Bir kere Aristo’nun hocası olmuştum

CEM BAYINDIR

Türk sinemamızın en eğlenceli, en dramatik ve aklımıza yer etmiş, içimize işlemiş filmlerinde imzası olan İhsan Yüce; senarist, yönetmen, yapımcı, tiyatrocu, sinema sanatçısı, yazar, şair, ressam ve yontucu, aynı zamanda arkeoloji ve tarihle de ilgilenmiş yürekli, çalışkan, üretken ve değeri yeterince bilinmemiş bir Türk sanatçısıdır.   

1929 yılında Elazığ’da doğan Mehmet İhsan Yüce, ailesinin yaşadığı ekonomik güçlükler nedeniyle İzmir’e göç etmiş, burada İzmir Atatürk Lisesi, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisini bitirmiş ve muhasebecilik mesleğiyle uğraşmıştır.

Muhasebeciliğin ardından, 1952 yılında İzmir Halk ve Çocuk Tiyatrosu’nda tiyatroya girer ve uzun yıllar tiyatro ile uğraşır. 1965’te Lale Oraloğlu Tiyatrosu, ardından arkadaşlarıyla kurduğu Ankara Drama Tiyatrosu ile kendini tümüyle bu mesleğe verir, birçok önemli yapıtta rol alır.

Bu dönemde İstanbul’a taşınan Yüce, tiyatroyla bağını sürdürürken sinema yapıtlarında da rol almaya başlar. Altın Yumru, Senede Bir Gün, Sürtüğün Kızı, Güzel Bir Gün İçin, Bir Millet Uyanıyor filmlerinde oynar ve hemşehrisi olan Atıf Yılmaz, Ertem Eğilmez, Süreyya Duru, Haldun Dormen gibi tanınmış kişilerle çalışır ve adı sinema dünyasında iyice bilinir olmuştur.  

1971’de kızının adını verdiği Aslıer Film’i kurar ve senaryosu ve yönetmenliği kendisinin olan “Hayat Cehennemi”ni çeker. Seyirci açısından ilgi görmeyen bir çalışma olsa da ardından Ağrı Dağı’nın Gazabı ve Vedat Türkali ile birlikte yazdığı “Bedrana”yı çeker. Bu çalışma ile Antalya Film Festivalinde “En İyi İkinci Film” ödülünü kazanır.

Yüce’nin tüm filmlerinde kendisinden önce gelenlere göre farklılıklar vardır. Türk kadınının geleneksel sorunlarını, Türk köylüsünü, köy-kent ilişkilerini, çok iyi bildiği ve her karışını gezdiği Anadolu’yu ve Anadolu toplumunu ve sıradan insanımızı anlattığı senaryolarının içinde bir de başarıyla kattığı güldürü (bazen de kara güldürü) sinemamızda çok büyük bir etki yaratmıştır. Bugün sinema sanatında büyük ünü olan Şener Şen, Kemal Sunal, İlyas Salman, Tarık Akan, Erdal Özyağcılar gibi birçok sanatçının o dönemde oynadıkları filmlerde hep onun imzası vardır.

İhsan Yüce, meslek yaşamında oynadığı 160 film, filme alınmış 59 senaryo, yönetmenliği yaptığı 6 filmle Türk sinemasının en emektar, en çalışkan sanatçılarından biri olmuş ise de genelde arka planda kalmayı yeğlemiştir. “İşte Hayat” (1976) ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, “Bebek” filmi ile Karlovy Vary (Çekoslovakya) Jüri Özel Ödülü (1979), Derya Gülü (1981) filmiyle de En İyi Erkek Oyuncu Ödüllerini kazanmıştır.

Kimseye kaba gelmeyen küfürleri, sıradan insandan farksız tipi, sararmış-ağarmış pos bıyıkları, ön dişlerinin döküklüğü, kafasında külahı, yeleği ve gömleğiyle ve kimi zaman zengin yürekli, iyilik bilir bir deniz adamı kimi zaman üçkağıtçı, paraya düşkün bir kız babası, kaçakçı gibi kötü-kurnaz-çıkarcı kişilikleri canlandırsa da, sinema izleyicisinin kendi ailesinden biri gibi gördüğü bu büyük sanatçı, çoğu kez de perde arkasında kalarak yazdığı senaryolar ile toplumun dilini sinemaya aktarmayı, sinemayı da topluma sevdirmeyi başarmış ve seyirci ile güçlü bir bağ kurmuştur.

1960’ların özgürlükçü Türkiye’sinde sinema ve tiyatroya büyük katkı sağlayan Yüce, 1971’de kurduğu Aslıer Filmcilik ile yukarıda da söz ettiğimiz gibi “Hayat Cehennemi”nin senaryo ve yönetmenliğini yapar, 1973 yılında Ertem Eğilmez’in Tarık Akan, Halit Akçatepe ile “Canım Kardeşim” filminde rol alır. Bu filmde çok küçük bir rolde oynayan Kemal Sunal, 1974’te Atıf Yılmaz’ın “Salako” filminde başrol oyuncusu olup, büyük ün kazanacak, İhsan Yüce de Salako filminde önemli bir rol olan “Reşit Ağa” kişiliğini canlandıracaktır.

Kültürel dünyada yer alan tüm sanatlarda, yani sinema, tiyatro, resim, heykel, yazın, müzik ve plastik sanatlarda bulunan sanatçıların haklarını korumak için 1974’te arkadaşlarıyla, “Türkiye Kültür İş Sendikası” kurmuş, sendika üyelerine de “sinemanın bir halk eğitim ve kültür aracı olduğunu” öncelikle belirtmiştir.

1970’lerin Türkiye’sinde siyasal sorunlar artmış, toplumsal sorunlar da aynı biçimde büyümüş, Türk sineması ise güldürü ve erotik filmler dışında neredeyse çöküşe geçmiştir.  O dönemde Ertem Eğilmez ve Arzu Filmcilik yeni bir alan açabilmek adına yeni bir film için birçok sanatçı ile toplanmış tartışıyorken, İhsan Yüce de söz alır ve Güneydoğu’da sömürü sorunu üzerine, ağalarla köylüler arasındaki ilişkiyi anlatacak bir film önerisini getirir. İhsan Yüce’nin önerisinden sonra tanınmış öykücü Osman Şahin’in “Fareler” adlı öyküsünden uyarlanan, yapımcılığını Ertem Eğilmez’in, yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yapacağı, son 40 yıldır tüm ülke insanının ezbere bildiği “Kibar Feyzo” (1978) ortaya çıkar.

Kibar Feyzo’da güldürünün yanında, töre, siyasal ve gündelik sorunlar, toplumsal sınıfların eleştirisi, kadının toplumdaki yeri, işçi hakları, sendikacılık, grev, faşizm karşıtlığı da etkili bir biçimde sunulur.  Filmin içinde geçen “Ulan şurada 141–142 başsınız; hepinizi ben besliyorum, vallaha sataram köyü ha!” sözünde dönemin ceza kanunun 141. ve 142. maddelerine bir gönderme vardır. Bir sahnede de Yüce kendi canlandırdığı “Hacı Hüso” kişiliği ile güzel kızı “Gülo”yu istemeye gelen aileleri birbirine düşürmekte, başlık parası pazarlığını kızıştırmakta ve çıkar sağlamaya çalışmaktadır ve bunu olağan görerek “benim yaptığım tam demir kırat usulü bir seçim” derken de siyasal yerginin doruk noktasını kanıtlamaktadır. Filmde faşizmi tanımlayan sözleri ise hepimizin ezberindedir.  

Deli Deli Küpeli (1986) filminde akıl hastası “Deli Çavuş” kişiliğini canlandıran sanatçının, filmin bir sahnesinde televizyonda konuşan Kenan Evren’i görüp esas duruşta selam durması da yüreklice bir mesajdır. 

O dönem bu yasa maddelerinden yargılananlar hakkında 15 yıla varan ağır cezalar istendiğinden kimsenin cesaret edemediği yukarıdaki konuları senaryolaştıran Yüce, bir sanatçının otoriteye diz çökmeyeceğinin yürekli bir örneğini sunmuş, günümüzün onurlu sanatçılarına örnek olmuştur.

1977’de “Gülen Gözler”, 1978’de “Neşeli Günler”, 1979’da “Derya Gülü” ile büyük oyunculuk becerisini sergileyen Yüce, ardından, “Bebek”, “Davaro”, “Çiçek Abbas”, “Postacı”, “Keriz”, “Yılanların Öcü”, “Fatmagül’ün Suçu Ne”, “Çarıklı Milyoner”, “Şabaniye”, “Çöpçüler Kralı”, “Deli Deli Küpeli, “Sosyete Şaban”, “Uyanık Gazeteci”, “İnatçı”, “Öğretmen” gibi gişede büyük işler yapan filmlere gerek oyuncu gerekse senarist olarak katkı verir. İbrahim Tatlıses’in tüm filmlerinin sıradanlığı içinde sanatsal değere sahip tek film sayabileceğimiz “Yalan”da (1982) da onun etkisi vardır.     

Mayıs 1991’de Salacak’ta kalp rahatsızlığı geçirerek 63 yaşında aramızdan ayrılan İhsan Yüce topluma mal olmuş, ürettiği yapıtlarının neredeyse tamamı halkımızca ezberlenmiştir. Hakkında birçok çalışma yapılmış, belgesel (Bir Yeşilçam Hikayesi: İhsan Yüce) çekilmiş, yazılar yazılmış olsa da sanatçı -bu toprakların sanatçılarının yazgısı olsa gerek- hak ettiği değeri bulamamıştır.

Yeğeni Barış Zeren’in, Odatv’yle yaptığı bir söyleşide, Yüce’nin mülkiyet, şöhret ve kariyer hırsı olmayan, düzenin çarklarından uzak durmaya bakan birisi olduğu, yalnızca Salacak’ta birkaç küçük ev değiştirdiği, hep alçakgönüllü yaşadığı, dünya görüşünün de hep solda olduğu ve 1960’ların ve 70’lerin sol anlayışına uyumlu “hümanizm” düşüncesine inanç içerisinde yaşadığı belirtilmiştir.  

Günümüzde, İhsan Yüce’nin özlem duyduğu bir iklimde değiliz. Hatta, senaryolarında sık sık yerdiği, yerden yere vurduğu kötülerin egemenliğine girmiş durumdayız. Onsuz geçen 30 yılda bu topraklarda İhsan Yüce’nin hümanist, toplumsal gerçekçi, eşitlikçi, özgürlükçü düşüncelerine pek yer kalmadı ise de yapıtlarına karşı dinmek bilmeyen büyük ilgi umudumuzu diri tutuyor. Onu yine herkesin bildiği “Ekmek Şarap Sen ve Ben” şiiriyle anıyorum:

“Ne diyordum arkadaş…
Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini

Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
bazen kadın hamamında tellak…
Bazen Christoph Colomb
Napolyon’ken düşünürüm Elbe’de geçen günleri
Timur’ken Beyazıt’ı yenişimi…
Bir kere Aristo’nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
bazen odununu ateşleyen bir cellat olurum

Eğer daha da içersem
Shakespeare halt etmiş derim karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
İşte Mozart’ın aradığı melodi bu diye gülerim
Enayiymiş be platon…
Bir içsin de görsün… Ne felsefesi varmış bu hayatın
Anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu

Islak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserisin bir sarhoş…
Ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkahalarım
Şehrin izbe sokaklarında
Yavaş yavaş kaybolur benliğim…”