Bire bin versin istemez miydin?

Bak şimdi Türkiye’nin topraklarına. İyi bak! İster gerçek topraklarına bak, ister toprak dediğim genç beyinlere bak. (Umut var mı, diye sordu geçen bir okurum.) Ben de sizlere soruyorum, umut var mı?

 

EMİNE SUPÇİN

Hava, su, ateş, gavs.

Hayır, bu değil. Dört element böyle sıralanmıyor. Bir daha deneyelim.

Hava, su, ateş, saray.

Hay bin kunduz! Böyle de değil. Nasıldı?

Hava, su, ateş, toprak.

Hah, şimdi oldu.

Eskilerin şu dört elementinden sadece biri, en az bire on verir. Bu ne sudur, ne hava, ne de ateş. Topraktır. Bir tohum atarsınız, o onu sahiplenir, filizlendirir, hasada kadar bağrında tutar. Hele bir de bakar beslersen, bire on yerine yüz bile verir. Gönençlidir, vakurdur, bilgedir, sabırlıdır. Anlatmayayım şimdi, Aşık Veysel boşuna mı demiş, “Benim sadık yârim kara topraktır,” diye…

İlle de yine o kendine has özelliği ile diğer üçüne benzemez. Ateş harlamazsan söner, su denize ulaşınca durgunlaşır, hava esinti yoksa uslanır. Üçünün de iç enerjisi bir şekilde yavaşlar. Fakat toprak öyle değildir. Bırak bakıp beslemeyi, tohum atmasan bile o kendine yeşertecek bir şeyler bulur. Ayrık otu olur, sarmaşık olur, yaban elması, ebe gümeci, gelincik ne bulursa… O mutlaka bir sürgün bulur ve yaralıdır ya da zararlıdır ayrımı yapmaksızın baharı kucaklar, yazı sevindirir.

İşte tam burada beynimin benzetme manyaklığı devreye giriyor ve memleketin topraklarını düşünüyorum. Hayır, tarım meselesine girmeyeceğim. Bir sonraki seneye tohum olamayan buğdaylar ekilerek, toprağa bile isteye verilen zehirden söz etmeyeceğim. Yedi düveli besleyecek zenginlikteki Anadolu bereketinin nasıl çarçur edilip, iğdiş bırakıldığından bahsetmeyeceğim. Hayır, o değil.

Benim anladığımdan emin olduğum tek konudan benzetme yapıyor beynim. Bir ülkenin en olağanüstü, en parlak, en vazgeçilmez toprağı çocukları ve gençleridir. Yani yeni nesiller. Ve bir ülkenin en temel görevidir gençlerini geleceğe hazırlamak. Tıpkı toprağı işlemek gibi. Gibi’si fazla, tam da toprak gibidir çocukların beyni. Attığın her tohumu yeşertir, büyütürler. Bu yüzden devletler kendi geleceklerini şekillendirirken sağlam bir müfredatla yola çıkarlar. Toprağına ne ekeceğine karar verir. Geleceğin ihtiyaç duyduğu mesleklere, bilimsel yaklaşımlarla mercek tutarak planlama yaparlar. Hangi toprakta, ne tür bitkilerin yetişebileceğinin analizini önemserler. Yani çocukların ilgi, istek ve yeteneklerine göre yetiştirilmesine önem verirler. Çiftçilerini eğitirler. Çünkü o topraklarda en sağlıklı ürünlerin yetişmesinden onlar sorumludur. Geleceği öngörebilen, çocukları kolayca tanıyabilen, onların kişilik bütünlüğü içinde bireysel farkındalıklarını ortaya koyabilecekleri ortamları hazırlayabilen öğretmenler yetiştirir. Yetiştirmelidir.

Tıp fakültesi altı yıl. Oysa doktor dediğin, ömrü boyunca taş çatlasın kırk insanı öldürebilir. Fakat öğretmen, kırk öğrenciyi sadece bir dönemde öldürebilir. Üstelik çocuklarının öldüğünü aileleri bile fark edemezler. İşte bu yüzden toprağı işleyecek çiftçiler tüm mesleklerin ötesinde önemlidir.

Memleket toprakları itinayla işlendikçe bire on verir, bire yüz verir. Ve memleketin asıl toprağı olan çocukları ve gençleri özenle eğitilirse bire BİN verir.

Bak şimdi Türkiye’nin topraklarına. İyi bak! İster gerçek topraklarına bak, ister toprak dediğim genç beyinlere bak. (Umut var mı, diye sordu geçen bir okurum.) Ben de sizlere soruyorum, umut var mı?

Şu gün içi boşaltılmış müfredatın, zerrece milli olmayan yaklaşımların, bilim ve sanata yönelik benlik ve kişilik geliştirmekten fersah fersah uzakta duran eğitim kurumlarından mezun olacaklardan umut var mı?

Başta demiştim ya, toprak bu, sen bakmasan da o filizlendirecek bir şeyler mutlaka bulur. İnsan beyni de toprak . Sen onu şekillendirmezsen, en hakiki yol gösterici bilimdir tohumunu atmazsan, cehalet sarar, hurafe sürgün verir, biat boy gösterir.

Sonuç mu? Ya gavsın g.tünü yalar, ya da saraylara köçek olur.

Şimdi bir daha bak Türkiye’ne… Türkiye’nin topraklarına yazık oluyor…