktığı), Kravatın, Şapkan, Takım Elbisen neyin modası, o zaman neden Fes’ten, Sarık’tan, Basma Fistan’dan, Çarıktan vazgeçtin diye sorarlar…”

Haksız mı?

Serhan Bolluk’un, yazısında “Namık Kemal için Fetö’cülerin atalarının uydurduğu hayasız fıkralar” sözünden lastik gibi çeke çeke uzatıp “zeytinyağlı yiyemem” türküsüne de yapıştırdığı o “hayasız” sıfatı, acı acı gülmekten fazlasını hak eder de, söz konusu fıkraların Namık Kemal ile uzaktan yakından ilgisi bulunmadığını, kültürel donanımı lise talebesi düzeyini geçmiş herkes bilir.

Ama Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 12 Ağustos’ta CNNTürk’teki  açıklamalarından devrim çıkaran bu zihniyet, safsatayı gerçek kabul ve tasdik etmekle halk müziği repertuvarımızın önemli bir kısmını oluşturan, Yurttan Sesler’in kurucusu Muzaffer Sarısözen’i de “hayasız” addetmektedir ki, gaflet ve dalalet budur![2]

Muzaffer Sarısözen 1940’da Konya’da, Mahmut Ragıp Gazimihal ve Rıza Yetişen ile birlikte, Silleli İbrahim (Berberoğlu)’ndan türküler derlerken.

SAFSATANIN “PİK” YERİ…

Safsataya “katkı” bu kadarla kalmıyorsa da…

Her şeyi, ülkece meşhur bilgisayar fıkrasındaki adamın gerçek babasının falan mahallenin filan sokağındaki festekiz kahvesinde pişpirik oynadığını dahi bilen Google’a sorduğunuzda karşınıza aynı safsatayı getiren binlerce sonuç yanında, “Soner Yalçın nasıl ti’ye alındı” haberine konu edilen…

“Ayrıca ‘yazımı kışa çevirdin’ sözünü içeren türkü vasıtasıyla halkımız küresel ısınma ile tehdit edilmiştir.

“ ‘Kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım/Teslim olmayalım Halil’im, aman kurşun saçalım’ denerek halk polise askere isyankâr hale getirildi.

“Hele dadaş hoş musan/Dolu musan boş musan/Ayakların yan basir/Yoksa sen sarhoş musan denilerek Erzurumlular alkole alıştırılmak istendi :-))

“ ‘Saraçhane başı buz tuttu Şadiye deveciyi dost tuttu’ denilerek çok eşliliği özendirdiler.

“Yıllarca ‘beni ne doktorlar ne mühendisler istedi gülüm ama gönül aşk ister beni alacaksan benim olacaksan bana para değil koçum mutluluk göster’ denilerek mühendisler ve doktorlar küçük düşürülmek istendi. Peki neden? Ülkenin tıp, mühendislik ve teknolojide ilerlemesi istenmedi.

“ ‘Mendilimde gül oya, gülmedim doya doya’ denilerek mendil üretiminde dışa bağımlı hale getirildik.

“Ayrıca ‘Kız halaya oğlan dayıya çeker’ denilerek Genetik Bilimi’nin önüne ket vurulmuştur.

“ ‘Amanını kelle kelle, gel beni yelle yelle’ denerek halkımız sakatat yemeye ve yahudi icadı olan air-condition kullanmaya özendirildi. Yerli ürünümüz mercimek küçümsendi. Dış mihraklarca kolesterolü yükseltilen halkımız İlluminati tekelindeki kolesterol ilaçlarına mahkûm oldu.

“ ‘Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar’ denilerek topoğrafyanın mimarlıkta ki can alıcı zorluğuna vurgu yapıldı ama fakülteler dikkate almadı. 40 metre kot farkına yapı diktirdiler 🙁 peki kot farkının az olduğu alanlara ne oldu?

“ ‘İkimize birden yükleniyorlar, ama sen ağlama’ denilerek halkımıza grup fikri empoze edildi!”

… gibi bu binlerce sonuçla dalga geçen az sayıdaki karşı-sonuçları da görmek mümkün.

Odatv, “Saklı Seçilmişler”deki komplo teorisiyle dalga geçenlerin bu çok ciddi eleştirilerini görmezden gelerek “haberi”, “Soner Yalçın nasıl ti’ye alındı” başlığıyla yumuşattıktan sonra verse de, dolmayı yutmayanların da olduğunu gösterdiği için anlamlı:

İyi, demek ki “Demirkol ve Canan hoca söyledi, Soner Yalçın yazdı, Google’da var”a inanmayanlar da varmış!

Varmış ki, ti’ye almışlar… Aferin onlara, seviniyor insan.

KORKUNÇ BİR TAHRİBAT!

Peki bu binlerce olumlayıcı sonuca karşın safsataya safsata diyen bir allahın kulu çıkmamış mı derseniz, benim gibi gündelik hayatta ve rastladıkça, sosyal medyada doğrusunu anlatmaya çalışanlar dışında da, evet, var!

Çıkmış!

Aşağıda yazısının linkini verdiğim Tevfik Uyar safsataya safsata diyenlerden biri ve “mantık azabı” diye nitelemiş bu durumu:

“Bu mantık azabı yeni değil; zaten internette yıllardır dönen bir mevzu. Yayıldı, türedi ve işte bugün Soner Yalçın gibi saygın, sevilen bir araştırmacı gazetecinin kitabında, karşınızda (maalesef). Herhalde halkımızın zihninden bi 40 sene silmek mümkün olmaz artık. Korkunç bir tahribat! Son gerçeklik çağındayız diye boşuna demiyoruz.”

https://medium.com/türkiye/zeytinyağlı-yiyemem-sözde-hikâyesi-527b21bac910

Bir de halk müziği meraklısı olduğunu belirten “cococugiller” ile “harmandalı efem geliyor” takma adlı iki ekşi sözlük yazarından söz edebilirim.

“Cococugiller”in linkini verdiğim ekşi sözlükteki yazısı değme halkbilimciye taş çıkartır nitelikte:

https://eksisozluk.com/zeytinyagli-yiyemem–246266

Uzun sözün kısası…

Türkülerimizi, onları yaratanları, derleyip repertuvarımıza kazandıranları böyle aslı astarı olmayan safsatalara kurban etmek, “teori”lerimizin doğruluğunu kanıtlamanın aracı yapmak haksızlıktır. Bunun vicdani sorumluluğu büyüktür.


[1] Türkünün özgün sözleri “Öğretmene varamadım/naylon çorap alamadım” değil, “Öğretmene varamadım/naylon çorap giyemedim”dir. Google’dan bulunan türkü sözlerinin çoğunluğu yanlış. Bu çok da önemli değil…

Yalçın’ın, türkülerin nasıl derlendiğine ilişkin yazdıkları daha önemli. “Tokat adını tırnak içinde yazdım” diyor, “çünkü rahmetli Muzaffer Sarısözen türküyü hangi yörede dinledi ise, oraya ait diye kayıtlara geçirdi! Oysa başta askerler, kışlada dinledikleri türküleri kendi yörelerine götürürdü. Bu sebeple kimi türküleri farklı yöreler ‘bizim’ diye kabul eder”.  Saklı Seçilmişler, sf. 280, dipnot 152.

Oldukça iddialı bu dipnot, ne yazık ki gerçeğin sadece küçük bir kısmını ifade ediyor. Türkünün iki çeşitlemesinden birisi Ordu Aybastı çevresinde, daha yaygın ve karakteristik olanı ise yine aynı yörede, dağın arka yüzünde Reşadiye kaynaklı olarak bilinmekte ve Erbaa ve Niksar çevrelerinde düğün ve eğlencelerde çalınıp söylenmektedir. Karakteristik olması yöredeki birçok türküde örneklerine rastladığımız Kelkit Vadisi’nin bu kesiminde görülen “Fadik Ağzı” özelliği taşımasıdır. Halk müziğimizdeki yöre dışında yaygın olarak bilinmese de, Barak, Çamşıhı, Arguvan gibi karakteristik ağızlardan biridir. “Bazı türküler ise Tokat ve yakın çevrelerden birbirlerinin varyantı olarak derlenmiştir. Örneğin; TRT de 1997 Repertuvar numarasıyla kayıtlı Tinyabanın taşları adlı Reşadiye türküsü hem Tokat hem Ordu yöresinden benzer melodiler üzerine varyant olarak derlenmiştir.” (Tokat Türkülerinin Melodik ve Ritmik Bakımdan İncelenip Sınıflandırılması, Necdet Kurt,  Tokat Tarihi ve Kültürü Sempozyumu 25-26 Eylül 2014, Cilt 2, sf. 159).

[2] Tam alıntı şöyle: “Karşı tarafta Namık Kemal için Fetö’cülerin atalarının uydurduğu hayasız fıkralar bulunur. Tıpkı “Zeytinyağlı yiyemem aman” türküsü gibi.” (Serhan Bolluk, https://www.aydinlik.com.tr/haber/von-sadristaynlar-215246)