Biraz kutsalı kurcalayalım mı?

Biraz kutsalı konuşalım mı? Dünden bugüne kutsal nedir bir düşünelim. Kutsal denince aklınıza ilk gelen nedir mesela? Tanrı ve tanrısal ögeler mi? İlahi kitaplar mı? Bayrak? Vatan? Ne?

EMİNE SUPÇİN

Sözcüğün TDK karşılığı nedir diye baktım.

Özetleyerek yazayım:

Güçlü dîni saygı uyandıran, tapınılacak veya uğruna can verilecek kadar sevilen, bozulmaması ve dokunulmaması için üzerine titrenen, Tanrıya adanmış ya da Tanrısal olan diyor.

Yani kutsallık dediğin, (Göbeklitepe bulgularını da dikkate alarak) insanlığın 12 bin yıldır biriktirdiği, ayrıntılandırdığı, üzerine efsaneler kurguladığı, can alıp can verdiği dinler ve onlarla gelen tabulardan başka bir halt değil.

Kendine, özüne, yaşama, hatta her canın mukaddes oluşuna, özgürlüğe, düşünce hürriyetine dair aman aman bir kutsiyet inşa edilmemiş. Cana minicik bir kutsiyet atfedilmiş ama o da can çıktıktan sonra geçerli. Nedir? Şehitlik mertebesi. O kadar işte.  Gerisi; ne olursa olsun niyazı,  mok yoluna gider Niyazi.

Hazır Göbeklitepe’den söz etmişken, geçenlerde konuyla ilgili bir video izledim. İlgilenenler için linkini de aşağıya bırakıyorum.

Göbeklitepe’deki arkeolojik kazılar devam ediyor ve bilgi tasnifi de henüz bitmiş değil. Fakat şimdilik en güçlü varsayım, oranın kutsal bir mekan olduğu üzerine. Yani bundan 12 bin yıl önce, küçük klanlar halinde yaşayan minnak atalarımız, mabet olarak inşa etmişler orayı. Hem de ne zorluklarla! Taşları toprağa çakarak. Taşı taşla oyarak.   

Belki avladıkları güzel hayvanları oraya getiriyor, orada kutsal olana sunuyor ardı sıra pay edip bir güzel yiyorlardı. Bir ihtimal bugünün kurban bayramlarının en ilkel, en temel gelenek tohumları te o zaman atılmıştır. (Düşün aradan on iki bin yıl geçmiş hala Tanrı’ya kurban kesiyoruz. Evrim dediğin bin değil milyon yıl istiyor…) Doğa öyle acımasız, vahşi hayvanlar öyle saldırgan olunca zavallı insancık bir Şey’e (ister gözle görünür olsun, isterse sadece hayalinde yaratsın) inanmak ve onun koruyucu gücüne sığınmak zorunda kalmış. Zavallı insanlık… (Zavallı mı?)

Belgeselin iddiasına göre, yerleşik hayata geçiş sebebi kutsal mekana yakın olmak isteğinden kaynaklı. Oysa Harrari, Homo Sapiens adlı kitabında yerleşik hayatın ardından kutsal mekanlar gelmiş olabilir şeklinde ifade ediyordu.

Hangisi?

İnsanoğlu kendi farkındalığını keşfettikten sonra ilkin karnını doyurma derdine düşmüş ve ekip biçme telaşına mı girmiştir yoksa “Amanın bizi bir yaratan olmalı, yoksa da biz icat edelim Anastasia!” diyerek, “Ahan da burası biraz güvenli gibi, buraya bir taş dikiyorum, burada dua edenin götüne şimşek, gözüne budak kaçmaz!” diye mi ilan etmiştir? (Artık bu lafları hangi Ugu diliyle söylemişse). Hani o doğanın acımasız koşullarından korunmak ve bir Şey’e sığınma ihtiyacından kaynaklı, günümüz tabiriyle psikolojik rahatlama, ruhsal huzur bulma duygusu…

Yerleşik hayata geçiş sebebi, kutsal mekanlara yakın olmak isteğinden mi kaynaklı yoksa avcılık ve toplayıcılıkla beslenme, klanın artan nüfusuna yetmediği ve bu yüzden ekip biçmeye mecbur kalmaları yüzünden mi?

Tam bu noktada kutsala bakmak lazım. Bilirsiniz Anadolu’da ekmek kutsaldır. Düşürürsen, öper başına koyarsın, yolda görürsen yerden kaldırır yükseğe bırakırsın ki çiğnenmesin. Ekmek demek buğdaydır yani yerleşik hayatın ilk ürünü.

Ekmek kutsal, tapınak da kutsal. (Cami, kilise, havra, Budist tapınakları vs.) Peki hangisi daha kutsal?

Hangisi daha kutsalsa o sebeple yerleşik hayata geçmiş olmalılar, diyebilir miyiz?

Böylesi cevabını bulamadığım sorular karşısında zaman makinesine ihtiyaç duyuyorum. Şu kuantum fiziğiyle mi olacak yoksa solucan deliğinden mi geçeceğiz olmadı deveye hendek mi atlatacağız ya da sidiğini mi içeceğiz ne yapacaksak yapıp bir an önce geçmişi görebilmeyi başarsak iyi olacak. Hazır bulmuşken geleceğe de bir göz atılabilir belki. 🙂 Artık kaç insan kaldıysa. Bir bakmışsın gelecektekiler de tıpkı on iki bin yıl önceki küçük klanlar gibi yaşıyorlar. Dünyanın canına okunmuş, kalanlar da yaşam savaşı veriyorlarmış mesela. Olur mu, olur…

Sonuç itibari ile yine her şey kutsalın etrafında dönüyor. Hayatta kalabilmek için bir nirengi noktasına ve onun etrafında çeşitlendirilen geleneklere ihtiyaç duymuş insan. Ki o merhaleye gelebilmek için bile kim bilir kaç bin yıl harcadı?..

Hasılı kelam kutsal olan, sadece insan değil, sadece can değil, her varlığın hayatta kalma hakkı olmalı.

İlgili belgesel linki: https://www.youtube.com/watch?v=s35TW70K4CU&t=11s