Bir Müzisyenin Pavyon Notları

Müzisyenlik yapmaya başladığımda ister istemez var olduğum yer oldu. Turistiğinden salaşına kadar her tür pavyon mekanında çalıştım ve üç tip müşteri gördüm onca yılda

 

HASAN BALAN

Pavyon
Osmanlı zamanında gizli saklı, sadece müdavimlerinin yerini bildiği evlerde hizmet veren, şimdilerde büyük şehirlerde hatta ilçelerde birçok tarzda ve büyük neon ışıklarıyla yeri belirtilen eğlence yerleri.
Yıllarca pavyonlarda çalışmış bir müzisyen olarak aklıma gelenleri yazmak istedim.
Eski Türk filmlerinde genelde zengin iş adamlarının, kabadayıların gönül eğlendirdiği, patronunun assoliste aşık olduğu, aynı kadına aşık olanların kavga gürültü çıkardığı ve tabii ki olmazsa olmaz, dansözüyle işlenmiş bir mekan.
Ben o zamanları bilmem. Belki de öyleydi!
İlk kez pavyona gittiğimde sanırım 15 yaşında bıyıkları yeni terlemiş lise talebesiydim.
Babam götürmüştü. Niyesini hatırlamıyorum doğrusu. Ama eğlenmekten çok öğretmek amaçlıydı sanırım. Çünkü kalkana kadar pavyon kurallarını anlatmıştı.
Sonra müzisyenlik yapmaya başladığımda ister istemez var olduğum yer oldu.
İyi ki babam pavyon kurallarının anlatmış o zamanlar, dediğim çok anlar oldu.
Turistiğinden salaşına kadar her tür pavyon mekanında çalıştım ve üç tip müşteri gördüm onca yılda…

Birinci tip müşteri; cebimdeki paraya güvenen, para harcadıkça mekanda her şeyi yapabileceğini sanan, ama haddini aştığında bu konuda yanıldığını anlayan tipler.
İkinci tip müşteri; bitirim, kabadayı vs. olduğunu ve mekandakilerin kendisinden korkacagını düşünen, tuvalete bile seremoniyle gidip gelen, kadınlarla ilgilenmiyor gibi davranıp aslında poz kesen ağır abiler! Bazı istisnalar hariç bunlar da yaptıkları ilk yanlışta gereken cevabı alır.
Üçüncü tip müşteri,hiç bir şeyden haberi olmayan, cebinde ki parası sınırlı, sadece meraktan, arkadaş gazıyla ya da yalnızlıktan gelenler. Bunlar da kendi içinde ayrılır. Bir kısmı kuralları bilir, bir kısmı bilmez ama öğrenir, öğretirler.
Bunlar bir müzisyenin gözündeki müşteri tipleriydi.
Bir de şeflerin, garsonların, konsomatris kızların müşteri tüpleri vardır.
Bu çok basittir ve ikiye ayrılır.Yolunacak müşteri, yolunmayacak müşteri.
Ve bunu müşteri daha kapıdan girerken anlarlar.
Nasıl mı?
Meslek sırrı diyelim ya da tecrübe.
O dakikadan sonra tüm hizmet ona göre yapılır. Ama asla karşı tarafa hissetirilmez bu durum.
Mesela yolunacak masalar varken, sadece bir içki ısmarlayacak adamın masasına çok da gönüllü gitmez kadınlar. Zaten o içki de beş dakika içinde içilip kalkılır masadan.

Garson da aynı fikirle hareket eder, her garsonun baktığı masalar ayrıdır. Buna posta denir. Hiçbir garson kendi postasına pavyonu bilen ama cebi boş adamların oturmasını istemez. Ama yine de o hizmeti yapar eksiksiz. Üstelik gelecek bahşişin az olacağından emindir. Bir an önce kalksın gitsinler ister.
Sadece müzik dinlemeye gelen yaş almış tipler vardır bir de. En oturaklı müşteri bunlardır. Genelde evde kafayı güzelleştirip gelirler. Daha az hesap ödemektir amaç. Efkarlı tiplerdir.önlerinde bir kaç meze bir kadeh içkiden başka sürekli dolan kül tablası vardır.
Pavyon garsonu kurnazdır. Çünkü normal bir restoranda, normal adamlara, normal bir servis değildir yaptığı.
Kapısı açıldığı an itibariyle çalışanlarının para kazanmaktan başka bir derdi yoktur pavyonda.
Bunun içinde çeşitli katakulli işler geliştirmiştir her biri.
Mesela durup dururken masaya ikram edilen ufak rakı, yanarlı meyve
Kabul edilmesi halinde adisyonda fahiş bir fiyatla yerini alacak birçok ikram
Bunların çoğu oturmak istediği masaya kadınlar tarafından gönderilir; güya ikram olarak. Peşinden hoşlanma notları ve masaya gelme talebi. Tabii bu cebi dolu adamlara yapılır.
Paran yoksa yandın demektir. Birçok adam bu büyüye kapılıp cebimdeki parayı unutup sabahlar konsomatris hanımlarla; elbette masada.
Alkolün etkisiyle unutur her şeyi, hesabı kitabı.
Beyaz ışıklar yandı mı kadın bir anda kaybolur, Sinderella misali.
Neyse, nasılsa çıkışta çorbacı da buluşulacaktır nasılsa!
Bu haldekilerin çoğu hesabı görünce ayılır zaten. “Paran yoksa bul” denir
Bulamazsan, akşama kadar senet karşılığı müsaade edilir.
İllaki ödersin o hesabı!
Kimisi öder bir şekilde kıvrana kıvrana ama.
Ha çorbacı mı?
Çıkar gider çorbacıya. Buluşulan tek şey kelle paça olur. Gelmez çünkü beklenen.



Ama ne kavgaydı!
Yıl 2001
Ankara Ulus’ta salaş bir mekanda biraz da mecburen sahne yapıyorum o günlerde.
Ön masada kalabalık bir gurup oturuyor.
Duruşları sıkıntılı ve herkes farkında. Garsonlar şefler pür dikkat masayı kesiyor. Ara ara patron da salona çıkıp bakıyor masadan tarafa.
İki sahne bitti, saat 02:00 suları üçüncü sahneye çıktık, müzik başladı, solist yerini aldı.
Bir anda, göz açıp kapama süresinde ortalık karıştı.
Garsonu şefi komisi yüklendi masaya ellerinde beyzbol sopalarıyla.Adamlar silah dahil karşılık verdi ama nafile. Sağlam bir dayaktan kurtulamadılar.
O esnada bizde indik tabii sahneden, kaçtık daha doğrusu.
Kavga tüm şiddetiyle devam ederken sahneden bir kaval sesi
Bir baktım ki, bizim neyzen gözlerini kapatmış, kafası da güzel, çalıyor tek başına. Gördüğü bile yok savaşı.
Neyse koştuk, onu da indirdik ki indiği anda sahneye masa düştü.
Adamlar dışarı atıldı.
Konsomatris kızların da yardımıyla tüm personel içeriyi beş dakika da toparladı. Kavganın tüm izi silindi. Yeniden sahne başladı.
Yarım saat sürmedi. Pat polis geldi, beyazlar yandı.
Adamlar kan revan çıkınca ekip arabası durmuş, mecburen başlarına geleni anlatıp şikayetçi olmuşlar.
Esas film o an başladı zaten.
Önce inkar edildi. Tüm personel dizildi biz hariç. Bir yandan polis soruyor , bir yandan adamlar “beni bu dövdü”, “şu sandalye vurdu” diye tek tek gösteriyor personeli.
Patron çıktı sonra meydana
Tüm personeli tokatladı polisin yanında.
“Siz böyle bir şeyi nasıl yaparsınız” diye. Dayak yiyenleri tek tek öptü. Hatta masa açıp misafir etmek istedi. Adamlar şikayetten vazgeçti.
Sadece birkaç personeli ifade için aldılar polisler.
Herkesin bütün senaryoyu bildiği filmde roller oynandı.
Pavyon kaldığı yerden geceye devam ederken…

PAYLAŞMAK İÇİN