Bu işte çok yanlışlık yok mu?

Öğrendiğim en önemli şeylerden biri, bilgin arttıkça egonun azalması gerektiğiydi. Yüksek sesin haklı olmak anlamına gelmediğini öğrettiler bana. Yavaş ve sakin konuşarak da konuşanı sakince dinleyerek de haklılığını anlatabiliyordu insanoğlu

HİCRAN AYDOĞDU
Ankara’nın ünlü Çinçinbağları mahallesinde büyüdüm ben.
Büyüdüğüm yerlerde her şey kavga ile çözülür, her hareketin bir küfür karşılığı bulunur, sabah çocuk yüzünden saç saça baş başa giren komşular akşam aynı sofraya otururdu. Her evden bir dedikodu almadan çıkmazdık. Onu taşımak ve gerektiği anda yani ilk kavgada bağıra bağıra surata çarpmak marifetti.
Sonra büyüdüm, oradan çıkıp bambaşka mecralarda bambaşka insanlarla tanıştım. Kitap okuyan dostluğun ve erdemin kitabını yazmış insanlarla tanıştım. Öğretmen Dünyası dergisinde çalışmaya başladım, adı bile çok şey öğreten Öğretmen Dünyası Köy Enstitüsü mezunu insanların günlük durağıydı. Mahmut Makal, Talip Apaydın hocalarımı orada tanıdım, sohbet ederlerken onlara kulak misafiri oldum. O gencecik yaşımda  tanımaktan onur duyduğum insanlar girdi hayatıma ve büyürken Çinçin’de öğrendiğim nice şeyi unuttum. Bu ülkede komşu ne yapmıştan daha öte, çok daha önemli şeyler olduğunu öğrendim. Sonra öğrendiğim her şeyin üzerine bir şeyler koymaya çalıştım. Öğrendiğim en önemli şeylerden biri, bilgin arttıkça egonun azalması gerektiğiydi. Yüksek sesin haklı olmak anlamına gelmediğini öğrettiler bana. Yavaş ve sakin konuşarak da konuşanı sakince dinleyerek de haklılığını anlatabiliyordu insanoğlu.
Sonra yıllar geçti, toplum değişti, sessizliğin nezaketin bir işe yaramadığı bir topluma dönüştüğümüze de şahit oldum.
Güç her şeydi artık, ses her şeydi. Çabuk tüketen, hemen tüketen bir topluma dönüştükçe Köy Enstitülerinin neferleri yerlerini bağırarak anlatan öğretmenlere, sonrada ufacık bir çocuğun kafasına parmak kemiklerinin tersi ile tak tak vuran bir cumhurbaşkanına bıraktılar.
Görüntüleri izlediniz mi bilmiyorum. Elinin ters kemiği ile minicik bir çocuğun kafasına çat çat vuruverdi, çok normal bir eylemmiş gibi.
Anne olan kadın, bunu bir komşusu yapmış olsa, saçının başını yolar haftalarca küs kalırdı. Sokakta biri yapsa karakolluk olurdu.
Şimdi bakıyorum tüm Türkiye’nin gözü önünde minicik bir çocuğa yapılana gık  çıkmıyor  ne annesinden ne Türkiye’den; dişe dokunur bir tepki yok.
Çünkü yapan cumhurbaşkanı. Sadece cumhurbaşkanı değil bir bakan da yapabilir, milletvekili de ama komşusu yapamaz, çünkü çocuğu kıymetli. Ve komşusu güçsüz, ona gücü yeter.
O yüzdendir bu ülkede patrona kızılır, evdeki kadın dövülür. Patronun yüzüne değil arkasından küfür edilir.
Kiranı ödeyemezken, paran yokken her iş yapılır, her şey kabul edilir de azıcık palazlanıp kılık kıyafet düzülüp çalıştığın paraya da ihtiyaç kalmayınca, önce işi beğenmez, sonra iş arkadaşına, sonra patrona diklenir olursun, çünkü güç eline geçmiştir artık. Mütevazı olmaya gerek kalmamıştır.
Güç varoluşundan beri tevazu ile aynı çatı altında ya da aynı bedende barınamaz. Bu ikisini aynı bedende toplayan insana erdemli insan denmesi bu yüzdendir.
Köyden çıkan gence hiçbir psikolojik eğitim vermeden, gücü insanca kullanmayı öğretmeden, beline silah, üzerine üniforma verirsen, babasına hiç ses çıkaramamış ,baba dayağı ile büyümüş, güce hep boyun eğmiş o genç, elbette önce önüne gelen, kendine ses çıkaramayan halka diklenir.
Üç gün önce sokakta bir olay oldu. Saat gece yarısını biraz geçmişken gitar çalıp şarkı söyleyen 16 -17 yaşındaki delikanlıya, sokakta turlayan bekçi ”Suratıma bak oğlum! Kapat şu gitarı yoksa alırım seni” diye çemkirdi. Sebep gencin bekçinin gözlerine bakarak gitar çalmaya devam etmesiydi sadece. Genç gitarı indirdi sonra yavaşça kılıfına koydu. Aslında genci korkutan, şarkısını yarım bıraktıran, neredeyse yaşıtı olan genç değil, o gencin üzerindeki üniforma ve belindeki silahtı. Güç dediğimiz şeydi, işte onun şarkısını yarım bırakan.
Siyasetten çıkalım. Bir albüm yapıp meşhur olan müzik grupları neden dağılır, üç kuruşa barda çalarken mutlu keyifli arkadaşlarken neden biraz para girince ceplerine birbirlerini beğenmez olurlar? Çünkü,arkalarına güçlü biri gelmiştir, o kazandıkları ufak paraya da, o eski dostluklara da ihtiyaç kalmamıştır. Birinden biri, birden sıyrılıp daha güçlü olacağı sanrısına kapılmıştır.
İhtiyaç biter, dostluk biter, güç başlar.
Gücün tadını alan insan eğer insan olmayı o vakte kadar öğrenememişse yozlaşır da berbatlaşır. Çevrenize bakın çok örnek göreceksiniz.
Birisine arabasını kaldırmasını nazikçe rica ederek söylersiniz ya da nazikçe çöpünü yere atmamasını rica edersiniz, öyle bir gelir ki üstünüze neye uğradığınızı şaşırırsınız.
Ama o insana bunu son model arabalı heybetli başka biri emir kipi ile söylerse birden ezilir, böcek gibi kalır, hemen affedersiniz der, arabayı kaldırır ya da attığı çöpü alıverir yerden.
Yeni iş yeri açan adam ilk gelen müşterilere nasıl hizmet edeceğini bilmez, tek tek kendi ilgilenirken biraz para, biraz güç kazanınca müşterinin yüzünü görüp bir selamını almaz olur. Çünkü iş oturmuş para kazanılmıştır. Güç kazanılmıştır artık, siz olun olmayın onun için fark etmez hale gelmiştir.
Milletvekilinin seçimi kazanana kadar halkın evine kadar girmesi, seçim kazanıldıktan sonra sırça köşküne çekilmesi de bundandır. Sergileri açılınca, tabloları satılıp büyük paralar kazanılır olunca ithal şaraba övgü yağdırıp Anadolu üzümüne burun kıvıran ressamın tavrı da bundandır.
O kimseyi beğenmeme halleri ile nerede karşılaşsam tavuk yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmemiş atasözünü getirir hep aklıma,
Güç, bilgi, yetenek, para, tevazu ile birleşmedikçe insan olmaktan çıkarır adamı da kadını da…
Gelelim bu hafta bunları  neden yazdığıma, hep söylüyorum ya aslında içimi döküyorum ben bu satırlara. Maalesef Bodrum kendini sanatçı gören, idealist gören, “ben en yetenekliyim ben en iyiyim” diye böbürlenen ama özünde insan olmayı unutan, sokakta bir çocuğun başını okşamayı aklından geçirmeyen, kendisi ile fotoğraf çektirmek isteyen kişiye eski halini unutup saygısızca cevap veren insanların durağı.
Ülkemin en yüksek tepesinde sarayda oturan bir kişinin de yer sofrasında oturduğu görüntüleri unutup minicik bir çocuğa davranışını görünce, güç dediğimiz şeyin insani yönünü geliştirmemiş ellerde ne hale geldiğini bir kez daha görmüş olduk.
Ve böylece ben, kendi doğru bildiğimi sorgular oldum. Yoksa biz, gerçekten hak ettiğimiz gibi mi yönetiliyoruz!
İnsan olarak doğuyoruz belki ama insan olarak kalabilmek sanırım en zor olanı. Ve ülkenin çoğu insan olarak kalamıyor ise; cumhurbaşkanı da olsa, basit bir ayakkabı boyacısı da olsa, insanı, işsizken, hiç parası yokken değil; paraya ihtiyacı yokken, elinde güç varken tanımak gerekiyorsa, güç nerede biz millet olarak ordaysak korksak da aşağılansak da ordaysak…
Bu işte çok yanlışlık yok mu?

PAYLAŞMANIZ İÇİN