Bir örgüt ustası: Talat Paşa

Yurtdışına çıkmaya en güç ikna edilen, Talat Paşa olmuştu. Hep böyleydi Talat. 31 Mart’ta da yurtdışına kaçmayı reddetmiş, Dr. Nazım ile Şehzadebaşı’nda bir evde saklanmıştı. Bahattin Şakir, Talat Paşa’yı ikna etmek için Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini hatırlatıyor, “kaçmıyoruz, hicret ediyoruz!” diyordu

 

 

HİKMET ÇİÇEK

İttihat ve Terakki’nin yarı resmi organı Tanin’in 1913 yılına kadar “tahrir müdürü”, 1919 yılına kadar da başyazarı olan Muhittin Birgen, Talat Paşa’ya sorar: “İttihat ve Terakki nedir?”

Talat Paşa, “İttihat ve Terakki ne midir? Şimdi bunu da nereden çıkardın” dedikten sonra devam eder: “Ne olduğunu ben de pek bilmiyorum. Ama idaresi pek müşkül bir şey!”

İttihatçıların ünlü hatibi Ömer Naci, geçmişte Osmanlı’ya yönelik isyanlarla, kendileri arasındaki farkı şöyle anlatır:

“Eskiden kaldırılan kazanlarla bu defa kaldırılan kazan arasında yegâne fark, evvelkilerin kaldırdıkları kazandan yalnız kendileri çorba içmeleri, bu defadakilerin de kaldırılan kazan içinden halka aş dağıtmaya çalışmalarıdır… Ben bizden bunun fazlasını beklemiyorum, sen de bekleme. Eğer bu kadarını yapabilirsek mes’ud olarak geberebiliriz.”

Birgen’in aynı sorusuna Ziya Gökalp’in yanıtı ise şöyledir:

“İttihat ve Terakki, Türk milletinin ruhundan kopmuş bir mefkûre hamlesidir.”

Zaten o kuşakta İttihatçı olmayan aydın bulmak neredeyse imkansızdı. İttihatçı olmayan asker ya da sivil aydın ya Saray’ın dalkavuğu ya da yabancı devletlerin işbirlikçisiydi.

BABIÂLİ BASKINI

Neoliberal aydınlar, devrim düşmanı gericiler, Babıâli Baskını’nı “askeri vesayetin başlangıcı”, “bütün darbelerin atası”, “darbe geleneğinin miladı” vs. olarak gösterirler. Rakı gibidir Babıâli Baskını, “bütün kötülüklerin anası”dır!

26 Ağustos 1926 günlerden perşembeydi. Perşembe, Talat Paşa’nın uğurlu günüydü. Talat Paşa, haftanın o gününde bir keramet, bir hayır olduğuna inanırdı. Babıâli Baskını’nı “uğurlu günüm” diye ille de perşembe günü yaptıran oydu.

Tevfik Çavdar, “Talat Paşa” adlı kitabında, Bâbıâli Baskını’nı şöyle yorumlar:

“Bâbıâli Baskını’ diye bilinen hükümet darbesi, planlanışı ve uygulanışı açısından aklın zor kabul edebileceği ölçüde cüretkâr, adeta bir macera diye adlandırılabilecek bir girişimdir… Gerçekten de bir imkânsız olay başarılmış ve yolu üzerindeki tehlikelerin hiçbirine aldırılmayarak, tam anlamıyla bir can pazarı biçiminde düzenlenen bu baskın sonuçlandırılmıştır. Bunda iki kişinin payı büyüktür: Örgütlenme yönünden Talat Bey ve olayı akıl almaz cesareti ile sürükleyen Enver Bey.“

‘SUYUN ÖTE TARAFI’

Sultan Hamit, “Ben Manastır’dan değil, Selanik’ten ürkerim” derdi.

Selanik, İttihat ve Terakki’nin beyni ve kalbi, imparatorluğun en canlı limanıdır. Avrupa’dan gelen “muzır evrak” (yasak yayın) ülkeye buradan dağıtılır.

Selanik, ‘suyun öte tarafı’dır. Osmanlının Batı’ya açılan penceresidir. Osmanlı topraklarına Batı’dan gelen devrimci fikirler, bu limandan yayılır.

NAHMİYAZ RAKISI

Selanik’te İttihatçıların sıkça buluştukları yerlerin başında Olimpos ve Yonyo gazinoları gelirdi. Yazları Beyaz Kule’nin bahçesinde Münih birası ve Namyas (Nahmiyaz) rakısı içerlerdi. Yonyo’nun müdavimleri arasında Talat,  Enver, iktisat hocası Cavit, 3. Ordu’nun genç subayları Kolağası Mustafa Kemal, Nuri (Conker), Kazım (Özalp), Mustafa Necip, İsmail Canbolat, Yenibahçeli Şükrü gibi isimler vardı. Arada bir Sporting Klüb’e gittikleri de olurdu. “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”nin kurulmasına karar verilen yer ise Beş Çınar bahçesidir.

Örgütün kuruluş toplantısına katılanlar Askeri Rüştiye Müdürü Bursalı Mehmet Tahir, aynı okulun Fransızca hocası Naki, eski İzmir Valisi Rahmi, Vilayeti Selasiye Posta Telgraf Başkâtibi Talat, Selanik’te 3. Ordu Müşirlik Yaveri Yüzbaşı Kâzım Nami (Duru), Mithat Şükrü (Kâtibi Mesul), Ömer Naci, İsmail Canbulat, Muhiddin Baha’nın kardeşi İsmail Hakkı Baha ve Yüzbaşı Edip Servet’dir.

Örgüt, Kur’an ve tabanca üzerine yemin edilerek kuruldu. Aday giriş yeminini Kur’an’a el basarak yapacaktı. Üye sözünde durmaz, cemiyetin sırlarını açığa vuracak olursa, beynine masada gördüğü tabanca ile bir kurşun sıkılacaktı.

Kendisi de cemiyet üyesi olan Galip Vardar anılarında, İttihat ve Terakki’nin ilk çekirdeğinin İstanbul’da Askeri Tıbbiye’de kurulduğu fikrine karşı çıkar. “İttihat ve Terakki’nin hakiki bünyesi Makedonya’da kurulmuş, en mühim şahsiyetleri burada ortaya çıkmış, cemiyete hedefini tayin etmek kudreti burada bulunmuş, İttihat ve Terakki ancak burada mana kazanmıştır” der. Prof. Dr. Sina Akşin de bu düşüncededir. Tarık Zafer Tunaya da aynı görüştedir. Tunaya, “Bir iç dinamik simgesi olarak asıl ‘İttihat ve Terakki’ 1906’da Selanik’te 3. Ordu subaylarının girişimiyle kurulur” demektedir.

VATANA VEDA

Cihan Harbi’nden yenik çıkan İttihatçı liderlerin İstanbul’da kalmaları, bile bile ölüme gitmek demekti. Sonradan Divan-i Örfi kararları bunu gösterecekti. Memlekette kalanların herhangi bir sorguya tabi tutulmaksızın Malta’ya sürüldüklerini yaşayacaklardı. Talat, memleketi terk etmeye şiddetle karşı koymuşsa da sonunda ikna edilmişti. Ortalık durgunlaşıp, memleket yabancı işgalinden kurtulduktan sonra tekrar İstanbul’a dönmek üzere bir süre için Berlin’e gitmeye ve olayların gelişmesini orada beklemeye razı olmuştu.

2 Kasım’ı 3 Kasım’a (1918) bağlayan gece bir istimbot Enver Paşa’yı Kuruçeşme’deki yalısından alıyordu. Motor, Bebek koyundan Bahattin Şakir ve Talat Paşa’yı alacaktı. Bahriye Nazırı Cemal Paşa da bir başka yerden alınacaktı. Beyrut Valisi Azmi Bey, eski Polis Müdürü Bedri Bey, Doktor Nâzım Bey ve Cemal Azmi Bey de Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan diğer kişilerdi.

Hepsinin gözleri yaşlıydı, büyük üzüntü içindeydiler. Doğdukları, büyüdükleri, savaştıkları vatanlarını terk etmek zorunda kalmaları hepsine büyük bir acı veriyordu.

Nereye gidiyorlardı? Paraları var mıydı? Gurbet ellerde ne yapacaklardı? Talat Paşa, Emanuel Karasu’dan 3 bin lira borç almıştı. Son kongre günü Sultan Reşat’ın hediyesi olan altın tabakasından bir sigara çıkarıp yakarken, yanındakilere bir latife yapmış, “Bu sabah tabakaya sigara korken düşündüm. Allah razı olsun Sultan Reşat’tan, parasız kaldığımız zaman bu tabaka hayli iş görür!” demişti. Gelecekte bu latife gerçek olacak, Talat Paşa bu tabakayı satmak zorunda kalacaktı. Osmanlı İmparatorluğu’nu on yıl yöneten diğer İttihatçı liderler de borç almışlardı.

Yurtdışına çıkmaya en güç ikna edilen, Talat Paşa olmuştu. Hep böyleydi Talat. 31 Mart’ta da yurtdışına kaçmayı reddetmiş, Dr. Nazım ile Şehzadebaşı’nda bir evde saklanmıştı. Bahattin Şakir, Talat Paşa’yı ikna etmek için Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini hatırlatıyor, “kaçmıyoruz, hicret ediyoruz!” diyordu.

Talat Paşa, Charlottenburg’daki Hardenbergstrasse’de üç odalı bir daireye taşındı. Eşi Hayriye Hanım da yanındaydı. Talat Paşa ve arkadaşlarının peşinde olan yalnızca Ermeniler değildi. Damat Ferit Hükümeti de onların yakalanarak Türkiye’ye iade edilmesini istiyordu. 

Bu dönemde Başkentten kötü haberler gelmektedir. İtilaf devletleri İstanbul’u işgal etmiştir. 21 Aralık 1918’de ise Padişah, İtilaf devletlerinin baskısı ile Meclis-i Mebusan’ı feshetmiştir. Yine işgal kuvvetlerinin baskısı ile “Divan-ı Harb-i Örfi” 5 Temmuz 1919 tarihinde Talat, Enver, Cemal Paşalar ve Dr. Nazım Bey’i gıyaplarında idama mahkum etmiştir. 

KATLEDİLİYOR

Talat Paşa, Berlin’de sade bir hayat sürüyordu. Çevresinde Almanya’da bulunan İttihatçılardan oluşan bir grup bulunuyordu. Dr. Nazım ve Dr. Bahattin Şakir ile sık sık buluşuyor, ülke sorunlarından uzak kalmıyorlardı. Talat Paşa’nın bu dönemde Mustafa Kemal ile yazıştığı, ondan gelecek izinle Anadolu’ya geçmeyi düşündüğü biliniyor.

Talat Paşa, Ermeni bir katil tarafından öldürüldü. Talat Paşa’nın öldürülmesini Ankara Hükümeti nasıl yorumladı? Buna ilişkin resmi bir belge bulunmuyor. Ancak Ankara Hükümeti’nin resmi organı sayılan Hakimiyet-i Milliye’nin haberi verişinden ve yorumundan bunu çıkarabiliyoruz. 20 Mart 1915 tarihli gazetenin yorumu şöyle:

“…Bu cinayetin sebebini her şeyden evvel, İngiliz suikastlarında aramak zaruridir, ingilizlerin, askerle ve politikayla başa çıkamadıkları Türkiye’ye bugün mikyası geniş bir suikast tertibatı ihzar ettikleri anlaşılıyor… Bu menfur cinayet İngiliz hiyanetinin beşeriyetin yüzünü kızartacak ne çirkin bir raddeye ilerlediğini bir kere daha gösterir. İngilizler, menfur politikalarıyla gasıb-ı harplerine şimdi bir de Türk ricalini saklıca arkadan vurmak şeneatını ilave ettiler… Vefatı cidden şayan-ı eseftir. Cenab-ı Hak rahmeti aliyesine mazhar eylesin.”

Görüldüğü gibi Ankara, katilin Ermeni oluşuna karşın hedef olarak İngiliz emperyalizmini göstermiştir. Bu tespit doğrudur. İttihat ve Terakki’nin liderlerine karşı İtalya’da, Rusya’da ve Almanya’da işlenen cinayetlerde Ermeni militanlar bir maşa olarak kullanılmıştır.

Talât Paşa’nın naaşı, 25 Şubat 1943’te, Almanya’dan İstanbul’a getirilip Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ndeki mezarına emanet edildikten bir gün sonra Yunus Nadi’nin, sahibi olduğu Cumhuriyet haberi, “Talât Paşa Türk Vatanının Kucağında” başlığıyla verir.

Tevfik Çavdar, onu “Bir Örgüt Ustası” olarak nitelendirmekte haklıdır. Feyziye Özberk’in Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan “Talat Paşa/ İttihat ve Terakki Tarihi” kitabını okuyunca bunları düşündüm.

PAYLAŞMANIZ İÇİN