Bizans minyatüründen İslam minyatürüne

Abbasiler, önce Bizans’tan imparatorluk kurumlarını ithal ettiler, ardından da Antik Yunan kitaplarını, içlerindeki minyatür resimleri de kopya ettirerek çevirttiler. Resim-heykel, mimari mekanlar ve halka açık duvarlardan kaldırılıp sıradan insana yasaklandı, kitaplardaki minyatürler ise Abbasi soylularının sınıfsal ayrıcalık göstergesi oldu. Sanatçılar da resim yerine risksiz ve paraya kolay dönüşen minyatürü tercih ettiler.

KÖKSAL ÇİFTÇİ

Her üretilmiş yüksek değerimizin toplumumuzun özgün iç dinamiklerinden doğduğuna inanan iflah olmaz kıskanç bir yapıya sahibiz. Kuşkusuz her toplumda olduğu gibi bizde de bu türden üretilmiş değerler vardır, normaldir ama gene de bu, büyük doğruyu değiştirmez. Zorlamanın gereği de yoktur. Çünkü tarih öncesinden beri egemenler egemenlerden, emekçiler de ezilenlerden sınır tanımaksızın kültür alışverişinde bulunmuştur ve herkes kendi ülkesinde bu ortak birikime oturmuş, kendi özgün değerini yaratmıştır. Bize göre bu, kaçınılmaz ve iyi bir şeydir.

Yaratılmış özgün emekçi değerlerimizden biri de Nasreddin Hoca’dır.

Nasreddin Hoca biyografisi niteliği de taşıyan bir inceleme kitabı hazırlarken, “Kazan Doğurdu” şakasının bizim Hoca’dan yaklaşık 600 yıl önce, Muaviye ve Osman dönemlerinde yaşamış olan Eş’eb’e ait olduğunu[1] belgelediğimizde Hoca uzmanı pek çok araştırmacı dostumuzun “Bizim Hoca özgündür, bu şakayı ilk o yapmıştır!” tepkisiyle karşılaştık. Oysa ki “Tabutun içinde gitme de neresinde gidersen git!” şakası da Eş’eb’le aynı dönemde yaşamış ünlü hicivci Ferezdak’a, “Kedi buysa et nerede?” şakası ise bunlardan da eski, adı bilinmeyen bir başka şakacıya aittir.

Söz uzamasın, konunun ayrıntısını bir başka yazıya bırakalım.

Hoca kadar kıskandığımız ve toz kondurmak istemediğimiz bir başka değerimiz de minyatürdür. O da egemenlerin egemenlerden yaptığı kültür ve sanat alışverişinin tipik örneğidir ve bu değeri Abbasi egemenleri, Bizans egemenlerinden nakletmiştir.

Bu varsayımın gerçek olma olasılığı nedir peki?

Üstte Bizans, altta Abbasi minyatürü. Figürlerin başlarının arkasında Hıristiyan güneş sembolü var. Olasılıkla her iki minyatürü de Bizanslı sanatçılar çizmiş.

HIRİSTİYAN BİZANS’TA MİNYATÜR

Kanıtların ardına düşmeye İpşiroğlu’na kulak vererek başlayalım:

“İslam resmi diyebileceğimiz bir tasvircilik, ancak Geç-Abbasiler devrinde, Bağdat Okulu diye tanımlanan eserlerde ortaya çıkıyor. Emeviler devrinde yapı süslemesi olarak uygulanan resim, bu devirde kitap resmi oluyor. Yapı sanatıyla ilişkisinin kesilmesi, şüphesiz resim sanatı için bir kayıptı. Fakat IX. yüzyılda hadis ve fıkıh bilginlerinin yorumlarıyla resim yasağı kesinleştikten sonra, İslam dininin yerleştiği topraklarda resim sanatının yapı dekorasyonu olarak gelişebileceği düşünülemezdi. … Resim sanatı, kitaba girmekle gelişebileceği yeni bir hayat alanı buluyor ve bu tarihe kadar ilişki kuramadığı İslam düşüncesine açılıyordu.”[2]

Biliyoruz, resim yasağı ilk kez Abbasiler devrinde devletin yasal görüşü oldu ve kitaplar içinde kalması kaydıyla İslam sanatında minyatür resimleri devri başladı. Heykelin ise -bazı istisnalar dışında- adı bile anılmıyordu. Kaynaklar bize 750 yılından başlayıp 850 yılına dek Bağdat merkezli tam bir sanat kırıcılığı yapıldığını bildiriyor.[3]

Geleneksel alışkanlıkları silmek, engellemek, yeni resim anlayışını onun yerine koymak sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Erken Abbasi İmparatorluğu yönetimi zamanında birtakım İslam ülke yönetimleri merkezden bağımsız hareket etmiş, onun fetvalarını geçersiz saymış ve eski özgürlük dönemindeki gibi evlerinin içini dışını resim ve heykel yapıtlarıyla süslemişlerdir. Merkez ise geleneğin önünü kesebilmek için “güvenilir” kişilerden hadis aktarmış, din bilginleri fıkıh geliştirmiş, devlet de İslam öğretisini yeniden tasarlamış, Peygamber ilkelerini ters yüz ederek sıkı rejim uygulamış; plastik sanatın önü Abbasi İslam’ında ancak böyle alınabilmiş. Bu sistemin oturabilmesi için de ortalama bir yüz yıllık zaman geçmesi gerekmiştir.

IX. yüzyılda İslam adına üretilen sanat ürünleri plastik değer taşımamaktadır. Çünkü üretilenler artık minyatürdür.

Bu aşamada şu soruyu sormamız gerekmektedir:

Peki nasıl olmuştur da hiçbir geleneksel geçmişi ve nesiller süren kültür aktarımı olmadan Abbasi sanatçıları 50 veya 100 yıl gibi sanat akımları için kısa olan bir sürede böylesine olgunlaşmış bir sanat biçemini (minyatürü) yaratabilmişlerdir; bu, bilimsel yaklaşımlara uygun mudur?

Bizce değildir ve sürecin mantıklı bir açıklaması da vardır.

Bu kurumu Abbasiler, Bizans İmparatorluğu’ndan devralmıştır.

Bunun doğru olup olmadığını öğrenmek için gelin kaynaklara bir göz atalım.

Minyatür sanatının ilk örneklerinin verildiği bir kitap. Resimler kitap ölçüsüne göre çizildiği için küçüktür. Küçük çizildiği için minyatür değildir.

ARAPLAR KİTAP ÇEVİRİSİ YAPTIRIRKEN MİNYATÜRLERİ DE ÇİZDİRMİŞLER

Güner İnal, “Türk Minyatür Sanatı” adlı eserinde Bizans-İslam kültür ilişkisi hakkında şunları söylemektedir:

“Araplar Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika’yı fethettiklerinde Bizans sanatı ile temasa gelmişlerdi. Bu bölgelerdeki Bizans anıtları, mozaik ve freskleri İslamlarca tanınmıştı. Bu dönemde Bizans resimli yazmaları ve belki de yerli Hıristiyanların kitapları İslamlarca biliniyordu. Bizans resim sanatının İslam resmine katkısı hiç şüphesiz ki yine Hellenistik mirası devretmesi bakımından olmuştur. Halife Memun’un devrinde (813-833) antik (Helen-Bizans) kitaplar(ı), fen eserleri Arapçaya çevrilirken bunların resimleri de kopya edilmiştir.”[4]

İnal bu etkilenmenin boyutlarını da veriyor:

“Tasvir yasağı deyimiyle Bizans’ta belli bir devirde 726-843 arasında hüküm süren bir yasak anlaşılır. Bu husus çok önemlidir, zira Hıristiyanlıkta ve İslam’da tasvir yasağı hemen aynı tarihlerde görülür.”[5]

Konuyu derinleştirmeden minyatür hakkında kısa teknik bilgi verelim ve okuru, değişik kaynaklardan ortak özetle bilgilendirelim:

MİNYATÜRÜN TANIMI VE KÖKENİ

Minyatür, kırmızı boya ile boyamak anlamında Latince ‘Miniare’den gelir. Eski kitaplar ‘minium’, yani kırmızı sülyenle boyandığı için bir kitap sanatı olan bu resimler de ‘Minyatür’ adı ile tanınmıştır. Minyatür, -terimin ortaya çıktığı dönem itibarıyla- bir şeyin küçüğü demek değildir ve kitap sanatı kapsamı içerisinde olduğundan, sanatçı, betimlemelerini, desenlerini, bezemelerini ister istemez küçük tutmak zorunda kalmıştır.

Belgeler de gösteriyor ki minyatür, esas olarak Bizans ve Hıristiyan Batı kaynaklıdır.

İlk minyatürler İÖ 2. yy’da Mısır’da papirüs üstüne yapılmıştır. Yunan ve Roma el yazmalarında bazı minyatürler vardır. Vatikan Kütüphanesi’ndeki Vergilius ve Terentius el yazmaları bunlardandır. Yakındoğu’da da Yunan geleneği, Hıristiyanlık’ın konularına ve gereklerine uydurularak sürdürülmüştür. Bizans, Süryani ve Kopt (Kıpti/Mısırlı) sanatlarında 5. ve 6. yy’larda minyatür önem kazanmıştır. Bu dönem kitap sanatının en ünlü yapıtları Viyana Tekvini, Rossano İncili ve Rabula İncili’dir.

İnal, konuyla ilgili şu bilgileri de verir:

“Antik Bizans minyatür sanatının önemli eserlerinden biri hiç şüphesiz Viyana Doskoridesi’dir (Viyana, Milli Ktp. God. Med. Graec. I). Eserin orjinali büyük bir olasılıkla İS 2. yy’da Kilikya’da Anazarba’da doğmuş olan Dioskorides adlı bir hekim tarafından yazılmıştır. Bizdeki en eski minyatürlü nüsha ise Viyana’da bulunan ve Senatör Flavius Anicius’un kızı ve Aerobindus’un karısı Juliana Anicia için 520 civarında yapılan nüshadır. İstanbul’da yapıldığı tahmin edilen bu eserde Juliana’yı tasvir eden açılış sayfası minyatürü, Hellenistik yazar portresi ve allegoriler daha sonra İslam resmini etkilemiştir. Bizans minyatür üslubunu temsil eden diğer önemli bir eser 6. yy’da yaşamış İskenderiyeli bir tüccar ve seyyah olan Kosmas İndikopleustes’in Hristiyan Topografyası’dır. Yine İslam minyatürlerinde benzerlerini bulduğumuz bazı tip ve figürleri de 4. yy.’da Anadolu’da Aksaray yakınında Naianzos’ta yaşamış Gregorius* adlı bir rahibin vaızlarını içeren dua kitaplarının 9. yy. kopyalarında buluruz.”[6]

Üstte erken Abbasi dönemi minyatürü. Hem Muhammed’in yüzü, hem de kadın formunda çizilen Burak ve meleklerin yüzleri ve saçları açık. Ayrıca Burak ve melekler omuzları dışarıda kalacak şekilde dekolte giyimli. Altta (orta Abbasi dönemi) Muhammed’in başının arkasındaki disk kaldırılmış. Burak ve meleğin başı açık ama kolları ve göğsü kapalı.

BATI MİNYATÜRÜNDEN DOĞU MİNYATÜRÜNE

Bu bilgilerle dikkat çekmek istediğimiz noktalar şunlardır:

1- Minyatür Batı ve Akdeniz toplumlarında yaklaşık İÖ 2. Yüzyılda başlamıştır.

2- Bizans’ta minyatür üretimi yaklaşık İS 2. Yüzyılda doruk noktasına ulaşmıştır.

3- VIII. yüzyılda (750) kurulan yeni İslam İmparatorluğu (Abbasiler), kitap çevirileri yaparken Batı ve Bizans minyatürünü devralmış ve bununla İslam’ın ana resim ögesini oluşturmuştur.

Bırakalım konuyu İpşiroğlu özetlesin:

“(Abbasi varsılları) … kendini yetiştirmek, okuyup öğrenmek isteğindeydi. Yararlandığı eserlerin başında bilimsel kitaplar geliyordu. Daha Emeviler zamanında bu tür kitapların Yunanca’dan Arapça’ya çevrilmesine başlanmıştı. O zamandan bu yana Yunanca yazılmış kitaplara duyulan ilgi eksilmemiş, artmıştı. Bugün elimizde bu dönemden kalma felsefe, astronomi, tıp ve tarihle ilgili bir sürü yazma bulunmaktadır. … Bu eserlerin asılları resimlendirilmişti ve çevirilerinde de resimler kopya ediliyordu. Bilimsel konuların açıklanması amacıyla yapılan bu resimlerin, İslam kitap ressamlığının gelişmesindeki katkısı küçümsenemez. (Abbasi) ressamlar bu yazmalardan bir çeşit model kitabı olarak yararlanıyorlardı. Çeşitli bitki türlerinin, insan ve hayvan figürlerinin, burç resimlerinin, makina konstrüksiyonlarının ve daha buna benzer pek çok nesnelerin örneklerini bu kitaplarda buluyor ve bunlardan -sonradan kendi çalışmalarında değerlendirebilecekleri- bir form dilinin temel ögelerini öğreniyorlardı.”[7]

Peki ne olmuştur da olaylar böyle gelişmiştir?

MÜSLÜMAN ABBASİ’DE MİNYATÜR

Arap kültüründe köklü bir resim-heykel geleneğine rastlanmamaktadır. Var olanlar da plastik değer açısından yeterli olgunlukta değildir. Olanların tamamını da Ezdaki, Ahbaru Mekke/Mekke Tarihi[8] ve İbn al-Kalbi de Putlar Kitabı[9] adlı eserilerinde tek tek anmışlardır. İnal konuyu şöyle açıyor:

“7. yüzyılda Arap-İslam devleti ortaya çıktığı zaman Arapların pek kendilerine özgü sanatları yoktu. İslam öncesi Arap sanatı ve kültürü hakkında bildiklerimiz karanlıktır.”[10]

ARAPLAR, YABANCI SANATÇILARI GETİRDİ

Ayrıca İslam öncesi Araplarının, yaptıkları etkinliklerde dışarıdan getirttikleri sanatçıları kullandıklarını biliyoruz. Bunun en iyi örneği ise Cahiliye devrinde, Kabe’nin yeniden yapılışında -ki Kabe tahminen dört kez temellerine dek yıkılıp yeniden yapılmıştır-11yaşanmıştır. Taberi’nin “Milletler ve Hükümdarlar Tarihi” adlı eserinde, Cahiliye devrindeki söz konusu Kabe inşaatı ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:

 “Deniz, Rum tüccarlarından birine ait olan gemiyi sahile atmış ve parçalamıştı. Kureyşliler bu geminin ahşabını alarak bu enkazı Kabe’yi tavanlamaya tahsis ettiler. Kıbtı’lardan (Mısırlı) bir marangoz Mekke’de yaşıyordu. Marangoz Kabe’yi onarmak için gereken hazırlıkları tamamladı. Kabe’ye bir şekil verdi.”[11]

Bu olay, Peygamber henüz yaklaşık 35 yaşındayken ve tebliğe başlamamışken olmuştur. Yani ortada İslam Dini yoktur. Bu devirde Araplar kutsal saydıkları bir mekanı elden geçirmektedirler ve ellerinde bu işi yapacak yetenekteki tek kişi de yabancı kökenli bir sanatçıdır.

Sanat konusunda Akdeniz ve Uzak Asya toplumlarından daha geri bir düzeyde oldukları, Kabe’yi onaran ve içini çeşitli rölyef ve heykellerle süsleyen kişiye marangoz demelerinden de anlaşılmaktadır.

Kabe üçüncü kez yıkılıp yeniden yapılırken genç Muhammed, Hacerül Esved’in yerine konmasına hakemlik yapıyor.

ABBASİ ARAPLARININ ULAŞTIĞI SINIFSAL NOKTA

Abbasiler, iktidarı ele geçirince Emeviler’in uygulamış olduğu kabile federasyonu örgütlenmesinden vazgeçip Bizans’ı örnek alarak imparatorluk kurmaya karar verdiler ve amaçlarına ulaşmak için Bizans’tan emperyal kurumlar devraldılar. Resim-heykel kurumu da bunların arasındaydı.

İmparatorluk kurulunca, Peygamber’in önerdiği ve yaklaşık 22-23 yıllık yönetimi süresince topluma uygulattığı, malını gereksinimi olan komşuyla karşılıksız paylaşma, kölecilikten uzaklaşma[12], dünya malına önem vermeme ve mal birikiminden uzak durma (İbn Mes’ud: Ben o güne kadar Tanrı elçisinin sahabelerinden olan kimselerin, dünya mal ve servetini isteyeceklerini bilmiyordum, diyor)[13], rengi, soyu ve ülkesi ne olursa olsun insanlar arasında ırka dayalı ayrımdan kaçınma (22 Hac Suresi’nin 25. ayetinin tefsirinde, Mekke’de Allah’ın kulları, ister Mekkeli olsun, ister başkası olsun, eşittir.)[14] gibi İslam’ın temel ögeleri bir kenara itildi, buna kaynak oluşturan Kur’an arşive kaldırıldı, çoğu uydurma olan ve imparatorluk kurumlarını öven hadisler öne çıkarılarak devletin yapısı buna göre oluşturuldu. Artık Peygamber’in ümmetini oluşturan sıradan insanın toplum içindeki yeri belli oldu; en dışarı itilmek!

Abbasiler’le birlikte dünya, yeni bir tip Arap figürü ile tanıştı. İlk örnekleri Emeviler zamanında verilen bu Abbasi emperyal figürün profilini ve resim sanatıyla ilişkisini İpşiroğlu şöyle anlatıyor:

“Bu devirde (Abbasiler devrinde) toplum hayatında önemli bir değişiklik oluyor: şehirlerde yeni türeyen zengin tüccarlar sınıfı, şimdiye kadar gözde olan askerlerin yerine geçiyor. Bu değişmenin yankıları kültür ve sanat hayatında da kendini gösteriyor. Görünüşte saray kültür hayatının merkezi olmakta hâlâ devam ediyor ama tüccarların meydana getirdiği orta sınıfın saray çevreleri üzerindeki etkisi artıyor ve sanat zevki burjuvalaşmaya başlıyordu. Sosyal hayatta söz sahibi olan bu yeni sınıf ün ve itibar peşindeydi ve ona bunu sağlayabilecek olan sanatları tutuyordu. … Yeni türeyen zenginler, kitaplıklarını süsleyen değerli yazmaların resimlendirilmesini istiyorlardı ve bu yolda hiçbir fedakarlıktan kaçınılmıyordu. Böylece kitap ressamlığı bu dönemde büyük bir önem kazanıyor ve yapı sanatıyla artık ilişkisi kalmayan resim, minyatür oluyordu.”[15]

İSLAM’DA BİZANS KÖKENLİ MİNYATÜRCÜLER DEVRİ

Abbasiler imparatorluk kurunca imparatorluk kurum ve kavramlarına gereksinim duydular. Bunları Araplardan alamazlardı. Çünkü Araplar hep kabile federasyonları şeklinde örgütlenmişti. Dönemin en yetkin emperyal ülkesi olan Bizans’a yöneldiler. Ne varsa kopya edip Abbasi topraklarına getirdiler. Bunların içinde hukuk, bürokrasi, sanat kırıcılığı, siyah giysi ve para da vardı. En açık ve aslına benzer kopya, para kopyasıydı. Çünkü sikkenin bir yüzüne Muhammed resmi konması gerektiğinde Konstantin II’nin resminin benzeri yapıldı. Paradaki Muhammed artık pala bıyıklı, Hıristiyan saray şapkalı, siyah pelerinliydi ve elinde haç tutuyordu!

Kitap resimlemelerinde de durum bu düzeydeydi.

Bizans İkonaklazm’ından (sanat kırıcılığı) kaçan birçok Bizanslı ressam Bağdat’a sığınmıştı. Bağdat onlara klasik kitapları çevirmeleri ve minyatür yapmaları koşuluyla kucak açtı. Varsıllar bu sanatçılara etek dolusu paralar döküp Batı kaynaklarını çevirtiyor ve içini minyatürlerle doldurtuyordu.

Bu ressamlar bir yandan da Arap kökenli resim sanatçılarını minyatürcü olarak eğitiyordu. Bu nedenle ilk Abbasi minyatürleri ikona özellikleri taşır. Muhammed’in ve İslam büyüklerinin Hıristiyan azizleri kıyafetinde olmaları bu nedenledir. Daha ilginci, ön Abbasi minyatürlerindeki Muhammed figürlerinin yüzü açıktır ve başının arkasında Hıristiyan ögesi olan güneş diski vardır. El- Biruni ve Reşideddin’in kitapları bu dönemde resimlendiği için sayfalar söz konusu görüntülerle doludur.

Abbasi minyatür sanatının üç evresi: Muhammed’in yüzü erken Abbasi evresinde açık, başının arkasında Hıristiyan güneş sembolü var, orta Abbasi evresinde gene yüzü açık, fakat güneş diski kaldırılıp alev yerleştirilmiş, geç Abbasi evresinde ise alev korunmuş ama yüzü peçe ile kapatılmış.

İSLAM’DA ARAP KÖKENLİ MİNYATÜRCÜLER DEVRİ

Yüz yıllık süre içinde hem Arap kökenli minyatürcülerin sayısı arttı, hem de Bizans sanat kırıcılığına son verdi. Böylece Hıristiyan kökenli minyatürcüler tehlike kalmadığı için ülkelerine geri döndüler, Abbasi kültür sahnesinden çekildiler, İslam minyatürü de yavaş yavaş kendi kimliğini bulmaya başladı.

Yerli sanatçıların ilk uygulaması Muhammed ve İslam büyüklerinin başının arkasındaki Hıristiyan diskini kaldırmak oldu. Bunun yerine “alev” koymaya başladılar. Bu ögeyi ise Tevrat’tan aldılar. Musa, Horep Dağı’nda tanrıyla “yanan ama yakmayan” alevler arasından konuşmuştu. Muhammed de böyle gösterilebilirdi.

Başlangıçta alevler makul ölçüdeydi. Zaman ilerledikçe alevlerin gücü artmaya başladı. Öyle ki Miraç betimlemelerinde ortalık yangın yeri gibi oldu.

Arap kökenli minyatürcüler bununla da yetinmediler. Muhammed’in yüzünün açık olması Abbasi varsıllarınca sorun edilmeye başlanmıştı. Bunu Abbasilerde yeni başlamış olan ve özellikle kadınlar için zorunlu hale getirilen peçe geleneğiyle çözdüler. Önceleri yüz kısmını beyaza boyuyorlardı, bu iyi bir sonuç vermedi. Kısa süre sonra sıkıntıyı, Muhammed’in yüzüne kumaş parçası örterek giderme yoluna gittiler.

Böylece İslam minyatürü, Bizans taklitçiliğinden kurtularak yaklaşık 150-200 yıl sonra özgün kimliğine kavuştu. Bu dönemden sonra İslam minyatürünün Bizans minyatürü ile temel farkı, işlediği konular oldu.

SONUÇ

İşte yeni Arap insan tipimizin yeni ahlakı: Mal biriktiriyor, gösteriş için para harcıyor, sıradan insanlara uzak duruyor, sarayına çekiliyor ve zevkini tatmin için başkalarına sanat yaptırıyor. Bu, tipik emperyal “Çiftçi Kültü” (köleci feodal çiftlik sahibi) insanı davranışıdır. Emperyal Abbasi soyluları sanat üretimine katılmıyor ama “Çoban Kültü”nün (köylü-emekçi) ürettiği sanatı haraç mezat kapışıyorlardı.

Mimari mekanlardan ve halka açık duvarlardan kaldırılarak sıradan insanlara yasaklanan resim-heykel, bu yeni Abbasi sınıfı için bir ayrıcalık göstergesiydi. Abbasi egemen “Çiftçi Kültü” üyeleri, kendilerini emekçi “Çoban Kültü”nden ayırmanın ve yönetici sınıf olmanın hakkını vermek istiyorlardı.

Abbasi varsıllarının paralarını Bizans taklidi minyatürlere aktarmaları, sanatçıların üretim tercihlerinde etkili oldu. Sanatçılar, cezanın kapıda beklediği plastik sanat eserlerini yapmak yerine paraya kolay dönüşen minyatürleri yapmayı tercih ettiler.

Böylece İslam’da plastik sanatlar için yaşam alanı önce daraldı, sonra da yok oldu.


[1] Franz Rosenthal: “Eş’eb şöyle dedi: Kızım saklamam için bana bir dinar verdi. Onu önümdeki seccadenin altına koydum. Bir müddet sonra kız geldi ve benden dinarını istedi. Ona ‘seccadeyi kaldır. Eğer dinarın doğurmuşsa, çocuğu al ve dinarı bırak!’ dedim. Dinarın yanına bir dirhem koymuştum. Seccadeyi kaldırdı ve dirhemi aldı. … Ertesi cuma tekrar geldi. Bu arada ben dinarı oradan almıştım. O dinarı görmeyince ağlamaya başladı. … ‘Dinarımı sen çaldın!’ dedi. … Bunun üzerine ona ‘Onun doğurduğuna inanıyorsun da doğururken öldüğüne (neden) inanmıyorsun?’ dedim.” Erken İslam’da Mizah, s 200, İris, 1997

[2] İpşiroğlu, Mazhar Şevket; İslamda Resim Yasağı ve Sonuçları, İş Bankası Yayınları s. 10

[3] Çiftçi, Köksal; Tektanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu, s. 161 ve devamı. Bulut Yayınları, 2008

[4] İnal, Güner; Türk Minyatür Sanatı, Atatürk Kültür Merkezi, s. 36

[5] İnal, Güner; Türk Minyatür Sanatı, Atatürk Kültür Merkezi, s. 11

* Gregor: Hıristiyanlık tarihinde birçok Aziz Gregor vardır. Sanatla ilişkili olanın ilki Ermeni asıllıdır ve Gregoryan adıyla bilinen kiliseyi kurmuştur. Yukarıdaki tanımlamalar bu azizi anlatır niteliktedir. Öteki Gregor ise ikonaklazm başladığında Vatikan’da papa olan II. Gregor’dur. Bizans’ın ikonaklazmına olanca gücüyle direnmiş, sanatı savunmuştur.

[6] İnal, Güner; Türk Minyatür Sanatı, Atatürk Kültür Merkezi, s. 5

[7] İpşiroğlu, Mazhar Şevket; İslamda Resim Yasağı ve Sonuçları, İş Bankası Yayınları s. 36; ayrıca Mahir, Banu; Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, s. 17

[8] Ezraki, Ahbaru Mekke, Ankara Okulu, 2017

[9] İbn al-Kalbi; Putlar Kitabı, İlahiyat Yayınları, Çeviren: Beyza Düşüngen

[10] İnal, Güner; Türk Minyatür Sanatı, Atatürk Kültür Merkezi, s. 1

[11] Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi 4, MEB, s. 78

[12] Buhari; Sahih-i Buhari 7, Çeviren: K. Miras, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s. 364-365

[13] Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi 4, MEB, s. 383

[14] Belazuri; Fütuh’ül Büldan, Kültür Bakanlığı, çeviren: Mustafa Fayda, s. 63. Ayrıca bakınız:  İbn Kesir; El-Bidaye ve’n Nihaye 4, Çağrı Yayınları, s. 76

[15] İpşiroğlu, Mazhar Şevket; İslamda Resim Yasağı ve Sonuçları, İş Bankası Yayınları s. 36

BEĞENDİYSENİZ PAYLAŞINIZ