Bir Cumhuriyet Projesi: Fatih Anıtı

Bu anıt, İstanbul’un Fethi’ni belli simgesel değerlerle ve plastik kaliteden ödün vermeden anlatmaktadır. Durağanlıkla hareketlilik karşıtlığından doğan bir gerilim ve enerjiyle doludur. Özellikle Fatih figürü Türk heykel sanatının önde gelen bir örneğidir

 

AV. CEM BAYINDIR

 

İstanbul adıyla özdeşleşmiş ad olan Fatih Sultan Mehmet’in anısına yapılacak bir heykel cumhuriyet dönemi boyunca hep gündemde olmuş ama bu tasarılar bir türlü yaşama geçirilememiştir.  

Cumhuriyetin ilanından sonra Osmanlı’ya karşı mesafeli olan Atatürk, örnek aldığı Fatih Sultan Mehmet’i ayrı tutmuş ve onun anısının aziz bir hatıra biçiminde yaşatılmasına yönelik çalışmalar planlamıştır.

Atatürk, hayran olduğu Fatih için İstanbul’da sonsuza değin kalabilecek bir anıt yapılmasını istemiş ve bu yer için, Ayasofya Camisi yanındaki meydan, Kızkulesi, Rumelihisarı veya Fatih’in gemilerinin kızakla geçirildiği deniz kıyısını düşünmüştür. Atatürk, özellikle, ona yakışacak bir yapıt için Kızkulesi’nden her geçtiğinde, burada böyle bir anıtı görmeyi çok dilediğini belirtmiştir.

Anlatılanlara göre, Atatürk, Dolmabahçe’deki resim galerisinin önünden her geçişte, Fatih’in at üzerinde resmedilen tablosu önünde duraklar ve Fatih’in heykelinin de buna benzer olmasını istermiş. Celal Bayar, Atatürk’ün, yapılacak Fatih heykelinin Rumelihisarı önlerine konulmasını istemesinin gerekçesini ise fethin yine bu bölgeden başlaması olarak açıkladığını belirir. Ancak Atatürk’ün ölümü sonrası bu tasarı uygulanamamıştır.

Bugün İstanbul’da kayda değer iki Fatih heykeli var. Biri Prof. Dr. Hüseyin Gezer’in Fatih’in Saraçhane semtinde aynı adı taşıyan bir park içerisinde yer alan heykeli, ötekiyse Bayrampaşa’da E-5 otoyolu kıyısındaki Tankut Öktem’in imzasını taşıyan yapıtı.

1942 yılı Mayıs ayında Akşam gazetesi bu konuyu sayfalarına taşımış, fetih yıldönümünde dikilecek heykellerle Fatih’in ebedileştirilmesini gündeme getirmiş; vali ve belediye başkanı Lütfi Kırdar’la bu konuda bir de söyleşi yapmıştı. Lütfi Kırdar da yeri sonradan belirlenecek bir noktaya Fatih Sultan Mehmet’in görkemli bir heykeli yapılacağının muştusunu verecekti.  

Bu söyleşi sonrası dikilecek heykelle ilgili uzmanların görüşlerine başvurulmuştu. 17 Haziran 1942 tarihli Akşam gazetesi, Cemil Topuzlu Paşa’ya Fatih’in heykelinin nereye dikilmesi gerektiği sormuş, Paşa, verdiği yanıtta bu heykel için geç bile kalındığını, zamanında kendisinin böyle bir girişimde bulunduğunu ancak dinsel makamların baskısı ile karşılaştığından projenin gerçekleşmediğini belirtmiş, tasarlanan heykel için Fatih semtinin yanlış bir seçim olacağını, en uygun yerinse Sultanahmet ile Ayasofya arasında kalan ve denizden görülebilecek bir yer olması gerektiğine vurgu yapmıştır.

Akşam gazetesi 22 Haziran 1942 tarihli sayısındaysa yetkin bir başka kişi yüksek mimar Sedat Çetintaş’ın da düşüncelerine başvurur. Çetintaş ise, heykel için en güzel mekân olarak padişahın, gemilerini karadan aşırarak Haliç’e indirdiği Kasımpaşa’yı önermişti.

1960’larda Fatih Sultan Mehmet Han Abidesi Yaptırtma ve Yaşatma Cemiyeti’nin kurulması da ilginç bir girişimdir. Derneğin kurucu üyeleri arasında İstanbul valisi Niyazi Akı, belediye başkanı Haşim İşcan, akademisyen Ekrem Hakkı Ayverdi, Tarık Zafer Tunaya, iş dünyasından Nejat Eczacıbaşı, Vehbi Koç, gazeteci Burhan Felek vardır. Derneğin amacı yalnızca Fatih’in heykelini yaptırtmaktan oluşuyordu. Heykel yaptırıldıktan sonra belediyeye teslim edilecek ve sonrasında oluşum  dağılacaktı. Ancak söz konusu dernek de başarılı olamamış ve heykel yine yapılamamıştır.

Aradan geçen otuz yıl sonra 1987’de Fatih Belediyesince Saraçhane Meydanı’nda bir Fatih Anıtı yaptırılacaktı. Dönemin Fatih Belediye başkanı Yetkin Gündüz’ün girişimiyle yapılan bu anıt Türkiye’nin en seçkin anıtlarından biri olup, yontucu Hüseyin Gezer’in yapıtıdır. Ayrıca bu anıttaki “Atlı Fatih” figürü, Fatih Belediyesi’nin logosunu da oluşturmuştur.

Heykeltıraş: Hüseyin Gezer

Heykeli yapan sanatçı Hüseyin Gezer, 1920 yılında Mersin de doğmuş, Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’nu bitirmiş, sonra  Hasan Âli Yücel’in girişimiyle Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne girmesi sağlanmış, burada ünlü Belling’in öğrencisi olmuş, okulu bitirince burslu olarak Paris’e giderek Julian Akademisi’nde Prof. Gimond’un atölyesinde çalışmıştır. Dönünce, Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’nde akademik kariyerini sürdürmüş ve profesör olmuştur.

Bozdoğan Kemerinin hemen önünde yer alan Fatih Parkı’nın ortasında bulunan, Fatih Sultan Mehmet’in atı ile bir kemeri aşması suretiyle İstanbul’u fethetmesini, öte yanda da hocalarını betimleyen anıt 450 x 500 x 300 ölçülerindedir.

Bu anıt, İstanbul’un Fethi’ni belli simgesel değerlerle ve plastik kaliteden ödün vermeden anlatmaktadır. Durağanlıkla hareketlilik karşıtlığından doğan bir gerilim ve enerjiyle doludur. Özellikle Fatih figürü Türk heykel sanatının önde gelen bir örneğidir. Abartılı ve aşırı sayılan dinamikliği bu anıtın temel olgusuna “Fetih”e karşılık gelmektedir. “Uçmak” manada cenneti; eylemde ise “hava şehitlerimiz”i bizlere çağrıştırmaktadır.

Anıt bulunduğu tarihî dokunun ve çevrenin ağırlığı altında ezilmemekte, aksine teatral yapısı ve güçlü ifadesiyle öncelikle algılanır bir özellik göstermektedir.

Bu anıtta figürler bronz döküm olup, yüksekçe bir platform üzerinde mimari düzenlemeyle kurgulanmış bulunuyor.

Ancak anıtın iki büyük rölyefi çevre düzenlemesi sonrası ortadan kaybolmuştur. Çünkü bu eşsiz anıtın iki de fethi betimleyen rölyefi mevcuttu. Bu rölyeflerde; “gemilerin karadan yürütülmesi” ve “Fatih’in İstanbul’a girişindeki karşılanışı” tasvir edilmişti. Yüzeysellik etkisi yaratan bu iki rölyef, Bozdoğan Kemeri elemanlarıyla anıt arasında bir bağ ve ritmik tekrara dayanan algı bütünlüğü yaratıyordu.       

O tarihlerde çevre düzenlemesi yapılırken bu anıtın iki devasa rölyefi ne yazık ki kaybolmuştur. Umulur ki, kırılıp dökülmeden bu rölyefler bir yerlerde muhafazaya alınmıştır. Anıtın bütünlüğünü ve kimliğini hiç hesaba katmadan, yapılan bu su ve ışık düzenlemeleri de; bu tarihî meydana ve özellikle de Fatih Anıtı’na algı ve estetik kimlik olarak olumsuz etkiler yapmakta.

Bu iki rölyefin; İstanbul’un en güvenli ve önemli bir merkezinden alınıp veya çalınıp götürülmesini; her İstanbullu acıyla ve hüzünle karşılamaktadır. Bu sanat yıkımına ve özellikle de iki rölyefin akıbetine dair yetkililerden açıklama beklemek; hiç değilse de var olan bu gibi sanatsal yapıların korunmasını istemek sanatseverlerin, tarihini ve kentini seven İstanbulluların en doğal hakkıdır.    

      

 

Kaynak:

 

paylaşmanız için