Bodrum’u soluduğunuz zaman

Tatil dediğin şey, komşudan ya da televizyondan görülerek yapılan, aynı yerlere gitmekten, aynı yerlerde fotoğraf çektirmekten öte gitmeyen bir şey yine. Aynı taşın üzerinde, farklı yüz bin kişinin, aynı pozda fotoğrafının olması da bu yüzden

HİCRAN AYDOĞDU
İnsan bilmediği bir hayatı özlemezmiş.
Mesela hiç kahve içmeyen birinin canı kahve çekmez. Kahvenin kokusu yan masadan burnuna geldiğinde ya da arkadaşın havalı bir şekilde kahve istediğinde kahve ile tanışır bir sonraki siparişini kahve ile süslersin. Eğer içtiğin şeyi gerçekten seversen  meraklı ve azimli isen en iyi kahvenin peşine düşersin. Sonra ki adım sevdiklerini bu en iyi kahve ile tanıştırmak olur. Benim hikayem de buna benziyor biraz.
Ankara’da mutlu yaşadım tam 20 yıl. Haziran, temmuz gelmeden deniz aklıma gelmezdi bile. Haziran, temmuz olduğunda yani tatil yapmayana, azıcık bronzlaşmayana öcü gözüyle bakıldığı günlerde Bodrum’a tatile gider bir hafta otelde kalır dönerdik.
Ama o bir hafta için, bir ay boyunca bavullar hazırlanır, plaj havlusu, terliği, bonesi bavula konur, her kıyafet için bir ayakkabı, her ayakkabı için bir küpe, her küpe için bir toka derken 3 koca bavul toplanır otobüse yüklenir gara gidilir, (uçaklar o zaman çok pahalı, sosyete hizmetindeki araçlar!) Bodrum otogarında inilir, o sıcakta o bavullar iyice ağırlaşır terden sırılsıklam otele yerleşilir.
Önce senin gibi otele kalmaya gelmiş insanlarla karşılaşırsın…  Kapıdan girer girmez oteli keşfedenler vardır mesela. Verdikleri son kuruşa kadar çıkarmak isteyenler, nerede nasıl eğlenilecek planı yapanlar, otele ödedikleri parayı çıkarmak için akşam yemeği tabaklarını hunharca tepeleme dolduranlar, saati kurarak sabah altıda uyanan, hiç üşenmeden şezlong kapmak için havuzun kenarına havlu koyup sonra yatağına dönüp öğlene kadar uyuyanlar, bir yıllık hayallerini bir haftaya sığdırmaya çalışanlar, otel dışına hiç çıkmadan Bodrum hakkında fikri olanlar… her cinsten her memleketten bir çok insan. Sen kendin gibi olmayan tatilcileri izlerken, Bodrum’da seni izlermiş aslında.
Dönelim bizim tatilimize… Her akşam Bodrum barlar sokağına inmek için 2 saat hazırlanılır. Ankara’da giyme şansının olmayacağı, mümkün olan en dekolte elbise seçilir, sokağa çıkılır.  Bir ünlü görme hevesi ile ağız bir karış açık sağa sola bakan sıkış tepiş insan seli arasında yürünür yürünür, belki bir mekanda iki sallanılır ve otele geri dönülürdü. Şimdi yazarken bile yorulduğum, gittiğinden daha yorgun dönülen anlamsız tatil hallerimi ancak Bodrum’da yaşamaya başlayınca düşünebildim sanırım.
Ankara Çinçin’de deniz vardı da tatil adabını bir ben öğrenememişim gibi kızıyorum kendime şimdi…
Maalesef Türkiye de tatil anlayışı bir çok yerde hâlâ aynı. Tatil dediğin şey, komşudan ya da televizyondan görülerek yapılan, aynı yerlere gitmekten, aynı yerlerde fotoğraf çektirmekten öte gitmeyen bir şey yine. Aynı taşın üzerinde, farklı yüz bin kişinin, aynı pozda fotoğrafının olması da bu yüzden.
Plaja küpeli ve makyajlı gelen sonradan görme abla ile , mekanda yiyip içip ödediği parayı adisyonuyla paylaşan abinin tatil anlayışı bulaşıyor ülkemin insanına
Televizyonda ünlülerden gördüğümüz yaşamı taklit ediyorduk işte, en ucuza nasıl benzeyebilirsek o kadar. Ve buna uğraşırken tatil yapmıyor, dinlenmiyor aksine, şekilden şekile girerek ait olmadığımız bir yaşama aitmiş gibi davranırken daha çok yoruyorduk kendimizi.
Şimdi annemin deyimi ile “yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmiyor” hallerim aslında gerçeği görme, kendimle ve geçmişimle yüzleşme hallerim.
Bilmediğin bir hayata bir girip çıkmak seni yormaktan başka bir işe yaramıyormuş. 12 yıl önce güneş tepedeyken sivri topuklarımla, şimdi kapımın önü olan yerden gelip geçişlerimi hatırlıyor ve çok gülüyorum kendime.
Şimdi tanıştığım yaşam daha önce bilmediğim, hiç öğretilmeyen bir yaşammış ve ben bilmediğim için hayalini bile kuramamışım.
Bodrum’u sadece eğlen, ye, iç, git olarak gören ve yıllarca öyle tanıtan bizler buranın soluk alan bir yer olduğunu hiç görmemişiz bu yüzden.
Bodrum şimdi bir sandalet, bir şortun bile üzerime ağır geldiği tamamen kendim olduğum bir yaşamla tanıştırdı beni .
Sen onu fethetmeye çalışmadığında, kendini  onun kollarına bıraktığında bambaşka ve çok mutlu bir insana dönüştürüyormuş seni Bodrum.
İki kişilik bir kanoda, denizin üzerinde akşam yiyeceğin balığı tutmanın keyfi, milyon dolarlık bir tekne ile denizin üstünde olmakla eşdeğer olabiliyormuş .
Saksımızdan roka, denizimizden balık ,masamızdan aşk eksik olmasın da bir dua şekliymiş.
Yani sizin deyiminizle hayat bize güzel değil, biz hayatı kendimiz güzelleştiriyormuşuz!
İnanın bana, sadece tatile gelseniz bile, bir dursanız, bir dinleseniz Bodrum’un kendi şarkısını… her şey değişecek, sizi  onaracak ve belki de kendinizle yeniden tanışacaksınız. 
Ve belki bu yazıyı okuduğunuzda sivri topuklarla şıkır şıkır elbiselerinizle gezdiğiniz sokaklarımıza bizim gözümüzle bakabilecek bizim gibi Bodrum’un toprağına taşına aşık olacaksınız…
PAYLAŞMAK İÇİN